Yıllar sonra en yakın arkadaşımla birlikte okuduğumuz ortaokulu ziyarete gittik, sınıfımıza uğradık. Oturduğumuz sıralarda yeniden oturduk. Bizden üç-dört yaş küçük öğrencilerle ders dinledik. Orada geçirdiğim her anı yeniden yaşıyormuşum gibi incelemeye başladım etrafı. Pencereden görünen çam ağacının altına gömdüğüm sınıfta kullandığımız ilk renkli tebeşiri, kalorifer peteklerinde kuruttuğum eldivenlerimi, Betül’ün soluk mu soluk sarı tenini, diyabet hastası Ayşe’nin söylediği “Cerrah Paşa” adlı şarkıyı, Ahmet’in sulu, edepsiz şakalarını, Mustafa’nın matematik öğretmenimiz Burcu Hoca’ya küfür etmesini, Ali’nin aldığımız her yiyecekten biraz aşırmasını… Hepsini hatırladım. Futbol oynamamak için sürekli “Ayağımda tırnak batması var.” deyişimi, en iyi arkadaşımın, voleybol oynuyor diye dayak yiyecek olmasını, sadece ikimize takılan lakapları, beden eğitimi öğretmenimiz Muzaffer Hoca’nın dikkat çekici, dar eşofmanlarını bile hatırladım.
Teneffüs zili çalınca sınıfın her köşesine biraz göz geçirdik. Hatırladıklarımızdan bahsettik birbirimize. Sonra duvara kazınmış bir liste gördük. Bizim sınıfın, sanırım okulun son günü kazıdığı on beş kişilik sınıf öğrencileri listesiydi. Liste kategorize edilmişti, aynen şu şekilde;
SINIFIN KIZLARI:
Merve V.
Büşra
Betül
Ayşe
Hilal
Merve A.
Kübra
SINIFIN ERKEKLERİ:
Ali
Mustafa
Ahmet
Okan
Cengiz
Fatih
SINIFIN TOPLARI
Bir Lakap (Ben)
Bir Lakap (En Yakın Arkadaşım)
İsimlerimiz yoktu o listede, sadece lakaplarımız vardı; yazmaktan bile çekinmeme sebep olacak kadar rahatsız edici “lakaplarımız”. Listeye öylece bakarken utançtan yerin dibine girdim. 4 yıl boyunca bu sınıfta okuyan her öğrenci, her gün bu listeyi gördü. Kimse bu listeyi yok etmedi, kimse bunu rahatsız edici bulmadı. O liste ünlü bir ressamın, başarılı bir eseriymişçesine yıllarca orada öylece durdu. Bir şeyin farkına vardım. Biz kendimizi yeni yeni öğrendiğimiz on sekizli yaşlarda dışlanmaya başlamamıştık. Hep dışarıdaydık, daima ötekileştirilmiştik. Bizi kendilerine yakıştırmıyorlardı. Yoksa neden hiçbir kışkırtıcı hareketimiz olmamasına rağmen bizden nefret ediyorlar, lakaplar takıyorlardı ki? O listede neden hepsinin adı yazılıyken bizim lakaplarımız yazılıydı? Onlardan farklı ne hissediyor, ne yaşıyorduk? Hiçbir şey. Birçoğundan daha iyi kalpli, daha anlayışlı, daha hoşgörülü, daha merhametliydik hatta. Başarılıydık. Bunlar nefret edilesi şeyler değil. İşin en ilginç tarafı birileri daima bizden/kendimizden daha önce fark ediyor homoseksüel olduğumuzu. Biz çok sonradan öğreniyoruz bunu. Çünkü kaçıyoruz, korkuyoruz, saklanıyoruz bu duygulardan. Sırf toplumda bir ismimiz olsun diye. Aynı rahimden çıkmamıza rağmen kabul gören heteroseksüel kardeşimizle aynı kefeye koyulalım diye. Aslında kendimizi kabullenince de pek bir şey değişmiyor. Yine kaçıp saklanıyoruz, lakaplar yerini takma ya da sahte isimlere bırakıyor. Kendi zihnimizin ürettiği bir savunma aracı olarak… Bir zamanlar üzerimize yağdırılan o ucu zehirli kurşun gibi vücudumuzu delip geçen, sonrasında derin bir acı veren lakaplar bu kez takma isimler olarak elimizde bir kalkana dönüşüyor, bir savunma sistemine, bir görünmezlik pelerinine. İşte bu da bizim oyunumuz. Sürekli oynadığımız, zerre kadar keyif almadığımız, resmen bir zorunluluk olmuş “saklambaç oyunumuz”, bitmek bilmeyen, acilen bitmesi gereken…
Eminim, görüyor, hissediyorum. Hepimiz duvara yaslanmış geri sayan, saklanmayı bize zorunlu koşan, homofobik ve sözde yardım sever heteroseksüellerin tam arkasında bekleyip saymayı bitirmesini bekleyeceğiz. Arkalarını döndüklerinde kimsenin saklanmadığını görecekler. Soru sormalarına gerek kalmadan anlayacaklar ki “Biz bu oyundan çok sıkıldık.”
Siz de emin olun, öyle bir gün gelecek ki; hiçbir LGBTİ bireyi, çeşitli nedenlerden dolayı takma isim kullanmak zorunda kalmayacak. Çünkü bu gün takma isim kullanmak zorunda kalmış biriyim. Görünmezlik pelerini sandığım bu işkence torbasından kurtulmak için elimden geleni yapacağım. Yanında yürüyeceğim ve yanımda olacak insanlar olduğunu biliyorum. Uzattığınız eli tutmaya hazırım. Son saklambacın geri sayımı başlasın.
Listenin İsimsizleri - Sol'ucan - LGBTİ Fm
29 Kasım 2015 Pazar
25 Kasım 2015 Çarşamba
Eşcinsellere Yönelik Ayrımcılık ve Şiddet
Homoseksüeller olarak toplumun nefretle baktığı , dışladığı , yeri geldiğinde darp edildiği , yeri gediğinde tecavüz edildiği , yeri geldiğinde tehdit edildiği , yeri geldiğinde cinayete kurban gittiği bireyleriz.
Bir eksiğimiz , bir fazlalılığımız yokken , aynı gökyüzünü ve yeryüzünü paylaşırken , aynı uzuvlara sahipken bunca nefret neden ? Belki kardeşimiz , belki akrabalarımızdan biri , belki kapı komşumuz , belki arkadaşımız , belki Veli , belki Mahmut , belki Ayşe , belki Fatma , belki kapımıza gelen postacı… bunlardan her biri belkide eşcinsel. Çocukluktan başlar bu hikaye.Küçük bir çocuk düşünün ; sadece biraz farklı , rengarenk… Oyunlardan mahrum , yalnızlığa mahkum… Özgüven depolamaya ve kendini ifade etmeye yeni yeni başlayan çocuk , toplum tarafından dışlanırsa, hakaretlere uğrarsa olacakları düşünmek bile istemiyorum.
Kendi iç dünyasında , arkadaş ve aile ilişkilerinde , derslerinde genelde başarısız olacaktır. Ve bunlar olurken çocuk daha hiçbir şeyin farkında değildir.Hayatı boyunca olacaklardan habersizdir. Çocuk büyür , kendini yavaş yavaş tanımaya başlar.Milletin ağzı torba değildir ya konuşur da konuşurlar.Çocuk toplumdan kendini soyutlar , kendini ifade edemez.Ne olduğunu anladığı andan itibaren daha çok zorlanır , yalnız hisseder kendini.Durum budur ya kendini açıklayamaz.İşte en büyük ayrımcılık buradadır.
Genç , kendini açıklayamadığı için özgürlük denen kavrama hasret kalır , istediği gibi hareket edemez , istediği gibi giyinemez , istediği gibi düşünemez , istediği gibi sevemez , sevse de karşılık bulamaz… Zaman geçer… Genç , artık tam anlamıyla bir bireydir.Kendi ayakları üzerinde durmak için çabalar.İşte sorunlar ve ayrımcılıklar tam burada başlar.
Diğer insanlar gibi eşit haklara sahip olamazlar , kolayca ev bulamadıkları yetmezmiş gibi ev bulduklarında yüksek tutarlarla karşı karşıya kalırlar , özgürce ve rahatça yaşamak için bulunduğu toplumdan uzaklaşırlar , iş bulmakta zorlanırlar hatta bulamazlar (bu yüzden seks işçiliği yapmak zorunda kalırlar.) , toplumda bir yere sahip olamazlar , yaşlandıklarında ise yalnız kalırlar. önceden değindiğim gibi en önemlisi her açıdan özgür olamazlar. Türk toplumunda örf ve adet denilen genel görülmüş inançlar hakimdir.Bu inançlarda eşcinsellere olan nefret boyutu yüksektir.Eğer bir birey homofobik ise , yetiştirdiği çocukta genel olarak homofobik olacaktır.Ayrıca bu inançlarda homoseksüelliğe , biseksüelliğe yer yoktur. Bu yüzden kişi zaten kendini gizlemek durumda kalacak , örf ve adetlere yenik düşerek belkide evlenecektir. Belkide birçok hikayelerden örnekler , birçok yaşamdan örnekler verilebilir.Ama kabaca bu , insan yaşadıklarından ya da hissettiklerinden kendine pay çıkarabilir.Belkide bilmediğimiz nice insanların sorunları var.Diyeceğim o ki , insanlara karşı önyargılarımızı bir yana bırakarak daha hümanist bir insan , insanları anlayarak daha yetişkin bir birey olabiliriz. Böyle olarak bir şey kaybetmeyiz ama birçok şey kazanabiliriz.
LGBTİ Bireylerinin Günlük Yaşamda Maruz Kaldıkları Ayrımcılıklar ve Yaşamış Oldukları Zorluklar - Görkem Karam - LGBTİ Fm
Bir eksiğimiz , bir fazlalılığımız yokken , aynı gökyüzünü ve yeryüzünü paylaşırken , aynı uzuvlara sahipken bunca nefret neden ? Belki kardeşimiz , belki akrabalarımızdan biri , belki kapı komşumuz , belki arkadaşımız , belki Veli , belki Mahmut , belki Ayşe , belki Fatma , belki kapımıza gelen postacı… bunlardan her biri belkide eşcinsel. Çocukluktan başlar bu hikaye.Küçük bir çocuk düşünün ; sadece biraz farklı , rengarenk… Oyunlardan mahrum , yalnızlığa mahkum… Özgüven depolamaya ve kendini ifade etmeye yeni yeni başlayan çocuk , toplum tarafından dışlanırsa, hakaretlere uğrarsa olacakları düşünmek bile istemiyorum.
Kendi iç dünyasında , arkadaş ve aile ilişkilerinde , derslerinde genelde başarısız olacaktır. Ve bunlar olurken çocuk daha hiçbir şeyin farkında değildir.Hayatı boyunca olacaklardan habersizdir. Çocuk büyür , kendini yavaş yavaş tanımaya başlar.Milletin ağzı torba değildir ya konuşur da konuşurlar.Çocuk toplumdan kendini soyutlar , kendini ifade edemez.Ne olduğunu anladığı andan itibaren daha çok zorlanır , yalnız hisseder kendini.Durum budur ya kendini açıklayamaz.İşte en büyük ayrımcılık buradadır.
Genç , kendini açıklayamadığı için özgürlük denen kavrama hasret kalır , istediği gibi hareket edemez , istediği gibi giyinemez , istediği gibi düşünemez , istediği gibi sevemez , sevse de karşılık bulamaz… Zaman geçer… Genç , artık tam anlamıyla bir bireydir.Kendi ayakları üzerinde durmak için çabalar.İşte sorunlar ve ayrımcılıklar tam burada başlar.
Diğer insanlar gibi eşit haklara sahip olamazlar , kolayca ev bulamadıkları yetmezmiş gibi ev bulduklarında yüksek tutarlarla karşı karşıya kalırlar , özgürce ve rahatça yaşamak için bulunduğu toplumdan uzaklaşırlar , iş bulmakta zorlanırlar hatta bulamazlar (bu yüzden seks işçiliği yapmak zorunda kalırlar.) , toplumda bir yere sahip olamazlar , yaşlandıklarında ise yalnız kalırlar. önceden değindiğim gibi en önemlisi her açıdan özgür olamazlar. Türk toplumunda örf ve adet denilen genel görülmüş inançlar hakimdir.Bu inançlarda eşcinsellere olan nefret boyutu yüksektir.Eğer bir birey homofobik ise , yetiştirdiği çocukta genel olarak homofobik olacaktır.Ayrıca bu inançlarda homoseksüelliğe , biseksüelliğe yer yoktur. Bu yüzden kişi zaten kendini gizlemek durumda kalacak , örf ve adetlere yenik düşerek belkide evlenecektir. Belkide birçok hikayelerden örnekler , birçok yaşamdan örnekler verilebilir.Ama kabaca bu , insan yaşadıklarından ya da hissettiklerinden kendine pay çıkarabilir.Belkide bilmediğimiz nice insanların sorunları var.Diyeceğim o ki , insanlara karşı önyargılarımızı bir yana bırakarak daha hümanist bir insan , insanları anlayarak daha yetişkin bir birey olabiliriz. Böyle olarak bir şey kaybetmeyiz ama birçok şey kazanabiliriz.
LGBTİ Bireylerinin Günlük Yaşamda Maruz Kaldıkları Ayrımcılıklar ve Yaşamış Oldukları Zorluklar - Görkem Karam - LGBTİ Fm
24 Kasım 2015 Salı
Bir nefret cinayeti daha
Şiddet Mağduru Trans Bireyleri Anma Günü henüz geçmişken İstanbul'da yine nefret cinayeti işlendi. Nilay isimli trans kadın, Maltepe’de bulunan evinde ölü bulundu.
T24'ün haberine göre, Arkadaşları tarafından seks işçisi olduğu belirtilen 33 yaşındaki trans kadın Nilay’ın birden çok bıçak darbesi aldığı ve iple boğularak öldürüldüğü tespit edildi. İlk incelemelere göre,evde boğuşma izine rastlanırken, cinayetin işlendiği evin her yerinde kan olduğu belirtildi.
T24'ün haberine göre, Arkadaşları tarafından seks işçisi olduğu belirtilen 33 yaşındaki trans kadın Nilay’ın birden çok bıçak darbesi aldığı ve iple boğularak öldürüldüğü tespit edildi. İlk incelemelere göre,evde boğuşma izine rastlanırken, cinayetin işlendiği evin her yerinde kan olduğu belirtildi.
Çıplak Düşünceler
Ben hala Lezbiyen, hala sevdalı..Bugünler de yeni bastığım, sonra ufaktan ayağımı korkarak kaldırdığım yirmidördüncü yaşımla başbaşayım. Ne özelliği var bu yaşın diye sorsam da kendime, nedense o çok korktuğum otuzlara yaklaşıyor olmanın verdiği ağır bir çekim herhalde diye karar kıldım kendimce. Geçenler de yine altılı yaşlarıma gittim, arka bahçede öptüğüm kız geldi aklıma, hem hınzır hem umursamaz, hem de maceraperest bir çocuktum. Kızları öper öper salardım, biri de yahu sen beni ne halt yemeye öpüyorsun demezdi. Düşünüyorum da doğru düzgün konuşmazdık bile, ergenliğimin zirvelerinde bu duygunun başıma tonlarca çorap öreceğinden habersizdim o sıralar.
Bundan on yıl öncesi, tahminen bugünler kalbim de, beynim de ve beni saran tüm organlarım da şimşekler çakmaya başladı. Bir kıza aşık olmuştum, ya da her neyse ölesiye bir heyecan, karşı konulamaz duygular vs vs. Bu garip duygular beni hem mutlu ediyor, hem korkutuyordu. Bazı geceler daha çok korkardım. Nasıl başa çıkacağımı bilmediğim duygular yanında toplumun sapık Lut’u olmaya aday bir çocuktum. Öylesine sapıktım ki ; uzaktan uzağa izlediğim iri gözlerinin içindeki o müziği duyabiliyordum. Erkenden uyanıp saatlerce aynanın karşısında onu görecek olmanın heyecanıyla saçlarımı saçma sapan şekillere soktuğumu hatırlıyorum. Ben bu duyguları hissetmeye başladıktan sonra –ki sapıklığımdan olacak ! Son hınzır öpücü halimden eser kalmamış, utangaçlığımla dağı taşı inletir hale gelmiştim. İlk aşkımı asla öpemedim..
Kendim de gelişen bu ani duygular yoğunluğunu elden bırakmayıp beni evire çevire peşinden sürüklüyordu, içinde bulunduğum şeyin ne olduğunu anlamam çok uzun sürmedi. Çözdük çözmesine de hoşlandığım kızlara bunu söylemek bir yana dursun, işin içinden çıkamama hali tüm beyin fonksiyonlarımın da o çağlarda hızla çalışmasına neden oluyor, bu derslerimi bile olumlu etkileyebiliyordu. Bunca engamenin içinde, uçkuruyla başı dertte olan yaş grubunun en saydam haline bürünmüştüm velhasıl. Çıkarımlarım, bakış açılarım falan öylesine bir değişime girmişti ki buna karşı koyamıyor, artık yaşıtlarımla kesinlikle anlaşamıyordum. Sonraları bu duygunun beni asla bırakmayacağına ve bununla da yaşayabilceğime karar verdim birkaç intihar denemesinden sonra..
Hayatıma lise yıllarımda hiçbir açıklama yapmam gerekmeyen ve hooolaaa diye yaşayabileceğim birçok kadın da girmişti. Daha ne istiyordum ki! Hafta da en az iki kadınla birlikte oluyordum ve sonrasında hiçbir şey olmamış gibi dışarı çıkıp mutlu mesut eğlenebiliyorduk. Ama yetmiyordu! İhtiyacım olan şeyin bedenen değil, ruhen bir şey olduğunu fark etmemiş olsaydım. Ruhuma yenik düşerek üniversite yıllarımı bu denli melankoli olarak yaşamak zorunda kalmazdım belki de.. Aşkın öteki adı ‘’Kadın’’ olmuştu hayatımda. Elbette ki toplumsal ahlakı dibine kadar önemseyen her Lezbiyen gibi bir de erkek arkadaşım ! Toplumsal ahlak bazen gözüme kaçsa da eskisi kadar ağlatamıyor beni. Ördek beceren adamdan sonra oldu bu diye düşünüyorum bazen, ya da tecavüzcü amcalar da benim ahlakımı bir tarafıma sokmama neden olmuştur.
Şimdilerde ruhumun boş boş broo kafasında gezdiğinden eminim ! Uzun zamandır yanan canımın acısını boş bir kalple alıyor, hatta bazen hiç sevmedim ben onları diye buna inanmaya çalışıyorum. Ben en çok kadın sevdim bunu biliyorum. Ben hala huzurla uyuyabileceğim o kadını arıyorum. Eşcinsellik kalpte.. Kalbimi dolduran bu duygulara karşı koyacak hiçbir güç, hiçbir ahlak tanımayışım bundandır. Benim dünyam da bir kadını en çok bir kadın ağlatabilir, ve tüm şarkılar bir kadına gider. Toplumu değil de ahlak kurallarını kendiniz de bulmanızı tavsiye edebilirim ancak. Ve inandığım tek şeye inanmaya devam edebilirim. Aşkın en koyu renginde bir durakta ‘’Seni Sevgilim’’ bekleyebilirim..
Bundan on yıl öncesi, tahminen bugünler kalbim de, beynim de ve beni saran tüm organlarım da şimşekler çakmaya başladı. Bir kıza aşık olmuştum, ya da her neyse ölesiye bir heyecan, karşı konulamaz duygular vs vs. Bu garip duygular beni hem mutlu ediyor, hem korkutuyordu. Bazı geceler daha çok korkardım. Nasıl başa çıkacağımı bilmediğim duygular yanında toplumun sapık Lut’u olmaya aday bir çocuktum. Öylesine sapıktım ki ; uzaktan uzağa izlediğim iri gözlerinin içindeki o müziği duyabiliyordum. Erkenden uyanıp saatlerce aynanın karşısında onu görecek olmanın heyecanıyla saçlarımı saçma sapan şekillere soktuğumu hatırlıyorum. Ben bu duyguları hissetmeye başladıktan sonra –ki sapıklığımdan olacak ! Son hınzır öpücü halimden eser kalmamış, utangaçlığımla dağı taşı inletir hale gelmiştim. İlk aşkımı asla öpemedim..
Kendim de gelişen bu ani duygular yoğunluğunu elden bırakmayıp beni evire çevire peşinden sürüklüyordu, içinde bulunduğum şeyin ne olduğunu anlamam çok uzun sürmedi. Çözdük çözmesine de hoşlandığım kızlara bunu söylemek bir yana dursun, işin içinden çıkamama hali tüm beyin fonksiyonlarımın da o çağlarda hızla çalışmasına neden oluyor, bu derslerimi bile olumlu etkileyebiliyordu. Bunca engamenin içinde, uçkuruyla başı dertte olan yaş grubunun en saydam haline bürünmüştüm velhasıl. Çıkarımlarım, bakış açılarım falan öylesine bir değişime girmişti ki buna karşı koyamıyor, artık yaşıtlarımla kesinlikle anlaşamıyordum. Sonraları bu duygunun beni asla bırakmayacağına ve bununla da yaşayabilceğime karar verdim birkaç intihar denemesinden sonra..
Hayatıma lise yıllarımda hiçbir açıklama yapmam gerekmeyen ve hooolaaa diye yaşayabileceğim birçok kadın da girmişti. Daha ne istiyordum ki! Hafta da en az iki kadınla birlikte oluyordum ve sonrasında hiçbir şey olmamış gibi dışarı çıkıp mutlu mesut eğlenebiliyorduk. Ama yetmiyordu! İhtiyacım olan şeyin bedenen değil, ruhen bir şey olduğunu fark etmemiş olsaydım. Ruhuma yenik düşerek üniversite yıllarımı bu denli melankoli olarak yaşamak zorunda kalmazdım belki de.. Aşkın öteki adı ‘’Kadın’’ olmuştu hayatımda. Elbette ki toplumsal ahlakı dibine kadar önemseyen her Lezbiyen gibi bir de erkek arkadaşım ! Toplumsal ahlak bazen gözüme kaçsa da eskisi kadar ağlatamıyor beni. Ördek beceren adamdan sonra oldu bu diye düşünüyorum bazen, ya da tecavüzcü amcalar da benim ahlakımı bir tarafıma sokmama neden olmuştur.
Şimdilerde ruhumun boş boş broo kafasında gezdiğinden eminim ! Uzun zamandır yanan canımın acısını boş bir kalple alıyor, hatta bazen hiç sevmedim ben onları diye buna inanmaya çalışıyorum. Ben en çok kadın sevdim bunu biliyorum. Ben hala huzurla uyuyabileceğim o kadını arıyorum. Eşcinsellik kalpte.. Kalbimi dolduran bu duygulara karşı koyacak hiçbir güç, hiçbir ahlak tanımayışım bundandır. Benim dünyam da bir kadını en çok bir kadın ağlatabilir, ve tüm şarkılar bir kadına gider. Toplumu değil de ahlak kurallarını kendiniz de bulmanızı tavsiye edebilirim ancak. Ve inandığım tek şeye inanmaya devam edebilirim. Aşkın en koyu renginde bir durakta ‘’Seni Sevgilim’’ bekleyebilirim..
15 Kasım 2015 Pazar
Ünlü Eşcinsel, Biseksüel Erkekler ve Kadınlar
Bu özet kullanılabilir değil. Yayını görüntülemek için lütfen
burayı tıklayın.
8 Kasım 2015 Pazar
Kendini tanımak..
Doğduğum an itibariyle hayatımda bulunan kelimeler "lezbiyen" ve "gay"di. Hele de küçük bir ilçede doğduğumu düşünürsek... Bunlar çok da kabul edilir şeyler değildi ve bastırılmış bir toplumda küçük bir insan parçasıydım, tanımsız.
Biyolojik olarak kadındım ama içimde dışarıya çıkmak isteyen koca yürekli bir erkek vardı. Hatırlıyorum da anneme bazen şu cümleyi kurardım; "Keşke erkek olsaydım...". Annemin ağzından dökülen cümle hala aklımdan hiç çıkmıyor ve pek tabii ki psikolojik baskı altında hissettirirdi; "Sakat, özürlü bir sürü insan var! Haline şükretmelisin. Sağlıklı bir kız çocuğusun."
Evet, evet; bu cümle benim içimdeki koca yürekli erkeği sürekli üzen ve de bastıran cümle olmuştur. Belki de hayatıma geç başlamamdaki en büyük etken. Her neyse... Lise 4'e kadar her şey ailemin, toplumun istediği gibiydi. "Kız olmak zorunda" idim; "çünkü vajinam vardı". Bilmezdim ki vajinalı erkek olabileceğini..
Lise 4.. Hem Rüzgar ERKOÇLAR 'ı öğrendiğim zaman, hem de bir kıza ilk kez aşık olduğum an.. ve Henüz kendimi tanımadığım, tanımlayamadığım, anlamlandıramadığım zamanlar. Evet! Aşıktım! ve Ben bir kız çocuğu olarak tanımlayamıyordum kendimi. Üniversiteye gidip yalnız olmadığımı öğreninceye kadar da kendimi tanıyamadım. Eğer ailem, okulum, öğretmenlerim bu konuda "bilinçli" olsaydılar ve televizyonlar bize ve topluma, "lgbti"ye dair her türlü şeyi aktarsaydılar...
"Biz YALNIZ ya da YANLIŞ OLMADIĞIMIZI görebilecektik."
"Biz" diyorum; çünkü bir çok insan var benim gibi, biliyorum! Transeksüel bireyler vardır. ve Ben şanslıyım; belki de bir çok insan toplum tarafından bastırılıp, kendi kendilerine bile bunu itiraf edemiyorlar. Belki de sonsuza kadar mutsuz bir yaşam sürüyorlar.. Kim bilir?
Bilinçli bir toplumda yaşamak istiyorum. Gelecek nesillerin kendilerini daha iyi tanımalarını istiyorum.
Yanlış değiliz! Utanç kaynağı değiliz! İNSANIZ. Her birimizin kocaman kalpleri var. Savaşçı ruhluyuz. Vazgeçmeyelim; mutlu olmak hepimizin hakkı. Hayat, bizim hayatımız.
Kendinize sevgiyle bakın..
Biyolojik olarak kadındım ama içimde dışarıya çıkmak isteyen koca yürekli bir erkek vardı. Hatırlıyorum da anneme bazen şu cümleyi kurardım; "Keşke erkek olsaydım...". Annemin ağzından dökülen cümle hala aklımdan hiç çıkmıyor ve pek tabii ki psikolojik baskı altında hissettirirdi; "Sakat, özürlü bir sürü insan var! Haline şükretmelisin. Sağlıklı bir kız çocuğusun."
Evet, evet; bu cümle benim içimdeki koca yürekli erkeği sürekli üzen ve de bastıran cümle olmuştur. Belki de hayatıma geç başlamamdaki en büyük etken. Her neyse... Lise 4'e kadar her şey ailemin, toplumun istediği gibiydi. "Kız olmak zorunda" idim; "çünkü vajinam vardı". Bilmezdim ki vajinalı erkek olabileceğini..
Lise 4.. Hem Rüzgar ERKOÇLAR 'ı öğrendiğim zaman, hem de bir kıza ilk kez aşık olduğum an.. ve Henüz kendimi tanımadığım, tanımlayamadığım, anlamlandıramadığım zamanlar. Evet! Aşıktım! ve Ben bir kız çocuğu olarak tanımlayamıyordum kendimi. Üniversiteye gidip yalnız olmadığımı öğreninceye kadar da kendimi tanıyamadım. Eğer ailem, okulum, öğretmenlerim bu konuda "bilinçli" olsaydılar ve televizyonlar bize ve topluma, "lgbti"ye dair her türlü şeyi aktarsaydılar...
"Biz YALNIZ ya da YANLIŞ OLMADIĞIMIZI görebilecektik."
"Biz" diyorum; çünkü bir çok insan var benim gibi, biliyorum! Transeksüel bireyler vardır. ve Ben şanslıyım; belki de bir çok insan toplum tarafından bastırılıp, kendi kendilerine bile bunu itiraf edemiyorlar. Belki de sonsuza kadar mutsuz bir yaşam sürüyorlar.. Kim bilir?
Bilinçli bir toplumda yaşamak istiyorum. Gelecek nesillerin kendilerini daha iyi tanımalarını istiyorum.
Yanlış değiliz! Utanç kaynağı değiliz! İNSANIZ. Her birimizin kocaman kalpleri var. Savaşçı ruhluyuz. Vazgeçmeyelim; mutlu olmak hepimizin hakkı. Hayat, bizim hayatımız.
Kendinize sevgiyle bakın..
7 Kasım 2015 Cumartesi
Kadından Oduna
Homofobinin bana bu zamana kadar neler yaşattığını ilk yazımda anlatmıştım. Bundan birkaç ay önce ölmüş olsam, 29 yıllık bir ömür, saklanarak, kendimden kaçarak sonlanmış olacaktı. Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler götüme mi sokucam? Geçti artık.
Bugüne gelelim; o dolaptan çıktıysam da eşikten öteye geçmeye zorlanıyorum. Hadi ben kabul ettim lezbiyen olduğumu, tamamız buraya kadar. Eee…
Düşün arkadaşım…
Ben 29 yaşına kadar yani bugüne kadar öyle olması gerekiyormuş gibi erkeklerle birlikte olmuşum. Aşık olamıyorum dediğimde ya “doğru erkek denk gelmemiş” demişler ya da “duygusuzsun”…
Herkesin ilişkilerde çok romantik saydığı şeyler bana hep çok aptalca gelmiş çünkü ben o erkeklere karşı hiç öyle şeyler hissetmemiş dolayısıyla da onlardan böyle lüzumsuz sevgi gösterileri beklememişim. İnsanlar romantizme bakışımdan dolayı beni odun ilan ederken ben de savunmamı geliştirmiş, o sevgi pıtırcıklarının sevdikleri şeylerin boş olduğunu söylemişim. Çok söyleyince de kendim bile inanmışım.
Sevişmeler var bir de, en zoru…
Koy şimdi kendini yerime!
İlk zamanlar tiksindirici, sonra meraklı, sonra hırslı... Eeee hala heyecan yok n’apıcaz? Başka başka erkekler denemeliyiz ya da başka şeyler. Oldu mu sana sevişmeler bilimsel çalışma! Sevmeden, hoşlanmadan sevişmenin çok normal olduğunu da içselleştirdik böylece… Şimdi bunu gel de insanlara anlat. Anlatırken inan ama… İnanmak zorundasın arkadaşım, yoksa kafayı yersin.
Bağlanmak diye bir şey yok hayatında, aşk yok, sadece kriterlerin var… Bir erkek o kriterlere biraz yaklaşmışsa alıyorsun hayatına ve alışmaya çalışıyorsun. Seviyorsun insanlıklarını, minnet falan bir şeyler oluyor arada bak, olmuyor değil. İnsansın sonuçta kayıtsız kalamazsın sana duyulan sevgiye ama o sevgi senden beklenen sevgi olmuyor işte.
Bu arada bazı kadınları çok seviyorsun. Onlar ki sevişmek için değil sevilmek için yaratılmış kadınlar… Niye öyle düşünüyorsun biliyor musun? Çünkü sen sevişmeyi bilmiyorsun! Sen deney yapmışsın hep, o hayvani bir şey sanki. O kadınların sevişiyor olduğunu bile düşünmek istemiyorsun. Haliyle o kadınlara karşı cinsel istek duymak çok kaba geliyor. Aklından siliyorsun o kaba düşünceleri. O kadın her kimse, ne masum şey öyle, al koynuna ömür boyu sarıl uyu yeter. (Hal böyle olunca da yok ya ben lezbiyen değilim diyorsun hep) Şimdi birleştir bunları; üstü kapalı bir biçimde evlenilecek kadın, eğlenilecek erkek mantığı çıktı ortaya, görüyor musun? Al işte, çok eşli bir hayata da girdin mi farkında olmadan.
Bunların hepsi olurken uzaktan seyrediyorsun kendini; anlamsız, ruhsuz, kaba, çirkin… Sevmiyorsun artık; sıyrılmak, kurtulmak, hatta yok olmak istiyorsun. Neden? Çünkü sen 11 yaşında en saf halinle bir kıza aşık olduğunda çok ağır biçimde aşağılanmışsın. Korkakmışsın belki, belki de seni aşağılayan o insanların sevgisini kaybetmek istememişsin. Onları kaybetmeyeyim derken ruhunu kaybetmişsin. Kadın gibi düşünemiyorsun artık. Odun gibi kalmışsın.
Bugün lezbiyenim/biseksüelim (her neyse) diyorsun, kabul ediyorsun tamam da 29 yıl bir kere sevgini göstermemişsin birine, sen kimseyle flört etmemişsin, kur yapmamışsın, ele dümdük yaşamışsın. Korkmaz mısın arkadaşım? Eline yüzüne bulaştırmaz mısın?
Ben korkuyorum, bulaştırıyorum. Homofobinin yarattığı bu tahribatı yok edene kadar biraz sarsak geçecek belki duygusal yaşamım ama sonunda aşk kazanacak, inanıyorum.
Bugüne gelelim; o dolaptan çıktıysam da eşikten öteye geçmeye zorlanıyorum. Hadi ben kabul ettim lezbiyen olduğumu, tamamız buraya kadar. Eee…
Düşün arkadaşım…
Ben 29 yaşına kadar yani bugüne kadar öyle olması gerekiyormuş gibi erkeklerle birlikte olmuşum. Aşık olamıyorum dediğimde ya “doğru erkek denk gelmemiş” demişler ya da “duygusuzsun”…
Herkesin ilişkilerde çok romantik saydığı şeyler bana hep çok aptalca gelmiş çünkü ben o erkeklere karşı hiç öyle şeyler hissetmemiş dolayısıyla da onlardan böyle lüzumsuz sevgi gösterileri beklememişim. İnsanlar romantizme bakışımdan dolayı beni odun ilan ederken ben de savunmamı geliştirmiş, o sevgi pıtırcıklarının sevdikleri şeylerin boş olduğunu söylemişim. Çok söyleyince de kendim bile inanmışım.
Sevişmeler var bir de, en zoru…
Koy şimdi kendini yerime!
İlk zamanlar tiksindirici, sonra meraklı, sonra hırslı... Eeee hala heyecan yok n’apıcaz? Başka başka erkekler denemeliyiz ya da başka şeyler. Oldu mu sana sevişmeler bilimsel çalışma! Sevmeden, hoşlanmadan sevişmenin çok normal olduğunu da içselleştirdik böylece… Şimdi bunu gel de insanlara anlat. Anlatırken inan ama… İnanmak zorundasın arkadaşım, yoksa kafayı yersin.
Bağlanmak diye bir şey yok hayatında, aşk yok, sadece kriterlerin var… Bir erkek o kriterlere biraz yaklaşmışsa alıyorsun hayatına ve alışmaya çalışıyorsun. Seviyorsun insanlıklarını, minnet falan bir şeyler oluyor arada bak, olmuyor değil. İnsansın sonuçta kayıtsız kalamazsın sana duyulan sevgiye ama o sevgi senden beklenen sevgi olmuyor işte.
Bu arada bazı kadınları çok seviyorsun. Onlar ki sevişmek için değil sevilmek için yaratılmış kadınlar… Niye öyle düşünüyorsun biliyor musun? Çünkü sen sevişmeyi bilmiyorsun! Sen deney yapmışsın hep, o hayvani bir şey sanki. O kadınların sevişiyor olduğunu bile düşünmek istemiyorsun. Haliyle o kadınlara karşı cinsel istek duymak çok kaba geliyor. Aklından siliyorsun o kaba düşünceleri. O kadın her kimse, ne masum şey öyle, al koynuna ömür boyu sarıl uyu yeter. (Hal böyle olunca da yok ya ben lezbiyen değilim diyorsun hep) Şimdi birleştir bunları; üstü kapalı bir biçimde evlenilecek kadın, eğlenilecek erkek mantığı çıktı ortaya, görüyor musun? Al işte, çok eşli bir hayata da girdin mi farkında olmadan.
Bunların hepsi olurken uzaktan seyrediyorsun kendini; anlamsız, ruhsuz, kaba, çirkin… Sevmiyorsun artık; sıyrılmak, kurtulmak, hatta yok olmak istiyorsun. Neden? Çünkü sen 11 yaşında en saf halinle bir kıza aşık olduğunda çok ağır biçimde aşağılanmışsın. Korkakmışsın belki, belki de seni aşağılayan o insanların sevgisini kaybetmek istememişsin. Onları kaybetmeyeyim derken ruhunu kaybetmişsin. Kadın gibi düşünemiyorsun artık. Odun gibi kalmışsın.
Bugün lezbiyenim/biseksüelim (her neyse) diyorsun, kabul ediyorsun tamam da 29 yıl bir kere sevgini göstermemişsin birine, sen kimseyle flört etmemişsin, kur yapmamışsın, ele dümdük yaşamışsın. Korkmaz mısın arkadaşım? Eline yüzüne bulaştırmaz mısın?
Ben korkuyorum, bulaştırıyorum. Homofobinin yarattığı bu tahribatı yok edene kadar biraz sarsak geçecek belki duygusal yaşamım ama sonunda aşk kazanacak, inanıyorum.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)