21 Mayıs 2015 Perşembe

HDP Kartal Atalar Bürosu'nda LGBTİ Film Gösterimi

HDP Kartal Atalar Seçim Bürosu'nda 19 Mayıs'ta LİSTAG derneği (LGBTİ Aileleri) katılımı ile "BENİM ÇOCUĞUM" filmi gösterimi gerçekleştirildi. LİSTAG derneğinden Canberk Yukarı ve Feride Ünal'ın katılımı ile gerçekleştirilen söyleşide LGBTİ bireylerinin toplumda karşılaştıkları sorunlar ve gereken anayasal düzenlemeler ile bu sorunların nasıl çözülebileceği tartışıldı.Yüksek katılımla gerçekleşen etkinliğe özellikle mahalledeki aileler yoğun ilgi gösterdi.İstihdam konusunda büyük sıkıntı yaşayan LGBTİ bireylerinin toplumda "ötekileştirerek" dışlanmasına dikkat çeken LİSTAG üyesi Canberk Yukarı "-Dışlanma önce ailede başlıyor.Ailesi tarafından dışlanan bireylerin kalması için açılan sığınma evlerinin açık kalmasına yönelik mücadelemiz devam ediyor." dedi.HDP Mahalle Gençlik komisyonu söyleşi sonrasında;

"- Kadın çalışmaları ve dayanışmasını yürüten bürolarımızı açtık,biz gençler olarak kendi özerk çalışmalarımızı ve etkinliklerimizi yürütüyoruz,şimdi sıra LGBTİ bürolarımızı açmaya geldi." şeklinde açıklama yaptı.

"RENKLERİNİ AL DA GEL!"

HDP Eş Genel Başkanı Figen Yüksekdağ seçim bildirgesini açıklarken LGBTİ Hakları hakkında;

"Cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılık ve baskıyı ortadan kaldıracak olan Biz'leriz. LGBTİ'lerin eşit, onurlu, insanca yaşam sürdürebilmelerini sağlayacağız. LGBTİ'lerin tanınma sorununu ortadan kaldıracak, eşit yurttaşlığı anayasal güvence altına alacak adımları atacağız. Eğitim, sağlık, istihdam, barınma gibi alanlar başta olmak üzere tüm yasal mevzuatı LGBTİ'lerin eşit yurttaşlar olduğu kabulü ve ayrımcılığa karşı korunması ilkesiyle kapsamlı biçimde düzenleyerek sosyal eşitsizlikleri giderecek, bu yönlü sosyal politikaları hayata geçireceğiz.

Biz'ler "renklerini al da gel" diyoruz. LGBTİ'lerin kendilerine dair söz ve karar sahibi oldukları, örgütlü ve bireysel olarak idari ve siyasi karar mekanizmalarında doğrudan temsil edilebildikleri yerel ve merkezi yönetim yapılanmaları oluşturacağız. BİZ'LER homofobik anlayışın değişmesi için mücadele edeceğiz. Ayrımcı zihniyetten arınmış kampüsler kuracağız. Cinsiyetçi bakışa son vermek için toplumsal eğitim süreci başlatacağız. Her türlü ayrımcılık ve şiddete karşı ulaşılabilir, sonuç alıcı mekanizmalar oluşturacağız." dedi.

Rojhelat Karabulut

16 Mayıs 2015 Cumartesi

Trabzon Mor Balık LGBT Oluşumu Kurucusu İstifa Etti!

Trabzon Mor Balık LGBT oluşumu kurucusu ve aktivistlerinden Meriç Balon Facebook hesabından Trabzon Mor Balık LGBT oluşumundan istifa ettiğini sevenleriyle paylaştı.

İşte Meriç Balon'un Facebook hesabında takipçileriyle paylaştığı Mor Balık LGBT oluşumundan ayrılma gerekçesi..

"Lgbt hareketinin saygı değer örgüt ve derneklerinin çalışan emekçi aktivistlerine ve Lgbt camiasına mektubumdur.Cümlelerime öncelikle içerisinde doğduğumuz ve yaşam mücadelesi verdiğimiz ülkemizde,umarım bir gün daha barış dolu daha özgürlükçü bir hayatın olduğu günleri birlikte soluyacağımız,sevgi dolu bir toplumda görüşmek umuduyla dileklerimi sunuyorum.

Meriç Balon;20 yaşında,2 yıldır Mersin Üniversitesi öğrencisi, gey, özgürlükçü ve homofobi karşıtı mücadeleci bireysel aktivist.

16 Mayıs 2015 Cumartesi

Trabzon Lgbt hareketi ilk olarak 2010 yılında KTÜ'de ki Homofobi karşıtı öğrencilerin Kaos GL ile bir etkinlik düzenlemeleriyle başladı.Ardından bir gey öğrenci (F.V) üniversite içerisinde Lgbt konulu etkinlikler düzenleme girişimlerinde bulundu. 1 Mayıs 2013 ''Aşk Örgütlenmektir'' pankartıyla yürüyüşe katıldı. Asıl büyük adımı ise ben(Meriç Balon) dernekle yaptığım görüşmeler sonucu Kaos GL dergisinin Trabzon RA Kitap evine 3 Ocak 2013 tarihinde gelmesiyle başlangıç tarihi olarak kabul ediyorum. Bu hadise sırasında F.V ile henüz tanışmıyordum. Bir kaç ay sonra nisan ayı gibi tanıştık ve Trabzon'da bir lgbt hareketi başlatmamız gerektiği düşüncemi söylemem üzerine onunda desteğiyle önce bir blog sayfası açtım ve ismini de Listag aile örgütlenmesi adına ''trabzonbenimcocugum.blogspot.com'' isminde blog kurdum. Yazılar yazdım, haberler paylaştım, duyurular yaptım. Bu bile ses getirdi.Trabzon'da da bir hareketlenme olduğu görülmeye başlandı.(Bu gelişmeler esnasında ben Trabzon'da üniversiteye hazırlanıyordum.O nedenle Lgbt hareketi için katkılar sunuyordum.) Blog üzerinden ve daha sonra başka arkadaşlarla tanışıp bir araya gelme vesileleriyle asıl büyük olay için adım atıyorduk. 17 Ocak 2014 günü Masal kafede bir araya gelerek Trabzon şehrinde de artık bir Lgbt oluşumu kurma ihtiyacını gerçekleştirmemiz gerektiğini dile getirdim ve tüm arkadaşlarımızın onayıyla bir örgütlenme aşamasına girmiş olduk. Ancak bir isim bulmamız gerekiyordu. Yine benim de isteğim doğrultusunda tüm arkadaşlardan fikir sunmalarını rica ettim. Ancak bizzat kendi tarafımdan sunulan ve Trabzon'u simgeleyecek olan ismi oy birliğiyle kabul ettik ve 2 Şubat 2014 tarihinde yeniden bir araya geldiğimiz kafede ''Trabzon Mor Balık LGBT'' ismini koyduk. Hız kesmeden bir ilk yaptık,meydana çıktık; 10 soruluk ''Lgbt nedir,çocuğunuz Lgbt olduğunu açıklarsa tepkiniz ne olur?'' gibi sorulardan oluşan 50'ye yakın vatandaşla anket düzenledik. Blog sayfamızın ismini de bu vesileyle ''trabzonmorbaliklgbt.blogspot.com'' olarak değiştirdik. Kısacası biz de Türkiye ve Dünya'da ki Lgbt hareketine paralel olarak varlığımız ve ismimizle katılmış olduk. Trabzon'da yaşamaya devam ettiğim için Mor Balık'ın hemen hemen tüm yetkileri ve sorumlulukları benim üzerimdeydi. Layıkıyla ve üstün bir başarıyla bu hareketi Trabzon'da ilerlettiğimi düşünüyorum. Elbette F.V ve A.T gibi arkadaşlarımızın da Trabzon'da fiilen bulundukları her an Mor Balık için ellerinden gelen mücadeleyi gösterdiler.B ugün ki Mor Balık'ın başarısı hepimizindir.

2014 yazında kazandığım Mersin Üniversitesi benim Mor Balık'la olan etkileşimimi fiiilen yarıda bıraktı. Ancak daha öncede dediğim gibi kurucusu olduğum için ilk etapta tüm yetki ve sorumluluk bendeydi.S osyal medya hesaplarının şifreleri bendeydi. Bu yüzden Mor Balık'tan fiilen koptum ama sosyal medyadan kopmadım. Elimden geldiğince oluşumumuzu devam ettirmek için tüm uygulamalardan haberler ve yazılar paylaştım. İnstagram hesabı dahi oluşturdum,sırf adımız daha çok kişilere ulaşabilsin diye.

Ancak günümüzde Mor Balık maalesef dışardan yalnız kalmış görüntüsü verse de üç arkadaş birbirinden bağımsız bir şekilde Mor Balık adına bulundukları camiada aktivizm yaptılar ben de dahil. Bağımsız diyorum çünkü hiç birimiz bir diğerine Mor Balık oluşumumuzla bağlantılı olarak yaptığı etkinliği bir diğer arkadaşımızı arayarak haber vermedi. Savruk hareket ettik. Bu ne harekete bir şey katar ne de mücadeleyi ilerletir. Maalesef olumsuz sonuçlar ve ilişkiler doğurur. Bugün F.V. ile telefonda yaptığımız konuşma sonrası şunu anladım ki,ben Mor Balık'a emek vermiş bir kurucu aktivist olarak her şeyden uzaklaştırılmış ve yalnızlığa ittirilmişimdir. Ankara'da gerçekleştirilen yerel buluşmalarına hiç bir zaman davet edilmedim. Hiç bir etkinliğe çağrılmadım. Ama ne zaman ki haberler yayınlandı o zaman yerellerde Mor Balık adına etkinliklere giden arkadaşlarımı gördüm. Yorumlarını gördüm.İşte şikayetim ve üzüntüm bundandır. Bağımsız hareket ettiğimizi gösteren en büyük örneklerden bir tanesidir bu durum.

Son olarak yaşanan tüm bu gelişmelerden ötürü yine Mor Balık için emek vermiş,mücadele etmiş,en ufak katkısı olmuş,adını dahi zikretmiş olan her bir arkadaşım,dostum ve lgbt üyesi her birey için teşekkürlerimi borç biliyorum,Teşekkür ediyorum. Saygılar sunuyorum. Bugün aldığım bir kararla sosyal medya şifrelerini Ati Tuğra'ya veriyorum. Böylelikle kurulduğumuz ilk günden beri hayal ettiğim mücadeleyi,Mor Balık'ı ölene kadar yaşatacağım sözünü ne yazık ki burada aynen yutuyorum. Mor Balık ismini de cismini de mücadelesini de F.V ve A.T arkadaşlarına devrediyorum. Mücadelemi bireysel aktivist olarak hiç bir dernek ve oluşum üzerinden değil bizzat tek başıma mücadele etme kararı alıyorum. Bu vesile ve kararla hiç yorulmadan zevkle mücadele verdiğim ve kurucularından olduğum Mor Balık Lgbt oluşumundan istifa ediyorum!Saygılarımla

Meriç Balon"

Mehmet Atak İle Söyleşi

Mehmet Atak ile sizin için özel bir söyleşi gerçekleştirdik.
İşte o söyleşi..

Bilmeyenler için.. Mehmet Atak kimdir?

İnsanım kendini tarifi epey zor, sıkı bir dış göz gerekiyor. Bilemedim.. Yaptığım iş oyunculuk ve yönetmenlik, ama bende işten epey öte. Kendime sanatçı demem, o tanımı TC'de sadece Beklan Algan ve Şahika Tekand için kullanırım tiyatro alanında. Tiyatroda hep kendi yolumu, sözümü, biçimimi aradım, arıyorum. Oyuncu olarak tiyatro dışında kısa ve uzun metraj filmlerde ve mini dizilerde de çalıştım. Çeşitli dönemler jazz club işletmeciliği, tv ve radyo programı sunuculuğu ve yapımcılığı, gazetecilik demek istemiyorum ama bazı dönemler düzenli gazete ve dergilerde yazdım, barmenlik, modellik, bahçıvanlık, badanacılık, garsonluk, cast yönetmenliği, basın ve halkla ilişkiler, seslendirme, dansçılık, senaristlik, rehberlik gibi bir dolu iş yaptım. Tiyatrodan uzak kaldığım ya da uzak kalmak zorunda kaldığım dönemler oldu. Önceleri çok zor gelirdi ya da geçici dönem olarak bakardım. Daha sonra şunu fark ettim, evet içimde bir boşluk taşıyorum ama ölmüyorum. Yani nefes almak, yemek, içmek, dışkılamak gibi değil, ölmüyorsun. Masal Pınarı: Devlet İnsanı Sadece Canını Alarak Öldürmez'de Işık Yenersu, Rüçhan Çalışkur, Şebnem Bozoklu, Ayça Damgacı, Yeşim Büber, Tilbe Saran, Ayşe Lebriz, Defne Halman, Ayşe Tunabaoylu, Akasya Aslıtürkmen, Ayten Uncuoğlu, Eylem Yıldız'la beraber oyuncularımdan biri de Esmeray'dı. Pınar Selek için Garaj İstanbul'da yarım sahnelemek zorunda kaldığım Masal Pınarı: Devlet İnsanı Sadece Canını Alarak Öldürmez'den sonra "son" demiştim "bir daha tiyatro yok". Ama 5-6 sene sonra iki ayrı proje üzerine çalıştım, "Put Yapım Evleri" üzerine ciddi bir ekiple bir seneye yakın çalıştım ama yapımcı bütçeyi denkleştiremedi. Sonra Merheba'yı teklif ettiler, bana dokunan şeyler buldum. Re-write ve konsepte çalışmaya başladım. Sıfır bütçeye rağmen sahnelendi. Nasip.

Neden tiyatroyu seçtiniz?

Aslında ilk tiyatro değildi kafamdaki. Çok çocukken Franco Nero'nun Güney Amerika'da falan geçen macera filmleri vardı çok severdim ve Franco Nero'yu bir meslek zannedip "büyüyünce ne olacaksın?" diyenlere "Franco Nero" derdim. Futbol, resim, atletizm, siyaset, sosyoloji, antropoloji, felsefe, sinema, tarım vb bir dolu branşa ilgi duydum, küçük çapta denemeler yaptım. Oyunculuk ilk devrin siyah-beyaz TRT'sinde Igmar Bergman filmleri gösterildiğinde içime düştü. Yedinci Mühür, Sessizlik, Yaban Çilekleri, Kutsal Bakire Kaynağı... Çok küçüktüm, mümkünmüş gibi "oyuncu olacağım ve sadece Igmar Bergman filmlerinde oynayacağım" derdim. Tiyatro oyunculuğu ise içime ilk İzmir'de Müşfik Kenter'i seyrettiğimde düştü. Hatta bir kez Sevgi Hanım (Sanlı) bir oyun için "bu rolde ilk kez Müşfik'ten sonra birini beğendim" dediğinde uçmuştum. Ego ne berbat, ne sahte bir şey. Hadsizce sevinmiştim oysa seneler sonra o rolü o dönem ne kadar yanlış, eksik, abartılı oynamış olduğumu düşünüyorum. Ben ölümle epey barışık bir insanım, mecazi ya da reel ölümsüzlük tamahım yoktur. Hatta bir dönem kalıcı diye yazı yazmayı bile bırakmıştım. Yani belki de burada ve şimdi olduğu, geriye kalmayacağı için tiyatroyu çok sevdim. Bir de tiyatro temas, temas çok çok önemli. Temas etmeden ezberlerimiz çatlatamaz, empati kuramayız.

Sahne sizin için ne ifade ediyor?

Dediğim gibi tiyatro yapmayınca ölmüyorsunuz. Ama dilerim hayatımın tüm algı değişimlerinde beraber oluruz. Tabii belki bir gün gelir bu yol arkadaşlığı fenaya gider, tiyatro beni ya da ben tiyatroyu bırakırım, yollarımız ayrılır. Ben önce başladığım oyunculuğu ve yönetmenliği hiç kıyaslayamadım. Belki ilk göz ağrılığından oyunculukla duygusal ilişkim daha fazla ama hiç hangisini daha çok sevdiğimi ayıramadım. Birbiriyle teması olsa da çok farklı iki şey. Sahnede olmakla tuhaf bir bağım var. Ben bir oyun çalışmaya başladığımda tek kanallı olurum, yemek yerken, biriyle konuşurken hep aklımda oyun vardır, o süreçte oyunla yatıp oyunla kalkarım. Oyun dışından yanımdaki insanlar için tahammül fersah oluyorum herhalde. .

Tiyatro dışında neler yapıyorsunuz?

Bazı yerlerde "aktivist" titri yüklüyorlar, çok rahatsız oluyorum. Çünkü her insan aktivisttir, vicadanımıza, hayatımıza dokunan şeylere tepki veririz. Pek çok hak arama kampanyası başlattım, içinde çalıştım. İlk başlattığım dönemin Express dergisinde öldürülen gazeteci arkadaşım Metin Göktepe öldürüldüğünde Plaza de Mayo Annelerinden esinle "Never Forget, Never Forgive" diye bir kampanya idi, ardından Küçük İskender'in kitabının yasaklanmasına karşı bir kampanya. Cumartesi Anneleri'nin ikinci dönemini İHD içinde Leman Yurtsever'le beraber başlattık. Üç buçuk seneden fazla gönüllü Gözaltında Kayıplara Karşı Komisyon'da çalıştım. TMK Mağduru Çocuklar için Adalet Çağırıcıları, Kolluğun Öldürdüğü Kürt Çocuklar için Bir Göz De Sen Ol, Yargı Mağdurları için Adalet Çağırıcıları, TC BM Zorla Kaybedilmeye Karşı Sözleşmeyi İmzala gibi kampanyalar başlattım. Keza bireysel hak ihlallari için de cirmim kadar epey kampanya başlattım. Defalarca TCK 318'den (Halkı Askerlikten Soğutmak) yargılandım, sezeryansız doğum yapmış üç kadını çocuklarını asker değil bebek olarak doğurdukları tanığı olarak mahkemeye çıkardığım akıllara seza "Herkes Bebek doğar" davası bunların biriydi. Hala anlamıyorum, üstelik mevcut Anayasa'ya bile aykırı olduğu halde "Halkı askerlijten Soğutmak" diye bir suç tanımı olabilir? O zaman Halkı Dansözlüktan Soğutmak, Halkı İmamlıktan Soğutmak gibi suç tanımlar da olsun bari... Biliyormusunuz Askerlik Kanunu tek başına Anauasa'ya göre suçtur, ayrımcılık suçu işler: "Vatandaşlık görevi" diye bir yanım vardır bu kanunda, o zaman kadınları, heroseksüel olmayan erkekleri ve fiziki engelli erkekleri otomatikman "vatandaş değil" olarak tanımlamış olursunuz. Seneler öce KAOS GL'nin Homofobiye Karşı Çağrı'sını imzalamış az sayıda insandan biriydim. Daha sonra yargı yoluyla Lambdaistanbul’u, derneğin ismindeki ve tüzüğündeki lezbiyen, gey, biseksüel, travesti ve transeksüel kelimelerinin "hukuka, genel ahlaka ve Türk aile yapısına" aykırı olduğu gerekçesiyle kapatmaya kalktıklarında da destek imzacılarından biriydim. Her an haldır haldır bir şeyler yapmaya çalışıyormuşum gibi bir intiba oluşacak. Değil tembellik ederim bol bol, hayal kurarım, bitki yetiştiririm, su aygırı biriktirim, müzik dinlerim, televizyonda film seyrederim, yemek yaparım, sevgilim ve arkadaşlarımla birebir zaman geçiririm. Eskiden seyahat de ederdim ama artık canım istemiyor, ihtiyarladım herhalde.

Türkiye denince aklınıza gelen ilk şey?

Militarizm... TC baştan militarist kurulmuş bir devlet. Eğitimden çalışmaya, sağlıktan cinselliğe TC'de herşey militarist örgütlenmiş. Sevin Okyay'ın çok sevdiğim bir lafı vardır "Askeriye militarizmin son ütüsünün yapıldığı yerdir" diye. Gündelik hayattaki militarizmi fark etmeden, militarizmin alanını ordudan ibaret gördüğümüzde de hiç bir şey değişmeyecek. Askerlikte sahiden de heteroseksüel ya da heteroseksüel taklidi yapan erkek insanların militarizasyonun son ütüsü yapılır. Üstünde olduğunu söylenene şartsız ittat, altında olduğu söylenenenin şatsız itaatini bekleme. Sözüm ona sivil hayata çıkınca da patronuna, devlet görevlisine vb itaat ederken, karısının, sevgilisinin, kardeşinin, çocuğunun, çalışanının vb'nin şartsız itaatini bekler. bu olmayınca da onu cezalandırmayı hakkı görür, normal kabul eder. Bu kadın cinayetlerine, nefret cinayetlerine dayanır.

LGBTİ birey misiniz?

Şu an için hayır. ama ömür denilen süreç önceden kestirilebilen bir şey değildir. Bazı ezberlerimi kırmadan önceki dönem olsa doğrudan "hayır" derdim ama yarın kendi cinsiyetimizden birine şahsi alaka duymayacağınızın garantisini kim verebilir? Bugün kadınlık, erkeklik, eşcinsellik vb nin %99'unun o cinsiyet ya da o cinsel yönelimle alakası yok. Davranışlardan, kılık kıyafete, dile, yapılan işlere hepsi sistemin empoze ettiği roller, daha kolay yönetmek için tektipleştirmeleri. Militarizm ve ataerki fonatik alfabeden, ihtiyaç fazlasının biriktirilmesi, bunun güvenliğinin sağlanması, kentleşme, yöneticiler, iş bölümlerinden beri, soy üzerinden sahte ölümsüzlük tamahından beri iç içe geçmiş iki kaşık gibi özenle inşa edilmiştir ve inşaı devam eder. Ve maalesef bununla malul olanlar sadece erkekler ve heteroseksüeller değildir. Ben "ebeveyn suçludur" derim, dünyaya iradesi dışında bir insan getirdiği için. Benim haberdar olduğum bir çocuğum yok, yol kazalarından da hep dünyaya gelmeden kurtulduk. Ama bir gün bilinçli ya da bilinçsiz bir kaza olursa. İnşallah olmaz. Ben çocuğumun cinsel yönelimiyle alakadar olmam, gelip kendi anlatmazsa sormam bile, beni alakadar edecek olan onun nasıl bir insan olacağıdır.

LGBTİ denince aklınıza gelen ilk şey?

Epey bir zamandır beni insanların cinsiyetleri, cinsel yönelimleri, ırkları, dinleri, milliyetleri, iktisadi sınıfları, eğitimleri, meslekleri vb hiç alakadar etmiyor, o insan alakadar ediyor. Belki de aidiyet siyasetlerini çok tehlikeli gördüğümdendir. Bir dönem televizyonda Gülsüm Ekinci'yle Ötekileştir-Me adlı bir program yapıyorduk, her hafta bir ötkileştirme grubunu alıyor ve konukların birini farklı bir ötekileştirme grubundan davet ediyordu. Ve hiç istisnasız ötekileştirilenlerin başka ötekileştirmelerde nasıl egemen ötekileştiemelere eklemlendiğine şahit olduk. John Mack'in "kurbanın(mağdurun faşizmi diye bir tanımı vardır, mağduriyetinizle narsistik bir empati kurarsanız, onu merkeze yerleştirirseniz bir hiyerarşi oluşturur diğer mağduriyetleri ya da az önemli görür ya da hiç görmezsiniz. Ben insanlara şahsi sorular sormam, mahremlerine girmek gibi gelir bu, hicap duyarım. Mesela Manhattan'da ikamet ettiğin dönem roomadelerimin biri, bir sohpette kendi söyleyince eşcinsel olduğunu öğrenmiştim. Daha önce aklıma bile gelmemişti. Tanıdığım pek çok kişi içinde gecerli bu, cinsel yönelimlerini bilmem, merak etmem, sormam. O insanla ilişkim önemlidir. Paylaşmak isteyip söylemişse bilirim ancak. Açık eşcinsel oldukları için bir mahsuru olmayacağı saikiyle Mehmet Sander, Kutluğ Ataman, Kürşad Kahramanoğlu, Ceyhan Fırat Hızal, Hülya Tarman, Yasemin Öz, Ziya Yoğtu, Ali Erol, Esmeray, Adar Bozbay gibi sevdiğim pek çok LGBTİ arkadaşım var ama arkadaşlığımızda cinsel yönelimlerinin bir rolü yok.

Bir LGBTİ bireyi oynamak ister misiniz?

Tabii çok isterim. Ama Türk sinema ve dizilerinde genellikle gördüğümüz sahte eşcinsel ya da travesti karikatürü bir rol teklif edilirse kabul etmem. Ama seveceğim sahici bir karakter olursa, altından kalkabileceğime de inanırsam çok isterim. Sıkı bir çiftçi pazarı egzersizi, derin bir kazı, ses ve vücut ritmi araştırmaları, onları refleksivleştirecek trainingler... Bir rolün altından kalkabilmek ve bunu yapıp yapamayacağınızı kestirmek önemli. Şu değil mesela ben hemen her provanın bir dönemi "ben bu rolün altından kalkamayacağım, beceremiyeceğim" triplerine girerim, bu bence arama sürecinin tabii semptomlarından ama bir de oyunculuktaki burada ve şimdinizle çepberleri hiç çakışmayacak roller vardır, bunu sezebilmek önemli, yoksa içine edersiniz rolün. Orhan Oğuz, Cemal Şan'ın senaryosundan Dönersen Islık Çal'ı çekeceğinde pek çok oyuncuyla görüşmüşlerdi, biri de bendim ama Fikret'i (Kuşkan) tercih ettiler, o oynadı. Aslı'nın (Öngören) yazdığı Yel Mi Değirmen Mi adlı çok güzel bir oyun vardır, oradaki travesti karaktere talip olmuştum seneler önce ama Aslı'nın kafasında başka bir oyuncu vardı. Mehmet Murat Somer'in ana karakteri travesti bir dedektif olan bir polisiye roman dizisi vardır, onların bazılarında yan karakterlerden biri olan varoştan geçkin bir travesti vardır, bu film olsa ve o rolü oynasam demişimdir. Kutluğ (Ataman) Lola ve Billy The Kid'i ilk yazdığında beni düşünüyordu, ama on küsur sene sonra çekebildi, ben artık fazla kartlamıştım o rol için Baki Davrak oynadı. Xavier Dolan'ın Heartbeats, I Killed My Mother gibi hoş filmleri vardır ama tabii yaş olarak benim oynayabileceğim roller değil.Mesela John Hurt'un oynadığı Partners'teki rol. Oyunculukta idolünüz kim derler ya, benim büyülendiğim oyuncu da John Hurt'dür. Kevin Spacey'in çok iyi oynadığı eşcinsel karakterler vardır. The Adventures of Priscilla, Queen of the Desert'da Terence Stamp'in oynadığı rol müthiştir. Amerika'da Hedwig and The Angry Inch adlı etkileyici bir müzikal seyretmiştim. TC'ye döndüğümde Sumru'ya (Yavrucuk) "Babylon gibi bir yerde küçük bir orkestrayla oynasana bunu" demiştim. Sumru çok yetenekli ve çalışkan bir oyuncudur hemen araştırdı ama "o rolü bir erkek oynamalı" demişti. Seneler sonra maalesef ben seyredemedim ama müthiş bir travesti rolü oynadığını okudum. Nedim'e de (Saban) yine Amerikada seyrettiğim ve onun tiyatrosuna uyacağını düşündüğüm LGBTİ temalı bir müzikli oyun teklif etmiştim ama alakasına celp etmedi zannederim, yapmadı. Mesela Yeşim'in (Dorman) seneler önce yazdığı bunamış bir Kenan Evren ile polisten kaçan bir grup travestinin karakterlerini oluşturduğu 12 Eylül Darbesi üzerine müthiş bir kara komedi vardır. Yeşim, Ankara'da çok önce LGBTİ bir ekiple sahnelemeyi de denemiş ama olmamıştı, tanıdığım-tanıştığım tiyatroyla ilgilenen travestilere hala söylerim ama el atan olmadı. Nahit Sırrı Örik'in son seneleri bir oyun ya da film olsa oynamayı çok isterim. Ben de epey önce Nahit Sırrı'ya el atmıştım. Eski bir apartman dairesinde, ötekileştirilmiş ihtiyar bir adam, ortak fail özünde kendisi olan oyun karakterlerinin hayaletleriyle başbaşa kalmıştır... diyaloglarını Selim İleri'nin yazmasını istiyordum. Hatta ismi bile belliydi: Öğleden Sonra Gece Yarısı. Ama olmadı, nasip değilmiş. Proje çöplüğüme düştü. Dediğim gibi ben teşneyim, yeter ki sahici bir LGBTİ rolü teklif edilsin.

Tiyatroculuk yeteneği olan ve Tiyatro oyuncusu olmayı düşünen LGBTİ bireylere tavsiyeleriniz?

Haşa tavsiye ne haddime. ama oyunculuk, reji ya da başka bir unsurunda tiyatro yapmak isteyen tüm genç insanlara ben tiyatrodaki alanlarında , cinsel yönelimlerini bir yana bırakıp, bir dolu teknikle tanışmalarını, kendi öznel tiyatro dünyalarını kurma düşü kurmalarını, diğer sanatlarla ve dünyada olup biten her şeyle, insanla alakadar olmalarını teklif ederim naçizane. Türcülkük olmasın sadece insanla değil tüm canlılarla...Her hangi bir nedenle kendi söylememişse, ben bugüne kadar tiyatroda çalıştığım insanların cinsel yönelimlerini bilmem mesela.

Tasarlayıp, yönettiğiniz son oynunuz Merhaba'dan biraz bahsedermisiniz?

Merheba baştan benin projem değil. Destar Tiyatronun iki kurucusundan biri olan Mirza Metin'in Galisyalı yazar Sechu Sende'nin Rüyalarında Bile dilimi Kaybetmeyeceğim kitabından genç yazarlara uyarlattığı bir konseptin ilk oyunu. İkincisini Aslı Öngören yönetti, üçüncü e dördüncüyü de Ayşenil Şamlıoğlu ve Orhan Alkaya yönetecek. Mirza ve Berfin (Zenderlioğlu) teklif getirdikleride, ki Reşe Şewe, Gor, Disco 5nolu gibi oyunlarını, tiyatro yolcukları sevdiğim bir grup ve sevdiğim insanlar olduğundan "meselem olacak, temas edeceğim bir oyun çıkar ve re-write yapmam sizin için ilkesel problem değilse evet" demiştim. Sıfır bütçeyle ve kimisi Sevin Okyay, Nalan Özübek, Aslı Erdoğan, Gülsüm Ekinci, Fatmagül Berktay, Kamer Yıldız, Çetin Ok, Yazı Köz, Güler Kazmacı, Suzan Kardeş, Kawa Nemir gibi önceden tanıdığım, kimisi Merheba serüveninde tanıştığım Erdem Kaynarca, Nagihan Gürkan, Burcu Eken, Martha Montecevhi, Can Bora, Adar Bozbay, Ahmet Aslan, Şirin Pancaroğlu, Hilal Polat, Felat Erkozan, Sadin Yeşiltaş, Alan Ciwan, İrfan Güler, Pepa Baamonde, Gonca Gümüşayak, Emrah Hamşioğlu, Vakvak Kardeş, Cihan Güngör gibi kırktan fazla insanın temasıyla ortaya çıktı Merheba. Sande'nin hikayeleri ana dil hakkı üzerineydi. TC'de Kürtçe, Ermenice, Rumca, İbranice, Zazaca, Çerkez dilleri vbnin kamusal alanda yasaklı olması gibi, İspanya'da da Franco diktatörlüğünün sonuna kadar Baskça, Katalanca, Galisyanca yasaklıymış. Beni egemen dilin tahakkümü kadar, tüm dillerin eril ve militarist inşaı, her dilin kendini merkeze aldığında faşistleşmesi de ilgilendiriyordu. Re-write'da bunu öne aldık. Bir de anlattığı kadar, nasıl anlattığı da önemli benim için tiyatronun. Bir kere Bonapartist, Stalinist ya da Jakobenist bir tavırla, Aydınlanmanın modernist hastalığıyla öğreten olmamalı tiyatro benim için. Simülasyon sürecinde bir temas, dertleşme, her seyreden insanın kendi meşrebi ve biyografisiyle yegane alakalar kurabileceği olmalı. Tiyatro serüvenimin son döneminde lineardan, klasik piyesten ve onun sahnelenme alışkanlığından gittikçe daha ihtimamla kaçıyorum, Roland Barthes'ın yazının dikeyliği dediği gibi bir tiyatro dili, kurgusu peşindeyim. Deleuze ve Guattari'nin "minor edebiyat" dediğinin bir tarz tiyatro hısımı. Burada kastedilen minor bir dilde edebiyat değil, korkunç yabancılaşma içinde, ona karşı kendini "öteki" olarak inşa eden bir edebiyat, tiyatro. Post-modern ertesinin tiyatrosu. Metin ya da oyuncunun başat unsur olmadığı, genelde destek unsuru kabul ettirilmiş unsurların bazen tek başına sahneyi sırlandığı bir tiyatro karanlıkta, bir ışıkta ya da br enstalasyonda oyuncu ya da söz olmadan sadece müziğin tek başına sahnede kalabildiği mesela. Ocak başından beri sahneleniyor, son gösteri 28 Mayıs'ta Şermola Peformans'ta. Seneye devam eder mi? İspanya, Finlandiya, Danimarka, İsveç gibi bazı ülkelerden ön çağrılar geldi ama gidebilir mi? Başka şehirlere turne yapar mı? Bunları bilmiyorum. Bir de şunu ekleyeyim, Merheba'dan kısa süre önce çok sevdiğim arkadaşlarımdan Kenan Işık bir kaza geçirip bizim algı düzlemimizden çıkmıştı. Ben, Merheba'ya başlarken, "bu oyun meşrebimce Kenan'a bir dua olsun" demiştim, bu duygum oyun boyunca devam etti, bitimine kadar da devam edecek.

Merhaba adlı oyundan sonra sahnelemeyi düşündüğünüz, sahneleyeceğiniz oyun var mı?

Şu an Esra Alkan'ın yürütücü yapımcılığında iki ayrı ekiple iki proje üzerinde çalışıyoruz. Şimdilik ismi "aslında...? / Kadın Kırımı" olanı Aslı Erdoğan, Hande Çayır, Melisa Vittek, Burcu Eken, Gülsüm Ekinci ve Martha Montecevhi ile, şimdilik ismi "Mutfak Diyalogları" ya da "Mutfak Sohbetleri" olanı ise Derem Çıray, Nevin Cangür ve Sevin Okyay'la çalışıyoruz. İlki Aslı Erdoğan edebiyatıyla içiçe, liearı iyice kıracak, farklı görsel unsurlar, tiyatro dilleri, kakofonik koralar deneneceği, Aslı Erdoğan'ın da performansçı ve oyunun bir bölümünde yazar kimliğiyle interaktif yer alacağı, alternatif bir sahnede ayda bir oynanacak bir oyun. Ayrıca Aslı'nın kitaplarının basıldığı 23 ülkeye de oradaki yayın evleri aracılığıyla gidilebilir belki. İkincisi Zorlu gibi büyük konvensiyonal bir sahne için uyarlanan, Serra Yılmaz üzerine kurduğumuz, her performasta sahnede yemek pişirilecek bir oyun. Daha pek çok özelliği olacak ama şimdiden söylemeyeyim, olur olur a birileri daha önce bir oyunda kullanır, sürprizi kaçar vaz geçmek zorunda kalırız. Ve tabii neticede nasip, yarın ölmeyeceğimin bir garantisi yok.

Mehmet Atak'a teşekkür ederiz.
Türkiye LGBTİ Birliği
http://lgbti.org

13 Mayıs 2015 Çarşamba

Kendin Ol Yeter

İnsanın gelişiminde en zor geçirdiği zaman ergenliktir dimi aynı fikirdeyiz. Burdan bize zorbaca davranan ve gülenlere söylüyorum sizce böyle bir durumda bize gülmek ve insan yerine koymamak akıllıca bir çözüm mü? yani sen öyle yapınca ben değişiyor muyum? bence hayır.Biz hem kendimiz hem siz hemde ailemizle cebelleşiyoruz ve sizin bile tahmin edemeyeceğiniz derecede sorunlarla ama ben kime anlatıyorum.Biz kişiliğimizi oturtmaya çalışırken kafamızdan "ben niye diğerleri gibi değilim"yada "olamıyorum" gibi cevabını bulamadığımız sorularla uğraşıyoruz.Ailemizin değişmeyeceği halde tuhaf kararlar alması,psikologa götürmesi ile uğraşıyoruz.Saçma bide anlamsız.

kendin olmadığın zaman içinde bir şeylerin eksik olduğunu düşünürsün öyle hissedersin .İnsanların senin hakkında farklı düşünmemeleri için bunu sır olarak saklarsın ama er yada geç ailen öğrenir bunu engelleyemezsin.sana kızarlar, aslında iki nedeni vardır .Bir onlara söylememenden dolayı iki her insan ve ebeveyn gibi onlarda hayal kurarlar karşılıklı bir şekilde ama hayaller yıkılınca farklı tepkiler verilir.Beynimizde aynı olayı gerçekleştiririz ama tepkilerimiz farlı olur her zaman.Bunun yüzünden yani sonuç sen ve  senin hayallerin bu kadar bunlar önemlidir.Kendiniz olmak için başkasının ne diyeceğini takmayın.Unutmayın sıkıntınız içinizi dökünce kendin gibi davranınca biter.Bana öyle geldi.

9 Mayıs 2015 Cumartesi

Transeksüel nedir, ne değildir?

Transeksüel sendromu, dünya çapında üniversite hastaneleri tarafından tedavi edilen, doğuştan olan tıbbi bir durumdur. Annenin dölyatağında şekillenen fiziksel (organik) bir durumdur. Tüm memelilerde yavrunun başlangıçtaki cinsiyeti dişidir. Rahimdeki gelişimin 2. ayında, ceninin salgıladığı hormanlarla, bebeğin cinsiyeti ya dişi olarak kalır ya da erkeğe dönüşür. Bu dönemde o küçücük gövdenin ve beynin cinsel yapısı belirlenmiş olur. Bu durum erkeklerin de neden orjinal dişi cinsiyetin izi olarak kalan meme başlarına sahip olduğunu açıklar.

Ceninin gelişiminin tam bu aşamasında birşeyler yanlış gider ve bebeğin gövdesinin cinsiyeti ile beynin cinsiyeti aynı olmaz, yani gövde cinsel dönüşümünü yaparken beyin değişmeden dişi kalır, ya da beyin dönüşümünü yaparken beden dönüşmeden dişi kalır. Beyin üzerinde yapılan araştırmalar bu açıklamayı doğrular. Transeksüel doğmuş kişilerde yapılan otopsilerde beynin cinsiyetinin, doğduğundaki cinsiyeti ile aynı olmadığı görülmüştür. (Beynin bir bölümü erkeklerde ve dişilerde farklıdır.)

Bilinci transeksüel gövdeye uygun hale getirmek tıbben mümkün değildir. Çözüm bedeni beyne/bilince uygun hale getirmektedir. Bu işleme cinsiyetin yeniden belirlenmesi ya da cinsiyet düzeltmesi adı verilir. ışlem uzun yıllar alır (epilasyon, konuşma terapisi, hormon tedavisi gibi). Bir de bu işlemin parasal kaynağı sağlanmış olmalıdır. Ameliyat işlemin en son basamağı değildir.

Transeksüelliğin transvestitlikle bir bağlantısı yoktur. Tranvestitler, erkek olmaktan memnun olmalarına hatta bundan kıvanç duymalarına rağmen kadın gibi görünmekten hoşlanan erkeklerdir.

Transeksüellik eşcinsellik (homoseksüellik) le bağlantılı değildir. Eşcinsel bir erkek eşcinsel bir erkek ile, ve eşcinsel bir kadın eşcinsel bir kadın ile birlikte olur. Bunlar cinsiyetlerinden gurur duyarlar ve kanser veya diğer bir hastalıkla karşılaşmadıkça ameliyatla cinsel organlarının kaldırılmasına karşı çıkarlar. Eşcinsellik bir ilişkiyi ifade eder. Transeksüellik kimlik kaygısı belirtir, cinsel yönelimi değil. Diğer insanlar gibi transeksüel-doğmuş kişide bir erkekle, bir kadınla, her ikisiyle de, ya da hiçbiriyle ilişki kurabilir.

Transeksüellik bir ruhsal hastalık değildir. Psikiyatristler ve psikologlar bunu bir hastalık olarak görüp yıllarca tedavi etmeye uğraştılar. Ama bu ruhsal bir hastalık olmadığından ruh hekimlerince tedavi edilmesinin mümkün olmadığı artık anlaşılmıştır. Hatta bir transeksüelin diğer insanlara göre ruhsal sağlık bakımından daha dengeli olduğu görülmüştür.

Transeksüellerde giyim ve görünüş bir zevk unsuru değildir. Transeksüel kişi özellikle karşı cinsin doğal bir üyesi olarak görülmek için giyinir ve süslenir. Bu tedavini gerekli bir bölümüdür ve kişi ameliyat izni verilene kadar karşı cinsin bir üyesi gibi en az 1 yıl bu rolü yaşamak zorundadır.

Transeksüel, kadın olmak isteyen bir erkek veya erkek olmak isteyen bir kadın değildir. Kimlik belgesinde bir cinsiyetin üyesi olduğu yazmasına rağmen tedaviden önce kişi ne erkekdir ne de kadındır, o transeksüeldir. Çünkü beynindeki/bilincindeki cinsiyet ile kimlik belgesindeki cinsiyet arasında uyumsuzluk vardır.

Sendromun cinsiyetin yeniden belirlenmesi işleminden başka bir yolla tedavisi mümkün değildir. Cinsiyetin yeniden belirlenmesi aşamasına kadar kişi tıbben transeksüel olarak kabul edilirse de işlemden sonra artık o bir transeksüel değil basitçe bir kadın ya da bir erkektir.

Bir transeksüelin hangi ailenin evladı olarak doğabileceği önceden tahmin edilemez. Siz, çocuğunuzun ya da torununuzun transeksüel olup olmadığını bilemezsiniz. Istırap çekenlerin çoğunluğu, herkes gibi doğduğu cinsiyette yaşamayı ısrarla denerken mutsuz geçen onlarca yılını harcar. Öyleki bu kişiler sorgulandıklarında karşı cinsden olmayı ısrarla red bile edebilirler. Yıllar geçip olgunlaştıkça neyin yanlış olduğunu anlamaya başlarlar ve çok büyük bir cesaretle herşeyi kökten değiştirmeye girişebilirler. Çünkü hiç kimse zamanla transeksüel olmaz, siz kişisel olarak transeksüel olup olmadığınızı bilirsiniz. Eğer değilseniz bundan müteşekkir olursunuz.

Tedavi edilmediği takdirde transeksüeller başa çıkamadıkları anksiyete ve depresyonlar neticesinde delirebilir hatta intihar edebilir, çünkü hiç kimse bir ömür boyu mevcut kimliğini bastıramaz. Ameliyat öncesi bu kişilerin %80 i kendini öldürmeyi cidden tasarlar, dener veya gerçekten intihar edebilirler. Ameliyat sonrası bu oran toplumdaki intihar oranları seviyesine düşer.

Transeksüellik önemsenmeyecek bir durum değildir. Genellikle, ailesini, arkadaşlarını, işini, evini, tasarruflarını ve itibarını bu tedavi uğruna yitirebilir. Unutulmamalıdır ki,

Hiç bir şey onların yaşamlarından daha pahalı değildir.

Bu kayıplar, toplumun meseleye duyarsızlığının bir sonucudur. Transeksüel doğmuş olmak onların seçimi değildir. Bu onun kendi yarattığı bir sorun değildir.

Eğer siz cinsiyetinizi ameliyatla değiştirirseniz, bir transeksüelin tedavi öncesi durumuna düşersiniz. Hiç kimse yanlış cinsiyette yaşamaya zorlanamaz, bir gün bile!.
12 Ocak 2000
geocities.com/Wellesley/3116/ne.html

8 Mayıs 2015 Cuma

Aileyi Aile Yapan Aşktır!

2016'da gösterime girmesi planlanan Enchanted - Love makes a family adlı lezbiyen temalı filmden Michaela Kis ile konuştuk.

Evli ve iki çocuklu bir anne bir başka kadınla aşk yaşasa ne olur?

Oluşacak sorunlarla nasıl başa çıkar, kocanıza ve çocuklarınıza bu durumu nasıl anlatırsınız?

Uschi Aşağı Avusturya'da ufak bir köyde yaşamakta,  hayatı nerdeyse mükemmele yakın; bir koca ve iki çocuğa sahiptir.

Ama mutlu mudur?

Bunun cevabını kendisi bile veremez.

Daha fazlasını da kendisine soramaz ta ki 2006'da Uchi 32 yaşındayken Daniela ile tanışır ve daha önceki hayatından daha mutlu olduğunu anlar.

Filmin 2016'da ingilizce altyazılı olarak birçok ülkede gösterime girmesi planlansa da maddi sıkıntılardan dolayı filmin gecikme ihtimali de bulunuyor.

Enchanted - Love makes a family için kaynak sorunu yaşanmasından dolayı İndigogo üzerinden bir yardım kampanası düzenlenmiş.

Kampanyaya destek olmak ve detaylı bilgi için yardım kampanyasının düzenlendiği  İndigogo sayfası ziyaret edilebilir.

Daha detaylı bilgi için Enchanted - Love makes a family Enchanted - Love makes a family Facebook sayfasına da bakabilirsiniz.