Merhaba.. Öncelikle bize kısaca kendinden bahseder misin? George Khotivari kimdir?
1989 yılında Gürcistan’da dünyaya geldim. İlkokulu Gürcistan’da özel konservatuvar tiyatrodan mezun olarak tamamlayıp, ortaokulu ise Türkiye’de Ekişehir’de okudum.Bir çok ünlü isimle vokal ve dansçı olarak çalıştım. Türkiye’de benim için televizyon hayatı 2005 yılında Gülben Ergen ile başladı. 2012’de ise Zuhal Topal ile başlayan serüvenim; Hande Ataizi, Esra Erol, Sinem Yıldız ve Seda Sayan gibi isimlerin sunmakta olduğu izdivaç programlarında evlenmek üzere yer alarak devam etti. Bu yüzdendir ki bir çok sansasyonel haberde yer aldım.
Geçmişte bir takım haberlerde yer almıştın; porno starı olduğuna dair..?
Geçmişimde porno star’ı olduğum ortaya çıkınca hayatım tamamen değişti.
Hayatınızı değiştiren bu olay sonrası ne gibi tepkiler aldınız?
Bana en çok sorulan soru; “Gay misin?”. Değilim fakat olsaydım söylerdim; onlar zeki, neşeli ve de renkli insanlar.
Peki porno starı olmaya nasıl karar verdiniz?
Porno oyunculuğu; cesaret ve fizik ister. Bir çok ünlünün pornosu var, utanmıyorum! Ben cesaretimle, sanatsal bir çalışma koydum ortaya bu filmlerde. İnsanları özendirdiğim söylenemez, bu tür şeyler özenmekle olacak türden değil; içinde varsa yaparsın.
Medya camiasında olmak nasıl bir deneyim?
Sahneyi seviyorum. Salon erkeğiyim. Kendime özgü, değişik bir tarzım olduğundan televizyon hayatım hep zor oldu.
Peki bu zorluklarla karşılaşmamak adına tarzınızdan vazgeçmek istediğiniz olmadı mı hiç?
Benim için hangi dönem olduğu farketmez; içimden geldiği gibi yaşadım, yaşarım da.. Yabancıyım, fakat Atatürk aşığıyım..
Sizin gibi medya camiasında çalışmak isteyen arkadaşlar için soruyoruz; kazançlı bir iş mi?
Çok paralar kazandım. Kazandığımın iki katını da harcadım.. Çünkü gece hayatı, televizyon dünyası, sahneler hep yenilik bekliyor.. Sürekli imaj çalışması yapmak gerekiyor.. Ee haliyle bu da belli bir bütçe gerektiriyor.
LGBTİ camiasına destek amaçlı işleriniz de olmuş.. Kısaca bahseder misiniz?
En son LGBTİ bireylerine destek amaçlı, bir güzellik yarışmasının kareografisini üstlendim. Sahne fiyatım 5.000TL iken, hiç ücret almadım..
Gay değilim diyorsunuz.. Bir çok programda gay bir birey olarak lanse edilişiniz size nasıl yansıdı?
Özgün tarzım ve hayata bakış açım sebebiyle, gay olduğumu düşünen homofobikler yüzünden, bir çok televizyon programında işlerim bozuldu. Acun Ilıcalı, Hülya Avşar, Gülben Ergen, Zuhal Toplal, Kuşum Aydın hep önümü kapattılar.
Bir de evlenmişsiniz; kısaca bahsetmek ister misiniz?
Evlendim. 9 ay boyunca da evli kaldım ve ayrıldım sonradan. Çocuğu olmuyordu. Eşim 45 yaşında bir İngiliz’di. Elhamdülillah geçen yaz müslüman oldum. 26 yaşında da sünnet…
Çalışma hayatınızda hiç mi sizi destekleyen, yardım eden isimler olmadı?
Hande Ataizi, Ece Erken, Vj Bülent, Tuğba Özay ve de Mehmet Ali Erbil’in hayatımdaki rolleri çok büyük..
Olumlu/olumsuz; kazandığınız tecrübelerin size ne gibi faydaları oldu?
Geçmişten bugüne yaşadıklarım ve de gördüklerimden edindiğim tecrübeler sayesinde, bugün kendimi çok daha güçlü hissediyorum.
Gelecekte, tüm yaşadıklarınızı da düşününce, yine LGBTİ projelerinde yer almak gibi bir düşünceniz olur mu?
Elimden geldiğince, bütün sosyal sorumluluk projelerinde yer almak isterim. Gerekirse, kendi kliplerimden elde ettiğim geliri de bağışlarım. Her şey gökkuşağı için; rengimizi her daim canlı tutmalıyız.
Son olarak; “Aşkın cinsiyeti olur mu?” diye sormak istiyorum.. Röportajın bu kısmına kadar, bu soruya verebileceğiniz cevabı aşağı yukarı tahmin edebiliyoruz.. Yine de sizden duymak isteriz.
Aşkın cinsiyeti yoktur. Sanatın da belli bir formu. O yüzden kalıplardan uzak, birbirimize yakın olalım; her şeyden önce insan olarak bu, bizim birbirimize borcumuzdur.
21 Aralık 2015 Pazartesi
20 Aralık 2015 Pazar
Kadın Kadına Aşk Sohbeti
Melce Melaz: Bu yazıyı yazmaya başladığımda ablama eşcinsel olduğumu söyleyeli 3 saat olmuştu. Sanırım hala ağlıyordu. Önce homofobiyle ilgili yazayım dedim; birkaç satır karaladım lakin bir kez daha anladım ki büyük laflar etmek pek bana göre değil. Ben yine beni anlatayım en iyisi…
Ablam duyduğuna inanamama evresini atlattıktan sonra ağlayarak “Öldür beni ya, öldür” dedi. Neden ağladığını sordum; “bu normal mi?” dedi.
Normal?
18 sene önce de bunu söylemişti. Aptallık da demişti…
Normal olmayı hiç önemsememiştim de aptallık sert gelmişti. O yaşa kadar sadece kızlara ilgi duymuş, sadece onları öpmüştüm ama ablamın söylediklerinden anladığım kadarıyla artık büyümem gerekiyordu. Ortaokuldaydım yaa, koskoca ortaokul... Regl bile oluyordum lan, basbayağı kadındım. Artık o çocuksu öpüşmelerden sıyrılıp gerçeğine yönelmeliydim ve gerçek olan pipiydi. Pipiligillerden bir sevgili bulmak büyüdüğümün ispatı olacak, beni kadın yapacaktı. Buldum… O ilk sevgilimin pipisini hiç görmedim de gerçi ama eminim çok güzeldir, en büyüğü, en mükemmellisi, en işlevlisi de kesin onunkidir. Öyle olmalı ki hiç temas etmediğimiz halde varlığını bilmek bile beni kocaman bir kadın olduğuma inandırmaya yetti.
Aslına bakarsanız “kadın” benim için çok küçük yaşlardan itibaren mücadele ve onur demekti. Zeyna ile başlayan kadın kahramanlarıma zaman içinde Nene Hatun, Sanem Ayşe, babamın tüm işkencelere rağmen arkadaşlarının isimlerini vermeyen Dev-Sol üyesi kuzeni, Rosa Parks, Olympe de Gouges, Clara Zetkin gibi birçok isim eklemiştim. Nedense ben kadına en çok güçlü olmayı ve savaşmayı yakıştırmıştım.
Kadınlık bende nasıl oldu da bir erkekle seks yapabilme yetisi ile mücadelecilik arasında sıkıştı kaldı hatırlamıyorum doğrusu. Yalnız bildiğim bir şey var ki kadınlığın içinde aşk yoktu. Erkek âşık olabilir, erkek içip içip ayrılığa ağlayabilir, erkek bir kadının peşinde koşabilir ama bir kadın bunların hiçbirini yapmazdı. Aşk, benim kadın kahramanlarım için fazla mı sümsükçe bir şeydi ne… Yeşilçam’da en sevdiğim erkeğin Sadri Alışık, en sevdiğim kadınınsa Aliye Rona olması çelişkisi, bu algımın ürünü sanırım.
Aşkı ve kadınları, büyümekle güçlü olmak kargaşası içinde eritmiştim ama hayatıma giren bazı kadınlara karşı olan aşırı doz ilgimi nereye oturtacağımı bilememiştim. Lezbiyenlik bana göre sadece aptallıktı ve ben aptal olamazdım. Mademki gerçek olan pipiydi, akıllıca olan da onu seçmekti.
Ben seks ya da eşcinsellik yüzünden cehennem ateşlerinde cayır cayır yanacağımızı düşünmemiştim hiç. Sohbetlerine ve insanlıklarına doyamadığım gay arkadaşlarımı da hiçbir zaman Lut soyu olarak görmemiştim. Benim inandığım Tanrı, yarattıklarında kibri, kul hakkını ve cimriliği affetmezdi. Benim yarattığım bense zayıflığı affetmez…
Bir kadına fazla ilgi duyduğumda hem aptal hem zayıf oluyordum bana göre. Ha bir ara bu duygumun kalıba sığmadığı olmuştu. Bu sefer çok kötü fena aşık olmuştum. İçimdeki aceleci pislik, “zayıflık, aptallık anlamam, banane lan öpüşelim” diye tutturdu da zor zapt ettim. Eee, zapt ettim de n’oldu? Clara Zetkin mi oldum?
Zejavu Çıkmazı: ‘Clara Zetkin’ olamazsın demedim ama olamazmışsın! Sen kendini mi, aşkı mı ötekileştirdin de duyguların aptallık, sevgin ve arzuların zayıflık oldu? Aşkı değil de bakış açına yapıştırmalıyım aptallığı diye düşünüyorum. Sevmediğinden, sevemediğinden doğan bu duygular senin ile o kadar bütünleşmiş ki aslında hiç yaşamadığın o güzide duygu aptallık olarak kabul görmüş hayatında. Merak ediyorum, kendini keşfettiğin şu zaman diliminden sonraları da aşık oluşunu aptallığa bağlayabilecek misin? İşte bağzılarımız da böyle ne yazık ki! Hep olması gerektiği gibi yaşamış olan melce şimdi o 29 senenin kuyruğundan tutup kesse ne kesmese ne! Erkek şeysi de cabası, hissedemediklerinin suçunu yasla gariban heterolara. Olacak iş mi? Bu değil, bu değil, bu hiç değil diye diye sayısız erkekle aşk yaşamış bir kadın söz konusu. Neden? Toplum ‘Aferin’ desin diye mi, hayır yani anlamıyorum. Ailen, arkadaşların ya da sosyal çevren sırtını sıvazlayıp ‘Ne güzel heterosun, fakat iyi heterosun, baya iyi heterosun’ mu? Dedi. Şimdi de demeyecekler ne güzel de Lezbiyensin’mi diyecekler? Tabiki Hayır !
Ablalar ağlamasın. Neden ağlasınlar ki, Lezbiyen olan kardeş ağlatacak bir şey midir?
Geçenler de bir kadınla bir topluluk vasıtasıyla iletişime geçtiğimde çok derin hissettim ben bu durumu. Karşımda ki saygı değer takipçimiz, eşcinsellik konusunda illa ki bir Lezbiyen ile yüz yüze (face to face) görüşmenin onu çok daha iyi bir şekilde aydınlatabileceğinden bahsediyordu ve ekliyordu ‘ben lezbiyen değilim aman ha yanlış anlaşılmasın’ . Sakin olun lütfen dedim’’ tabi ki siz lezbiyen değilsiniz! Ama bu ablamız o kadar korkuyordu ki lezbiyen olarak anılmaktan, böylesine hasta ve sapkın olarak görmüyordu kendini belli ki. Tam bu konuşmalar sırasında onun bilinçaltında yatan ve aklından geçen her şeyi okuyor gibiydim sanki. Döndüm ve dedim ki – lezbiyen olmak da ayıp değil, hetero olmak da, hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. Bütün iş insan olmakta yani yürek de taa şurda bak! Utancından yahut da ‘farklılık’ arayışının seksüel duygularının yüzüne vurulmuş halinden olsa gerek ‘Ok’ dedi. Sen kimsin de bana ‘Ok’ diyorsun diyemedim elbette. Genel de ‘At’ kelimesini daha çok severim oysa ben. At deseydi tamamdı, olsundu. Ama ‘OK’ dedi. Bu olmasındı dedim kendi kendime.
Ee heteroyum deseydi ağlayacak mıydı ablan? Saçlarını bile yaptırıp şıkır şıkır gelecekti düğüne değil mi? Eşcinselim deyince neden tutamadı gözyaşlarını? Çünkü nasıl olurdu, neden olsundu kardeşi bir kadına aşık falan? İşte toplum bize bunu dayata dayata ne hallere düştük gördünüz mü? Doğrusu bu ne ilk ne de son olacak. Duygularını bastıra bastıra yemeden içmeden kesilmiş evli insanlar bile var bu ülkede. Hep olması gerektiği gibi yaşamış olan insanlar bunlar, homofobiyi yetiştirip kendi benliğini yok sayan, gizlenen, ayıplanmaktan korkan, bunu kendine bile itiraf edememiş insanlar… Neden yaptınız bunu bize? Neden kendimizden nefret eder halde bıraktınız? Bilmiyorum.
Peki ya aşk! Tuhaf geliyor çoğunuzun kulağına biliyorum yahu bir kadın başka bir kadını ‘o biçim’ nasıl sever diye düşünmekten uykularınız bile kaçıyordur. Sever! Daha önce de söylemiştim ben bunu, bir kadını en güzel bir kadın sever benim dünyamda... Bu aptallık, zayıflık veya saçmalık değildir. Hemen hemen her insan bir aşk şiiri okuduğunda, Sezen’den bir parça dinlediğinde, bir filmin en ağlak sahnesinde içindeki küçücük dünyada aşkı hissetmenin hazzını yaşamıştır diye düşünüyorum. Cümleler bile en çok bu duyguyu yazıyor, nerdeyse tüm gözler en çok bu kelimeleri okuyorken aşkı ötekileştirmenin, cinsiyetleştirmenin hiçbir mantıklı açıklaması olamaz. Hiç beklemediğin bir zamanda gelen, varlığını ikiye katlayan, kendinden önceye başka birini koymaya yarayan bu büyülü duygunun karşısında etkisiz kalabilmek imkansız olacaktır. Ve aşk senin en el değmemiş yerlerine dokunacaktır...
Bir gün ‘biri’ ama ‘o’ biri okur diye yazardım ben hep. Hep bir kişiye yazdım ben onlarca kelimeyi. Hiç birileri okur diye düşünmedim. Ya da taşımadım böyle kaygılar. Şimdi hayatım da ilk kez birçok kişi okusun istiyorum. Okusun ve anlasınlar ’lütfen doğru’ anlasınlar istiyorum. Utandıkları benliklerini sevmeye, onu yıllarca kenara atmanın hüznüyle, özlemiyle ona sarılmaya çalışsınlar. Korkmasınlar istiyorum…
Haykırsınlar! “Buradayız, Alışın, Hiçbir yere Gitmiyoruz!” diyebilsinler. O gücü bulsunlar kendilerinde paylaşmayı tatsınlar ve hiç aşık olmadan ölüp yitirmesinler... Aşk diyorum, her şeyi aşacaktır!
Bu arada Zeyna falan bizim buralı diye biliyorum ben, az ötede heykeli var. Bizim iki alt mahallede doğmuş biridir kendisi, yani araya sığuşturayım istedim bu notu da. Ben de az Zeyna değilim hani! Bide ‘At’ var. ‘At’ çok önemli bir şeydir. İster şaha kaldır şey etsin, İster kırbacı vur şey etsin ama beyaz atlılar bu tarafa meyletmesin... Sevgilerimle…
Melce Melaz: Efendim sataşma var dikkatinizi çekerim, bana cevap hakkı doğdu. Bu agresif kadın haklı. Aşk küçümsenecek, zayıflık ya da aptallık olarak görülecek bir şey değil. Lakin bağzılarımız bunu geç anlar işte… Aşkın ne olmadığına dair iki seçeneğim cepte şimdi. Peki ya ne olduğuna nasıl karar veriyoruz?
Ne zaman bu konuda ağzımı açsam birileri “aaaa aşık olsan o öyle olmaz” diye lafı ağzıma tıkıyor. Benim hislerimi de kendi kalıplarına göre isimlendiriyorlar. Neden? En güzel, en doğru aşk tanımının kendilerininki olduğuna nasıl karar verdiler ki? Sahip ya da ait olmak, kıskanmak, karışmak ve dokunmak kelimeleri aynı cümle içinde kullanılınca gözlerinde kalp işaretleri beliriyor bağzılarının. Ne kadar basit! “Bu benim olsun mu? Eve götürüp bi şey yaparım ben bunla” cümlesiyle ifade edebileceğimiz şey midir aşk? Hadi bu aşk diyelim, başka türlüsü de olamaz mı? Ben en değerli hislerimi yüklediğim kişiyi, en değerli eşyaların konulduğu ve kapısı ev halkına dahi açılmayan misafir odasını sever gibi sevemez miyim? Dokunmadan, bozmadan, bulaşmadan, arada tozunu pasını silerek… Ara ara açtığım o kapıdan güzelliğine hayranlıkla bakarak… Olmaz mı? Olabilir. Huzur bulduğum, yayılıp ayaklarımı uzattığım salonu sever gibi de sevebilirim tabi, kucağımdakileri döke saça. O da olur. Kiminin aşkı naiftir, kiminin hırçın, kiminin özgür, kiminin mağrur… Biz neysek aşkımız da odur. Bunu yıllarca göz ardı edip aşkı zayıflık olarak nitelendiren bana ve kalıba sokmaya çalışanlara ne buyrulur?
Zejavu Çıkmazı: Aşkın dili, rengi, cinsiyeti ve tek kelimeyle ifade edilebilir bir tarafı olmadığı gibi mevsimi de yoktur. Yanındayken zamanı tutamadığınız insanlara At gibi değl Aşk gibi bakın! Hoşça Kalın!
Ablam duyduğuna inanamama evresini atlattıktan sonra ağlayarak “Öldür beni ya, öldür” dedi. Neden ağladığını sordum; “bu normal mi?” dedi.
Normal?
18 sene önce de bunu söylemişti. Aptallık da demişti…
Normal olmayı hiç önemsememiştim de aptallık sert gelmişti. O yaşa kadar sadece kızlara ilgi duymuş, sadece onları öpmüştüm ama ablamın söylediklerinden anladığım kadarıyla artık büyümem gerekiyordu. Ortaokuldaydım yaa, koskoca ortaokul... Regl bile oluyordum lan, basbayağı kadındım. Artık o çocuksu öpüşmelerden sıyrılıp gerçeğine yönelmeliydim ve gerçek olan pipiydi. Pipiligillerden bir sevgili bulmak büyüdüğümün ispatı olacak, beni kadın yapacaktı. Buldum… O ilk sevgilimin pipisini hiç görmedim de gerçi ama eminim çok güzeldir, en büyüğü, en mükemmellisi, en işlevlisi de kesin onunkidir. Öyle olmalı ki hiç temas etmediğimiz halde varlığını bilmek bile beni kocaman bir kadın olduğuma inandırmaya yetti.
Aslına bakarsanız “kadın” benim için çok küçük yaşlardan itibaren mücadele ve onur demekti. Zeyna ile başlayan kadın kahramanlarıma zaman içinde Nene Hatun, Sanem Ayşe, babamın tüm işkencelere rağmen arkadaşlarının isimlerini vermeyen Dev-Sol üyesi kuzeni, Rosa Parks, Olympe de Gouges, Clara Zetkin gibi birçok isim eklemiştim. Nedense ben kadına en çok güçlü olmayı ve savaşmayı yakıştırmıştım.
Kadınlık bende nasıl oldu da bir erkekle seks yapabilme yetisi ile mücadelecilik arasında sıkıştı kaldı hatırlamıyorum doğrusu. Yalnız bildiğim bir şey var ki kadınlığın içinde aşk yoktu. Erkek âşık olabilir, erkek içip içip ayrılığa ağlayabilir, erkek bir kadının peşinde koşabilir ama bir kadın bunların hiçbirini yapmazdı. Aşk, benim kadın kahramanlarım için fazla mı sümsükçe bir şeydi ne… Yeşilçam’da en sevdiğim erkeğin Sadri Alışık, en sevdiğim kadınınsa Aliye Rona olması çelişkisi, bu algımın ürünü sanırım.
Aşkı ve kadınları, büyümekle güçlü olmak kargaşası içinde eritmiştim ama hayatıma giren bazı kadınlara karşı olan aşırı doz ilgimi nereye oturtacağımı bilememiştim. Lezbiyenlik bana göre sadece aptallıktı ve ben aptal olamazdım. Mademki gerçek olan pipiydi, akıllıca olan da onu seçmekti.
Ben seks ya da eşcinsellik yüzünden cehennem ateşlerinde cayır cayır yanacağımızı düşünmemiştim hiç. Sohbetlerine ve insanlıklarına doyamadığım gay arkadaşlarımı da hiçbir zaman Lut soyu olarak görmemiştim. Benim inandığım Tanrı, yarattıklarında kibri, kul hakkını ve cimriliği affetmezdi. Benim yarattığım bense zayıflığı affetmez…
Bir kadına fazla ilgi duyduğumda hem aptal hem zayıf oluyordum bana göre. Ha bir ara bu duygumun kalıba sığmadığı olmuştu. Bu sefer çok kötü fena aşık olmuştum. İçimdeki aceleci pislik, “zayıflık, aptallık anlamam, banane lan öpüşelim” diye tutturdu da zor zapt ettim. Eee, zapt ettim de n’oldu? Clara Zetkin mi oldum?
Zejavu Çıkmazı: ‘Clara Zetkin’ olamazsın demedim ama olamazmışsın! Sen kendini mi, aşkı mı ötekileştirdin de duyguların aptallık, sevgin ve arzuların zayıflık oldu? Aşkı değil de bakış açına yapıştırmalıyım aptallığı diye düşünüyorum. Sevmediğinden, sevemediğinden doğan bu duygular senin ile o kadar bütünleşmiş ki aslında hiç yaşamadığın o güzide duygu aptallık olarak kabul görmüş hayatında. Merak ediyorum, kendini keşfettiğin şu zaman diliminden sonraları da aşık oluşunu aptallığa bağlayabilecek misin? İşte bağzılarımız da böyle ne yazık ki! Hep olması gerektiği gibi yaşamış olan melce şimdi o 29 senenin kuyruğundan tutup kesse ne kesmese ne! Erkek şeysi de cabası, hissedemediklerinin suçunu yasla gariban heterolara. Olacak iş mi? Bu değil, bu değil, bu hiç değil diye diye sayısız erkekle aşk yaşamış bir kadın söz konusu. Neden? Toplum ‘Aferin’ desin diye mi, hayır yani anlamıyorum. Ailen, arkadaşların ya da sosyal çevren sırtını sıvazlayıp ‘Ne güzel heterosun, fakat iyi heterosun, baya iyi heterosun’ mu? Dedi. Şimdi de demeyecekler ne güzel de Lezbiyensin’mi diyecekler? Tabiki Hayır !
Ablalar ağlamasın. Neden ağlasınlar ki, Lezbiyen olan kardeş ağlatacak bir şey midir?
Geçenler de bir kadınla bir topluluk vasıtasıyla iletişime geçtiğimde çok derin hissettim ben bu durumu. Karşımda ki saygı değer takipçimiz, eşcinsellik konusunda illa ki bir Lezbiyen ile yüz yüze (face to face) görüşmenin onu çok daha iyi bir şekilde aydınlatabileceğinden bahsediyordu ve ekliyordu ‘ben lezbiyen değilim aman ha yanlış anlaşılmasın’ . Sakin olun lütfen dedim’’ tabi ki siz lezbiyen değilsiniz! Ama bu ablamız o kadar korkuyordu ki lezbiyen olarak anılmaktan, böylesine hasta ve sapkın olarak görmüyordu kendini belli ki. Tam bu konuşmalar sırasında onun bilinçaltında yatan ve aklından geçen her şeyi okuyor gibiydim sanki. Döndüm ve dedim ki – lezbiyen olmak da ayıp değil, hetero olmak da, hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil. Bütün iş insan olmakta yani yürek de taa şurda bak! Utancından yahut da ‘farklılık’ arayışının seksüel duygularının yüzüne vurulmuş halinden olsa gerek ‘Ok’ dedi. Sen kimsin de bana ‘Ok’ diyorsun diyemedim elbette. Genel de ‘At’ kelimesini daha çok severim oysa ben. At deseydi tamamdı, olsundu. Ama ‘OK’ dedi. Bu olmasındı dedim kendi kendime.
Ee heteroyum deseydi ağlayacak mıydı ablan? Saçlarını bile yaptırıp şıkır şıkır gelecekti düğüne değil mi? Eşcinselim deyince neden tutamadı gözyaşlarını? Çünkü nasıl olurdu, neden olsundu kardeşi bir kadına aşık falan? İşte toplum bize bunu dayata dayata ne hallere düştük gördünüz mü? Doğrusu bu ne ilk ne de son olacak. Duygularını bastıra bastıra yemeden içmeden kesilmiş evli insanlar bile var bu ülkede. Hep olması gerektiği gibi yaşamış olan insanlar bunlar, homofobiyi yetiştirip kendi benliğini yok sayan, gizlenen, ayıplanmaktan korkan, bunu kendine bile itiraf edememiş insanlar… Neden yaptınız bunu bize? Neden kendimizden nefret eder halde bıraktınız? Bilmiyorum.
Peki ya aşk! Tuhaf geliyor çoğunuzun kulağına biliyorum yahu bir kadın başka bir kadını ‘o biçim’ nasıl sever diye düşünmekten uykularınız bile kaçıyordur. Sever! Daha önce de söylemiştim ben bunu, bir kadını en güzel bir kadın sever benim dünyamda... Bu aptallık, zayıflık veya saçmalık değildir. Hemen hemen her insan bir aşk şiiri okuduğunda, Sezen’den bir parça dinlediğinde, bir filmin en ağlak sahnesinde içindeki küçücük dünyada aşkı hissetmenin hazzını yaşamıştır diye düşünüyorum. Cümleler bile en çok bu duyguyu yazıyor, nerdeyse tüm gözler en çok bu kelimeleri okuyorken aşkı ötekileştirmenin, cinsiyetleştirmenin hiçbir mantıklı açıklaması olamaz. Hiç beklemediğin bir zamanda gelen, varlığını ikiye katlayan, kendinden önceye başka birini koymaya yarayan bu büyülü duygunun karşısında etkisiz kalabilmek imkansız olacaktır. Ve aşk senin en el değmemiş yerlerine dokunacaktır...
Bir gün ‘biri’ ama ‘o’ biri okur diye yazardım ben hep. Hep bir kişiye yazdım ben onlarca kelimeyi. Hiç birileri okur diye düşünmedim. Ya da taşımadım böyle kaygılar. Şimdi hayatım da ilk kez birçok kişi okusun istiyorum. Okusun ve anlasınlar ’lütfen doğru’ anlasınlar istiyorum. Utandıkları benliklerini sevmeye, onu yıllarca kenara atmanın hüznüyle, özlemiyle ona sarılmaya çalışsınlar. Korkmasınlar istiyorum…
Haykırsınlar! “Buradayız, Alışın, Hiçbir yere Gitmiyoruz!” diyebilsinler. O gücü bulsunlar kendilerinde paylaşmayı tatsınlar ve hiç aşık olmadan ölüp yitirmesinler... Aşk diyorum, her şeyi aşacaktır!
Bu arada Zeyna falan bizim buralı diye biliyorum ben, az ötede heykeli var. Bizim iki alt mahallede doğmuş biridir kendisi, yani araya sığuşturayım istedim bu notu da. Ben de az Zeyna değilim hani! Bide ‘At’ var. ‘At’ çok önemli bir şeydir. İster şaha kaldır şey etsin, İster kırbacı vur şey etsin ama beyaz atlılar bu tarafa meyletmesin... Sevgilerimle…
Melce Melaz: Efendim sataşma var dikkatinizi çekerim, bana cevap hakkı doğdu. Bu agresif kadın haklı. Aşk küçümsenecek, zayıflık ya da aptallık olarak görülecek bir şey değil. Lakin bağzılarımız bunu geç anlar işte… Aşkın ne olmadığına dair iki seçeneğim cepte şimdi. Peki ya ne olduğuna nasıl karar veriyoruz?
Ne zaman bu konuda ağzımı açsam birileri “aaaa aşık olsan o öyle olmaz” diye lafı ağzıma tıkıyor. Benim hislerimi de kendi kalıplarına göre isimlendiriyorlar. Neden? En güzel, en doğru aşk tanımının kendilerininki olduğuna nasıl karar verdiler ki? Sahip ya da ait olmak, kıskanmak, karışmak ve dokunmak kelimeleri aynı cümle içinde kullanılınca gözlerinde kalp işaretleri beliriyor bağzılarının. Ne kadar basit! “Bu benim olsun mu? Eve götürüp bi şey yaparım ben bunla” cümlesiyle ifade edebileceğimiz şey midir aşk? Hadi bu aşk diyelim, başka türlüsü de olamaz mı? Ben en değerli hislerimi yüklediğim kişiyi, en değerli eşyaların konulduğu ve kapısı ev halkına dahi açılmayan misafir odasını sever gibi sevemez miyim? Dokunmadan, bozmadan, bulaşmadan, arada tozunu pasını silerek… Ara ara açtığım o kapıdan güzelliğine hayranlıkla bakarak… Olmaz mı? Olabilir. Huzur bulduğum, yayılıp ayaklarımı uzattığım salonu sever gibi de sevebilirim tabi, kucağımdakileri döke saça. O da olur. Kiminin aşkı naiftir, kiminin hırçın, kiminin özgür, kiminin mağrur… Biz neysek aşkımız da odur. Bunu yıllarca göz ardı edip aşkı zayıflık olarak nitelendiren bana ve kalıba sokmaya çalışanlara ne buyrulur?
Zejavu Çıkmazı: Aşkın dili, rengi, cinsiyeti ve tek kelimeyle ifade edilebilir bir tarafı olmadığı gibi mevsimi de yoktur. Yanındayken zamanı tutamadığınız insanlara At gibi değl Aşk gibi bakın! Hoşça Kalın!
Etiketler:
Köşe Yazarları,
Lezbiyen,
Lezbiyenler,
Lezbiyenlik
29 Kasım 2015 Pazar
Ortaokulda Eşcinsel Olmak
Yıllar sonra en yakın arkadaşımla birlikte okuduğumuz ortaokulu ziyarete gittik, sınıfımıza uğradık. Oturduğumuz sıralarda yeniden oturduk. Bizden üç-dört yaş küçük öğrencilerle ders dinledik. Orada geçirdiğim her anı yeniden yaşıyormuşum gibi incelemeye başladım etrafı. Pencereden görünen çam ağacının altına gömdüğüm sınıfta kullandığımız ilk renkli tebeşiri, kalorifer peteklerinde kuruttuğum eldivenlerimi, Betül’ün soluk mu soluk sarı tenini, diyabet hastası Ayşe’nin söylediği “Cerrah Paşa” adlı şarkıyı, Ahmet’in sulu, edepsiz şakalarını, Mustafa’nın matematik öğretmenimiz Burcu Hoca’ya küfür etmesini, Ali’nin aldığımız her yiyecekten biraz aşırmasını… Hepsini hatırladım. Futbol oynamamak için sürekli “Ayağımda tırnak batması var.” deyişimi, en iyi arkadaşımın, voleybol oynuyor diye dayak yiyecek olmasını, sadece ikimize takılan lakapları, beden eğitimi öğretmenimiz Muzaffer Hoca’nın dikkat çekici, dar eşofmanlarını bile hatırladım.
Teneffüs zili çalınca sınıfın her köşesine biraz göz geçirdik. Hatırladıklarımızdan bahsettik birbirimize. Sonra duvara kazınmış bir liste gördük. Bizim sınıfın, sanırım okulun son günü kazıdığı on beş kişilik sınıf öğrencileri listesiydi. Liste kategorize edilmişti, aynen şu şekilde;
SINIFIN KIZLARI:
Merve V.
Büşra
Betül
Ayşe
Hilal
Merve A.
Kübra
SINIFIN ERKEKLERİ:
Ali
Mustafa
Ahmet
Okan
Cengiz
Fatih
SINIFIN TOPLARI
Bir Lakap (Ben)
Bir Lakap (En Yakın Arkadaşım)
İsimlerimiz yoktu o listede, sadece lakaplarımız vardı; yazmaktan bile çekinmeme sebep olacak kadar rahatsız edici “lakaplarımız”. Listeye öylece bakarken utançtan yerin dibine girdim. 4 yıl boyunca bu sınıfta okuyan her öğrenci, her gün bu listeyi gördü. Kimse bu listeyi yok etmedi, kimse bunu rahatsız edici bulmadı. O liste ünlü bir ressamın, başarılı bir eseriymişçesine yıllarca orada öylece durdu. Bir şeyin farkına vardım. Biz kendimizi yeni yeni öğrendiğimiz on sekizli yaşlarda dışlanmaya başlamamıştık. Hep dışarıdaydık, daima ötekileştirilmiştik. Bizi kendilerine yakıştırmıyorlardı. Yoksa neden hiçbir kışkırtıcı hareketimiz olmamasına rağmen bizden nefret ediyorlar, lakaplar takıyorlardı ki? O listede neden hepsinin adı yazılıyken bizim lakaplarımız yazılıydı? Onlardan farklı ne hissediyor, ne yaşıyorduk? Hiçbir şey. Birçoğundan daha iyi kalpli, daha anlayışlı, daha hoşgörülü, daha merhametliydik hatta. Başarılıydık. Bunlar nefret edilesi şeyler değil. İşin en ilginç tarafı birileri daima bizden/kendimizden daha önce fark ediyor homoseksüel olduğumuzu. Biz çok sonradan öğreniyoruz bunu. Çünkü kaçıyoruz, korkuyoruz, saklanıyoruz bu duygulardan. Sırf toplumda bir ismimiz olsun diye. Aynı rahimden çıkmamıza rağmen kabul gören heteroseksüel kardeşimizle aynı kefeye koyulalım diye. Aslında kendimizi kabullenince de pek bir şey değişmiyor. Yine kaçıp saklanıyoruz, lakaplar yerini takma ya da sahte isimlere bırakıyor. Kendi zihnimizin ürettiği bir savunma aracı olarak… Bir zamanlar üzerimize yağdırılan o ucu zehirli kurşun gibi vücudumuzu delip geçen, sonrasında derin bir acı veren lakaplar bu kez takma isimler olarak elimizde bir kalkana dönüşüyor, bir savunma sistemine, bir görünmezlik pelerinine. İşte bu da bizim oyunumuz. Sürekli oynadığımız, zerre kadar keyif almadığımız, resmen bir zorunluluk olmuş “saklambaç oyunumuz”, bitmek bilmeyen, acilen bitmesi gereken…
Eminim, görüyor, hissediyorum. Hepimiz duvara yaslanmış geri sayan, saklanmayı bize zorunlu koşan, homofobik ve sözde yardım sever heteroseksüellerin tam arkasında bekleyip saymayı bitirmesini bekleyeceğiz. Arkalarını döndüklerinde kimsenin saklanmadığını görecekler. Soru sormalarına gerek kalmadan anlayacaklar ki “Biz bu oyundan çok sıkıldık.”
Siz de emin olun, öyle bir gün gelecek ki; hiçbir LGBTİ bireyi, çeşitli nedenlerden dolayı takma isim kullanmak zorunda kalmayacak. Çünkü bu gün takma isim kullanmak zorunda kalmış biriyim. Görünmezlik pelerini sandığım bu işkence torbasından kurtulmak için elimden geleni yapacağım. Yanında yürüyeceğim ve yanımda olacak insanlar olduğunu biliyorum. Uzattığınız eli tutmaya hazırım. Son saklambacın geri sayımı başlasın.
Listenin İsimsizleri - Sol'ucan - LGBTİ Fm
Teneffüs zili çalınca sınıfın her köşesine biraz göz geçirdik. Hatırladıklarımızdan bahsettik birbirimize. Sonra duvara kazınmış bir liste gördük. Bizim sınıfın, sanırım okulun son günü kazıdığı on beş kişilik sınıf öğrencileri listesiydi. Liste kategorize edilmişti, aynen şu şekilde;
SINIFIN KIZLARI:
Merve V.
Büşra
Betül
Ayşe
Hilal
Merve A.
Kübra
SINIFIN ERKEKLERİ:
Ali
Mustafa
Ahmet
Okan
Cengiz
Fatih
SINIFIN TOPLARI
Bir Lakap (Ben)
Bir Lakap (En Yakın Arkadaşım)
İsimlerimiz yoktu o listede, sadece lakaplarımız vardı; yazmaktan bile çekinmeme sebep olacak kadar rahatsız edici “lakaplarımız”. Listeye öylece bakarken utançtan yerin dibine girdim. 4 yıl boyunca bu sınıfta okuyan her öğrenci, her gün bu listeyi gördü. Kimse bu listeyi yok etmedi, kimse bunu rahatsız edici bulmadı. O liste ünlü bir ressamın, başarılı bir eseriymişçesine yıllarca orada öylece durdu. Bir şeyin farkına vardım. Biz kendimizi yeni yeni öğrendiğimiz on sekizli yaşlarda dışlanmaya başlamamıştık. Hep dışarıdaydık, daima ötekileştirilmiştik. Bizi kendilerine yakıştırmıyorlardı. Yoksa neden hiçbir kışkırtıcı hareketimiz olmamasına rağmen bizden nefret ediyorlar, lakaplar takıyorlardı ki? O listede neden hepsinin adı yazılıyken bizim lakaplarımız yazılıydı? Onlardan farklı ne hissediyor, ne yaşıyorduk? Hiçbir şey. Birçoğundan daha iyi kalpli, daha anlayışlı, daha hoşgörülü, daha merhametliydik hatta. Başarılıydık. Bunlar nefret edilesi şeyler değil. İşin en ilginç tarafı birileri daima bizden/kendimizden daha önce fark ediyor homoseksüel olduğumuzu. Biz çok sonradan öğreniyoruz bunu. Çünkü kaçıyoruz, korkuyoruz, saklanıyoruz bu duygulardan. Sırf toplumda bir ismimiz olsun diye. Aynı rahimden çıkmamıza rağmen kabul gören heteroseksüel kardeşimizle aynı kefeye koyulalım diye. Aslında kendimizi kabullenince de pek bir şey değişmiyor. Yine kaçıp saklanıyoruz, lakaplar yerini takma ya da sahte isimlere bırakıyor. Kendi zihnimizin ürettiği bir savunma aracı olarak… Bir zamanlar üzerimize yağdırılan o ucu zehirli kurşun gibi vücudumuzu delip geçen, sonrasında derin bir acı veren lakaplar bu kez takma isimler olarak elimizde bir kalkana dönüşüyor, bir savunma sistemine, bir görünmezlik pelerinine. İşte bu da bizim oyunumuz. Sürekli oynadığımız, zerre kadar keyif almadığımız, resmen bir zorunluluk olmuş “saklambaç oyunumuz”, bitmek bilmeyen, acilen bitmesi gereken…
Eminim, görüyor, hissediyorum. Hepimiz duvara yaslanmış geri sayan, saklanmayı bize zorunlu koşan, homofobik ve sözde yardım sever heteroseksüellerin tam arkasında bekleyip saymayı bitirmesini bekleyeceğiz. Arkalarını döndüklerinde kimsenin saklanmadığını görecekler. Soru sormalarına gerek kalmadan anlayacaklar ki “Biz bu oyundan çok sıkıldık.”
Siz de emin olun, öyle bir gün gelecek ki; hiçbir LGBTİ bireyi, çeşitli nedenlerden dolayı takma isim kullanmak zorunda kalmayacak. Çünkü bu gün takma isim kullanmak zorunda kalmış biriyim. Görünmezlik pelerini sandığım bu işkence torbasından kurtulmak için elimden geleni yapacağım. Yanında yürüyeceğim ve yanımda olacak insanlar olduğunu biliyorum. Uzattığınız eli tutmaya hazırım. Son saklambacın geri sayımı başlasın.
Listenin İsimsizleri - Sol'ucan - LGBTİ Fm
25 Kasım 2015 Çarşamba
Eşcinsellere Yönelik Ayrımcılık ve Şiddet
Homoseksüeller olarak toplumun nefretle baktığı , dışladığı , yeri geldiğinde darp edildiği , yeri gediğinde tecavüz edildiği , yeri geldiğinde tehdit edildiği , yeri geldiğinde cinayete kurban gittiği bireyleriz.
Bir eksiğimiz , bir fazlalılığımız yokken , aynı gökyüzünü ve yeryüzünü paylaşırken , aynı uzuvlara sahipken bunca nefret neden ? Belki kardeşimiz , belki akrabalarımızdan biri , belki kapı komşumuz , belki arkadaşımız , belki Veli , belki Mahmut , belki Ayşe , belki Fatma , belki kapımıza gelen postacı… bunlardan her biri belkide eşcinsel. Çocukluktan başlar bu hikaye.Küçük bir çocuk düşünün ; sadece biraz farklı , rengarenk… Oyunlardan mahrum , yalnızlığa mahkum… Özgüven depolamaya ve kendini ifade etmeye yeni yeni başlayan çocuk , toplum tarafından dışlanırsa, hakaretlere uğrarsa olacakları düşünmek bile istemiyorum.
Kendi iç dünyasında , arkadaş ve aile ilişkilerinde , derslerinde genelde başarısız olacaktır. Ve bunlar olurken çocuk daha hiçbir şeyin farkında değildir.Hayatı boyunca olacaklardan habersizdir. Çocuk büyür , kendini yavaş yavaş tanımaya başlar.Milletin ağzı torba değildir ya konuşur da konuşurlar.Çocuk toplumdan kendini soyutlar , kendini ifade edemez.Ne olduğunu anladığı andan itibaren daha çok zorlanır , yalnız hisseder kendini.Durum budur ya kendini açıklayamaz.İşte en büyük ayrımcılık buradadır.
Genç , kendini açıklayamadığı için özgürlük denen kavrama hasret kalır , istediği gibi hareket edemez , istediği gibi giyinemez , istediği gibi düşünemez , istediği gibi sevemez , sevse de karşılık bulamaz… Zaman geçer… Genç , artık tam anlamıyla bir bireydir.Kendi ayakları üzerinde durmak için çabalar.İşte sorunlar ve ayrımcılıklar tam burada başlar.
Diğer insanlar gibi eşit haklara sahip olamazlar , kolayca ev bulamadıkları yetmezmiş gibi ev bulduklarında yüksek tutarlarla karşı karşıya kalırlar , özgürce ve rahatça yaşamak için bulunduğu toplumdan uzaklaşırlar , iş bulmakta zorlanırlar hatta bulamazlar (bu yüzden seks işçiliği yapmak zorunda kalırlar.) , toplumda bir yere sahip olamazlar , yaşlandıklarında ise yalnız kalırlar. önceden değindiğim gibi en önemlisi her açıdan özgür olamazlar. Türk toplumunda örf ve adet denilen genel görülmüş inançlar hakimdir.Bu inançlarda eşcinsellere olan nefret boyutu yüksektir.Eğer bir birey homofobik ise , yetiştirdiği çocukta genel olarak homofobik olacaktır.Ayrıca bu inançlarda homoseksüelliğe , biseksüelliğe yer yoktur. Bu yüzden kişi zaten kendini gizlemek durumda kalacak , örf ve adetlere yenik düşerek belkide evlenecektir. Belkide birçok hikayelerden örnekler , birçok yaşamdan örnekler verilebilir.Ama kabaca bu , insan yaşadıklarından ya da hissettiklerinden kendine pay çıkarabilir.Belkide bilmediğimiz nice insanların sorunları var.Diyeceğim o ki , insanlara karşı önyargılarımızı bir yana bırakarak daha hümanist bir insan , insanları anlayarak daha yetişkin bir birey olabiliriz. Böyle olarak bir şey kaybetmeyiz ama birçok şey kazanabiliriz.
LGBTİ Bireylerinin Günlük Yaşamda Maruz Kaldıkları Ayrımcılıklar ve Yaşamış Oldukları Zorluklar - Görkem Karam - LGBTİ Fm
Bir eksiğimiz , bir fazlalılığımız yokken , aynı gökyüzünü ve yeryüzünü paylaşırken , aynı uzuvlara sahipken bunca nefret neden ? Belki kardeşimiz , belki akrabalarımızdan biri , belki kapı komşumuz , belki arkadaşımız , belki Veli , belki Mahmut , belki Ayşe , belki Fatma , belki kapımıza gelen postacı… bunlardan her biri belkide eşcinsel. Çocukluktan başlar bu hikaye.Küçük bir çocuk düşünün ; sadece biraz farklı , rengarenk… Oyunlardan mahrum , yalnızlığa mahkum… Özgüven depolamaya ve kendini ifade etmeye yeni yeni başlayan çocuk , toplum tarafından dışlanırsa, hakaretlere uğrarsa olacakları düşünmek bile istemiyorum.
Kendi iç dünyasında , arkadaş ve aile ilişkilerinde , derslerinde genelde başarısız olacaktır. Ve bunlar olurken çocuk daha hiçbir şeyin farkında değildir.Hayatı boyunca olacaklardan habersizdir. Çocuk büyür , kendini yavaş yavaş tanımaya başlar.Milletin ağzı torba değildir ya konuşur da konuşurlar.Çocuk toplumdan kendini soyutlar , kendini ifade edemez.Ne olduğunu anladığı andan itibaren daha çok zorlanır , yalnız hisseder kendini.Durum budur ya kendini açıklayamaz.İşte en büyük ayrımcılık buradadır.
Genç , kendini açıklayamadığı için özgürlük denen kavrama hasret kalır , istediği gibi hareket edemez , istediği gibi giyinemez , istediği gibi düşünemez , istediği gibi sevemez , sevse de karşılık bulamaz… Zaman geçer… Genç , artık tam anlamıyla bir bireydir.Kendi ayakları üzerinde durmak için çabalar.İşte sorunlar ve ayrımcılıklar tam burada başlar.
Diğer insanlar gibi eşit haklara sahip olamazlar , kolayca ev bulamadıkları yetmezmiş gibi ev bulduklarında yüksek tutarlarla karşı karşıya kalırlar , özgürce ve rahatça yaşamak için bulunduğu toplumdan uzaklaşırlar , iş bulmakta zorlanırlar hatta bulamazlar (bu yüzden seks işçiliği yapmak zorunda kalırlar.) , toplumda bir yere sahip olamazlar , yaşlandıklarında ise yalnız kalırlar. önceden değindiğim gibi en önemlisi her açıdan özgür olamazlar. Türk toplumunda örf ve adet denilen genel görülmüş inançlar hakimdir.Bu inançlarda eşcinsellere olan nefret boyutu yüksektir.Eğer bir birey homofobik ise , yetiştirdiği çocukta genel olarak homofobik olacaktır.Ayrıca bu inançlarda homoseksüelliğe , biseksüelliğe yer yoktur. Bu yüzden kişi zaten kendini gizlemek durumda kalacak , örf ve adetlere yenik düşerek belkide evlenecektir. Belkide birçok hikayelerden örnekler , birçok yaşamdan örnekler verilebilir.Ama kabaca bu , insan yaşadıklarından ya da hissettiklerinden kendine pay çıkarabilir.Belkide bilmediğimiz nice insanların sorunları var.Diyeceğim o ki , insanlara karşı önyargılarımızı bir yana bırakarak daha hümanist bir insan , insanları anlayarak daha yetişkin bir birey olabiliriz. Böyle olarak bir şey kaybetmeyiz ama birçok şey kazanabiliriz.
LGBTİ Bireylerinin Günlük Yaşamda Maruz Kaldıkları Ayrımcılıklar ve Yaşamış Oldukları Zorluklar - Görkem Karam - LGBTİ Fm
24 Kasım 2015 Salı
Bir nefret cinayeti daha
Şiddet Mağduru Trans Bireyleri Anma Günü henüz geçmişken İstanbul'da yine nefret cinayeti işlendi. Nilay isimli trans kadın, Maltepe’de bulunan evinde ölü bulundu.
T24'ün haberine göre, Arkadaşları tarafından seks işçisi olduğu belirtilen 33 yaşındaki trans kadın Nilay’ın birden çok bıçak darbesi aldığı ve iple boğularak öldürüldüğü tespit edildi. İlk incelemelere göre,evde boğuşma izine rastlanırken, cinayetin işlendiği evin her yerinde kan olduğu belirtildi.
T24'ün haberine göre, Arkadaşları tarafından seks işçisi olduğu belirtilen 33 yaşındaki trans kadın Nilay’ın birden çok bıçak darbesi aldığı ve iple boğularak öldürüldüğü tespit edildi. İlk incelemelere göre,evde boğuşma izine rastlanırken, cinayetin işlendiği evin her yerinde kan olduğu belirtildi.
Çıplak Düşünceler
Ben hala Lezbiyen, hala sevdalı..Bugünler de yeni bastığım, sonra ufaktan ayağımı korkarak kaldırdığım yirmidördüncü yaşımla başbaşayım. Ne özelliği var bu yaşın diye sorsam da kendime, nedense o çok korktuğum otuzlara yaklaşıyor olmanın verdiği ağır bir çekim herhalde diye karar kıldım kendimce. Geçenler de yine altılı yaşlarıma gittim, arka bahçede öptüğüm kız geldi aklıma, hem hınzır hem umursamaz, hem de maceraperest bir çocuktum. Kızları öper öper salardım, biri de yahu sen beni ne halt yemeye öpüyorsun demezdi. Düşünüyorum da doğru düzgün konuşmazdık bile, ergenliğimin zirvelerinde bu duygunun başıma tonlarca çorap öreceğinden habersizdim o sıralar.
Bundan on yıl öncesi, tahminen bugünler kalbim de, beynim de ve beni saran tüm organlarım da şimşekler çakmaya başladı. Bir kıza aşık olmuştum, ya da her neyse ölesiye bir heyecan, karşı konulamaz duygular vs vs. Bu garip duygular beni hem mutlu ediyor, hem korkutuyordu. Bazı geceler daha çok korkardım. Nasıl başa çıkacağımı bilmediğim duygular yanında toplumun sapık Lut’u olmaya aday bir çocuktum. Öylesine sapıktım ki ; uzaktan uzağa izlediğim iri gözlerinin içindeki o müziği duyabiliyordum. Erkenden uyanıp saatlerce aynanın karşısında onu görecek olmanın heyecanıyla saçlarımı saçma sapan şekillere soktuğumu hatırlıyorum. Ben bu duyguları hissetmeye başladıktan sonra –ki sapıklığımdan olacak ! Son hınzır öpücü halimden eser kalmamış, utangaçlığımla dağı taşı inletir hale gelmiştim. İlk aşkımı asla öpemedim..
Kendim de gelişen bu ani duygular yoğunluğunu elden bırakmayıp beni evire çevire peşinden sürüklüyordu, içinde bulunduğum şeyin ne olduğunu anlamam çok uzun sürmedi. Çözdük çözmesine de hoşlandığım kızlara bunu söylemek bir yana dursun, işin içinden çıkamama hali tüm beyin fonksiyonlarımın da o çağlarda hızla çalışmasına neden oluyor, bu derslerimi bile olumlu etkileyebiliyordu. Bunca engamenin içinde, uçkuruyla başı dertte olan yaş grubunun en saydam haline bürünmüştüm velhasıl. Çıkarımlarım, bakış açılarım falan öylesine bir değişime girmişti ki buna karşı koyamıyor, artık yaşıtlarımla kesinlikle anlaşamıyordum. Sonraları bu duygunun beni asla bırakmayacağına ve bununla da yaşayabilceğime karar verdim birkaç intihar denemesinden sonra..
Hayatıma lise yıllarımda hiçbir açıklama yapmam gerekmeyen ve hooolaaa diye yaşayabileceğim birçok kadın da girmişti. Daha ne istiyordum ki! Hafta da en az iki kadınla birlikte oluyordum ve sonrasında hiçbir şey olmamış gibi dışarı çıkıp mutlu mesut eğlenebiliyorduk. Ama yetmiyordu! İhtiyacım olan şeyin bedenen değil, ruhen bir şey olduğunu fark etmemiş olsaydım. Ruhuma yenik düşerek üniversite yıllarımı bu denli melankoli olarak yaşamak zorunda kalmazdım belki de.. Aşkın öteki adı ‘’Kadın’’ olmuştu hayatımda. Elbette ki toplumsal ahlakı dibine kadar önemseyen her Lezbiyen gibi bir de erkek arkadaşım ! Toplumsal ahlak bazen gözüme kaçsa da eskisi kadar ağlatamıyor beni. Ördek beceren adamdan sonra oldu bu diye düşünüyorum bazen, ya da tecavüzcü amcalar da benim ahlakımı bir tarafıma sokmama neden olmuştur.
Şimdilerde ruhumun boş boş broo kafasında gezdiğinden eminim ! Uzun zamandır yanan canımın acısını boş bir kalple alıyor, hatta bazen hiç sevmedim ben onları diye buna inanmaya çalışıyorum. Ben en çok kadın sevdim bunu biliyorum. Ben hala huzurla uyuyabileceğim o kadını arıyorum. Eşcinsellik kalpte.. Kalbimi dolduran bu duygulara karşı koyacak hiçbir güç, hiçbir ahlak tanımayışım bundandır. Benim dünyam da bir kadını en çok bir kadın ağlatabilir, ve tüm şarkılar bir kadına gider. Toplumu değil de ahlak kurallarını kendiniz de bulmanızı tavsiye edebilirim ancak. Ve inandığım tek şeye inanmaya devam edebilirim. Aşkın en koyu renginde bir durakta ‘’Seni Sevgilim’’ bekleyebilirim..
Bundan on yıl öncesi, tahminen bugünler kalbim de, beynim de ve beni saran tüm organlarım da şimşekler çakmaya başladı. Bir kıza aşık olmuştum, ya da her neyse ölesiye bir heyecan, karşı konulamaz duygular vs vs. Bu garip duygular beni hem mutlu ediyor, hem korkutuyordu. Bazı geceler daha çok korkardım. Nasıl başa çıkacağımı bilmediğim duygular yanında toplumun sapık Lut’u olmaya aday bir çocuktum. Öylesine sapıktım ki ; uzaktan uzağa izlediğim iri gözlerinin içindeki o müziği duyabiliyordum. Erkenden uyanıp saatlerce aynanın karşısında onu görecek olmanın heyecanıyla saçlarımı saçma sapan şekillere soktuğumu hatırlıyorum. Ben bu duyguları hissetmeye başladıktan sonra –ki sapıklığımdan olacak ! Son hınzır öpücü halimden eser kalmamış, utangaçlığımla dağı taşı inletir hale gelmiştim. İlk aşkımı asla öpemedim..
Kendim de gelişen bu ani duygular yoğunluğunu elden bırakmayıp beni evire çevire peşinden sürüklüyordu, içinde bulunduğum şeyin ne olduğunu anlamam çok uzun sürmedi. Çözdük çözmesine de hoşlandığım kızlara bunu söylemek bir yana dursun, işin içinden çıkamama hali tüm beyin fonksiyonlarımın da o çağlarda hızla çalışmasına neden oluyor, bu derslerimi bile olumlu etkileyebiliyordu. Bunca engamenin içinde, uçkuruyla başı dertte olan yaş grubunun en saydam haline bürünmüştüm velhasıl. Çıkarımlarım, bakış açılarım falan öylesine bir değişime girmişti ki buna karşı koyamıyor, artık yaşıtlarımla kesinlikle anlaşamıyordum. Sonraları bu duygunun beni asla bırakmayacağına ve bununla da yaşayabilceğime karar verdim birkaç intihar denemesinden sonra..
Hayatıma lise yıllarımda hiçbir açıklama yapmam gerekmeyen ve hooolaaa diye yaşayabileceğim birçok kadın da girmişti. Daha ne istiyordum ki! Hafta da en az iki kadınla birlikte oluyordum ve sonrasında hiçbir şey olmamış gibi dışarı çıkıp mutlu mesut eğlenebiliyorduk. Ama yetmiyordu! İhtiyacım olan şeyin bedenen değil, ruhen bir şey olduğunu fark etmemiş olsaydım. Ruhuma yenik düşerek üniversite yıllarımı bu denli melankoli olarak yaşamak zorunda kalmazdım belki de.. Aşkın öteki adı ‘’Kadın’’ olmuştu hayatımda. Elbette ki toplumsal ahlakı dibine kadar önemseyen her Lezbiyen gibi bir de erkek arkadaşım ! Toplumsal ahlak bazen gözüme kaçsa da eskisi kadar ağlatamıyor beni. Ördek beceren adamdan sonra oldu bu diye düşünüyorum bazen, ya da tecavüzcü amcalar da benim ahlakımı bir tarafıma sokmama neden olmuştur.
Şimdilerde ruhumun boş boş broo kafasında gezdiğinden eminim ! Uzun zamandır yanan canımın acısını boş bir kalple alıyor, hatta bazen hiç sevmedim ben onları diye buna inanmaya çalışıyorum. Ben en çok kadın sevdim bunu biliyorum. Ben hala huzurla uyuyabileceğim o kadını arıyorum. Eşcinsellik kalpte.. Kalbimi dolduran bu duygulara karşı koyacak hiçbir güç, hiçbir ahlak tanımayışım bundandır. Benim dünyam da bir kadını en çok bir kadın ağlatabilir, ve tüm şarkılar bir kadına gider. Toplumu değil de ahlak kurallarını kendiniz de bulmanızı tavsiye edebilirim ancak. Ve inandığım tek şeye inanmaya devam edebilirim. Aşkın en koyu renginde bir durakta ‘’Seni Sevgilim’’ bekleyebilirim..
15 Kasım 2015 Pazar
Ünlü Eşcinsel, Biseksüel Erkekler ve Kadınlar
Bu özet kullanılabilir değil. Yayını görüntülemek için lütfen
burayı tıklayın.
8 Kasım 2015 Pazar
Kendini tanımak..
Doğduğum an itibariyle hayatımda bulunan kelimeler "lezbiyen" ve "gay"di. Hele de küçük bir ilçede doğduğumu düşünürsek... Bunlar çok da kabul edilir şeyler değildi ve bastırılmış bir toplumda küçük bir insan parçasıydım, tanımsız.
Biyolojik olarak kadındım ama içimde dışarıya çıkmak isteyen koca yürekli bir erkek vardı. Hatırlıyorum da anneme bazen şu cümleyi kurardım; "Keşke erkek olsaydım...". Annemin ağzından dökülen cümle hala aklımdan hiç çıkmıyor ve pek tabii ki psikolojik baskı altında hissettirirdi; "Sakat, özürlü bir sürü insan var! Haline şükretmelisin. Sağlıklı bir kız çocuğusun."
Evet, evet; bu cümle benim içimdeki koca yürekli erkeği sürekli üzen ve de bastıran cümle olmuştur. Belki de hayatıma geç başlamamdaki en büyük etken. Her neyse... Lise 4'e kadar her şey ailemin, toplumun istediği gibiydi. "Kız olmak zorunda" idim; "çünkü vajinam vardı". Bilmezdim ki vajinalı erkek olabileceğini..
Lise 4.. Hem Rüzgar ERKOÇLAR 'ı öğrendiğim zaman, hem de bir kıza ilk kez aşık olduğum an.. ve Henüz kendimi tanımadığım, tanımlayamadığım, anlamlandıramadığım zamanlar. Evet! Aşıktım! ve Ben bir kız çocuğu olarak tanımlayamıyordum kendimi. Üniversiteye gidip yalnız olmadığımı öğreninceye kadar da kendimi tanıyamadım. Eğer ailem, okulum, öğretmenlerim bu konuda "bilinçli" olsaydılar ve televizyonlar bize ve topluma, "lgbti"ye dair her türlü şeyi aktarsaydılar...
"Biz YALNIZ ya da YANLIŞ OLMADIĞIMIZI görebilecektik."
"Biz" diyorum; çünkü bir çok insan var benim gibi, biliyorum! Transeksüel bireyler vardır. ve Ben şanslıyım; belki de bir çok insan toplum tarafından bastırılıp, kendi kendilerine bile bunu itiraf edemiyorlar. Belki de sonsuza kadar mutsuz bir yaşam sürüyorlar.. Kim bilir?
Bilinçli bir toplumda yaşamak istiyorum. Gelecek nesillerin kendilerini daha iyi tanımalarını istiyorum.
Yanlış değiliz! Utanç kaynağı değiliz! İNSANIZ. Her birimizin kocaman kalpleri var. Savaşçı ruhluyuz. Vazgeçmeyelim; mutlu olmak hepimizin hakkı. Hayat, bizim hayatımız.
Kendinize sevgiyle bakın..
Biyolojik olarak kadındım ama içimde dışarıya çıkmak isteyen koca yürekli bir erkek vardı. Hatırlıyorum da anneme bazen şu cümleyi kurardım; "Keşke erkek olsaydım...". Annemin ağzından dökülen cümle hala aklımdan hiç çıkmıyor ve pek tabii ki psikolojik baskı altında hissettirirdi; "Sakat, özürlü bir sürü insan var! Haline şükretmelisin. Sağlıklı bir kız çocuğusun."
Evet, evet; bu cümle benim içimdeki koca yürekli erkeği sürekli üzen ve de bastıran cümle olmuştur. Belki de hayatıma geç başlamamdaki en büyük etken. Her neyse... Lise 4'e kadar her şey ailemin, toplumun istediği gibiydi. "Kız olmak zorunda" idim; "çünkü vajinam vardı". Bilmezdim ki vajinalı erkek olabileceğini..
Lise 4.. Hem Rüzgar ERKOÇLAR 'ı öğrendiğim zaman, hem de bir kıza ilk kez aşık olduğum an.. ve Henüz kendimi tanımadığım, tanımlayamadığım, anlamlandıramadığım zamanlar. Evet! Aşıktım! ve Ben bir kız çocuğu olarak tanımlayamıyordum kendimi. Üniversiteye gidip yalnız olmadığımı öğreninceye kadar da kendimi tanıyamadım. Eğer ailem, okulum, öğretmenlerim bu konuda "bilinçli" olsaydılar ve televizyonlar bize ve topluma, "lgbti"ye dair her türlü şeyi aktarsaydılar...
"Biz YALNIZ ya da YANLIŞ OLMADIĞIMIZI görebilecektik."
"Biz" diyorum; çünkü bir çok insan var benim gibi, biliyorum! Transeksüel bireyler vardır. ve Ben şanslıyım; belki de bir çok insan toplum tarafından bastırılıp, kendi kendilerine bile bunu itiraf edemiyorlar. Belki de sonsuza kadar mutsuz bir yaşam sürüyorlar.. Kim bilir?
Bilinçli bir toplumda yaşamak istiyorum. Gelecek nesillerin kendilerini daha iyi tanımalarını istiyorum.
Yanlış değiliz! Utanç kaynağı değiliz! İNSANIZ. Her birimizin kocaman kalpleri var. Savaşçı ruhluyuz. Vazgeçmeyelim; mutlu olmak hepimizin hakkı. Hayat, bizim hayatımız.
Kendinize sevgiyle bakın..
7 Kasım 2015 Cumartesi
Kadından Oduna
Homofobinin bana bu zamana kadar neler yaşattığını ilk yazımda anlatmıştım. Bundan birkaç ay önce ölmüş olsam, 29 yıllık bir ömür, saklanarak, kendimden kaçarak sonlanmış olacaktı. Şimdi bana kaybolan yıllarımı verseler götüme mi sokucam? Geçti artık.
Bugüne gelelim; o dolaptan çıktıysam da eşikten öteye geçmeye zorlanıyorum. Hadi ben kabul ettim lezbiyen olduğumu, tamamız buraya kadar. Eee…
Düşün arkadaşım…
Ben 29 yaşına kadar yani bugüne kadar öyle olması gerekiyormuş gibi erkeklerle birlikte olmuşum. Aşık olamıyorum dediğimde ya “doğru erkek denk gelmemiş” demişler ya da “duygusuzsun”…
Herkesin ilişkilerde çok romantik saydığı şeyler bana hep çok aptalca gelmiş çünkü ben o erkeklere karşı hiç öyle şeyler hissetmemiş dolayısıyla da onlardan böyle lüzumsuz sevgi gösterileri beklememişim. İnsanlar romantizme bakışımdan dolayı beni odun ilan ederken ben de savunmamı geliştirmiş, o sevgi pıtırcıklarının sevdikleri şeylerin boş olduğunu söylemişim. Çok söyleyince de kendim bile inanmışım.
Sevişmeler var bir de, en zoru…
Koy şimdi kendini yerime!
İlk zamanlar tiksindirici, sonra meraklı, sonra hırslı... Eeee hala heyecan yok n’apıcaz? Başka başka erkekler denemeliyiz ya da başka şeyler. Oldu mu sana sevişmeler bilimsel çalışma! Sevmeden, hoşlanmadan sevişmenin çok normal olduğunu da içselleştirdik böylece… Şimdi bunu gel de insanlara anlat. Anlatırken inan ama… İnanmak zorundasın arkadaşım, yoksa kafayı yersin.
Bağlanmak diye bir şey yok hayatında, aşk yok, sadece kriterlerin var… Bir erkek o kriterlere biraz yaklaşmışsa alıyorsun hayatına ve alışmaya çalışıyorsun. Seviyorsun insanlıklarını, minnet falan bir şeyler oluyor arada bak, olmuyor değil. İnsansın sonuçta kayıtsız kalamazsın sana duyulan sevgiye ama o sevgi senden beklenen sevgi olmuyor işte.
Bu arada bazı kadınları çok seviyorsun. Onlar ki sevişmek için değil sevilmek için yaratılmış kadınlar… Niye öyle düşünüyorsun biliyor musun? Çünkü sen sevişmeyi bilmiyorsun! Sen deney yapmışsın hep, o hayvani bir şey sanki. O kadınların sevişiyor olduğunu bile düşünmek istemiyorsun. Haliyle o kadınlara karşı cinsel istek duymak çok kaba geliyor. Aklından siliyorsun o kaba düşünceleri. O kadın her kimse, ne masum şey öyle, al koynuna ömür boyu sarıl uyu yeter. (Hal böyle olunca da yok ya ben lezbiyen değilim diyorsun hep) Şimdi birleştir bunları; üstü kapalı bir biçimde evlenilecek kadın, eğlenilecek erkek mantığı çıktı ortaya, görüyor musun? Al işte, çok eşli bir hayata da girdin mi farkında olmadan.
Bunların hepsi olurken uzaktan seyrediyorsun kendini; anlamsız, ruhsuz, kaba, çirkin… Sevmiyorsun artık; sıyrılmak, kurtulmak, hatta yok olmak istiyorsun. Neden? Çünkü sen 11 yaşında en saf halinle bir kıza aşık olduğunda çok ağır biçimde aşağılanmışsın. Korkakmışsın belki, belki de seni aşağılayan o insanların sevgisini kaybetmek istememişsin. Onları kaybetmeyeyim derken ruhunu kaybetmişsin. Kadın gibi düşünemiyorsun artık. Odun gibi kalmışsın.
Bugün lezbiyenim/biseksüelim (her neyse) diyorsun, kabul ediyorsun tamam da 29 yıl bir kere sevgini göstermemişsin birine, sen kimseyle flört etmemişsin, kur yapmamışsın, ele dümdük yaşamışsın. Korkmaz mısın arkadaşım? Eline yüzüne bulaştırmaz mısın?
Ben korkuyorum, bulaştırıyorum. Homofobinin yarattığı bu tahribatı yok edene kadar biraz sarsak geçecek belki duygusal yaşamım ama sonunda aşk kazanacak, inanıyorum.
Bugüne gelelim; o dolaptan çıktıysam da eşikten öteye geçmeye zorlanıyorum. Hadi ben kabul ettim lezbiyen olduğumu, tamamız buraya kadar. Eee…
Düşün arkadaşım…
Ben 29 yaşına kadar yani bugüne kadar öyle olması gerekiyormuş gibi erkeklerle birlikte olmuşum. Aşık olamıyorum dediğimde ya “doğru erkek denk gelmemiş” demişler ya da “duygusuzsun”…
Herkesin ilişkilerde çok romantik saydığı şeyler bana hep çok aptalca gelmiş çünkü ben o erkeklere karşı hiç öyle şeyler hissetmemiş dolayısıyla da onlardan böyle lüzumsuz sevgi gösterileri beklememişim. İnsanlar romantizme bakışımdan dolayı beni odun ilan ederken ben de savunmamı geliştirmiş, o sevgi pıtırcıklarının sevdikleri şeylerin boş olduğunu söylemişim. Çok söyleyince de kendim bile inanmışım.
Sevişmeler var bir de, en zoru…
Koy şimdi kendini yerime!
İlk zamanlar tiksindirici, sonra meraklı, sonra hırslı... Eeee hala heyecan yok n’apıcaz? Başka başka erkekler denemeliyiz ya da başka şeyler. Oldu mu sana sevişmeler bilimsel çalışma! Sevmeden, hoşlanmadan sevişmenin çok normal olduğunu da içselleştirdik böylece… Şimdi bunu gel de insanlara anlat. Anlatırken inan ama… İnanmak zorundasın arkadaşım, yoksa kafayı yersin.
Bağlanmak diye bir şey yok hayatında, aşk yok, sadece kriterlerin var… Bir erkek o kriterlere biraz yaklaşmışsa alıyorsun hayatına ve alışmaya çalışıyorsun. Seviyorsun insanlıklarını, minnet falan bir şeyler oluyor arada bak, olmuyor değil. İnsansın sonuçta kayıtsız kalamazsın sana duyulan sevgiye ama o sevgi senden beklenen sevgi olmuyor işte.
Bu arada bazı kadınları çok seviyorsun. Onlar ki sevişmek için değil sevilmek için yaratılmış kadınlar… Niye öyle düşünüyorsun biliyor musun? Çünkü sen sevişmeyi bilmiyorsun! Sen deney yapmışsın hep, o hayvani bir şey sanki. O kadınların sevişiyor olduğunu bile düşünmek istemiyorsun. Haliyle o kadınlara karşı cinsel istek duymak çok kaba geliyor. Aklından siliyorsun o kaba düşünceleri. O kadın her kimse, ne masum şey öyle, al koynuna ömür boyu sarıl uyu yeter. (Hal böyle olunca da yok ya ben lezbiyen değilim diyorsun hep) Şimdi birleştir bunları; üstü kapalı bir biçimde evlenilecek kadın, eğlenilecek erkek mantığı çıktı ortaya, görüyor musun? Al işte, çok eşli bir hayata da girdin mi farkında olmadan.
Bunların hepsi olurken uzaktan seyrediyorsun kendini; anlamsız, ruhsuz, kaba, çirkin… Sevmiyorsun artık; sıyrılmak, kurtulmak, hatta yok olmak istiyorsun. Neden? Çünkü sen 11 yaşında en saf halinle bir kıza aşık olduğunda çok ağır biçimde aşağılanmışsın. Korkakmışsın belki, belki de seni aşağılayan o insanların sevgisini kaybetmek istememişsin. Onları kaybetmeyeyim derken ruhunu kaybetmişsin. Kadın gibi düşünemiyorsun artık. Odun gibi kalmışsın.
Bugün lezbiyenim/biseksüelim (her neyse) diyorsun, kabul ediyorsun tamam da 29 yıl bir kere sevgini göstermemişsin birine, sen kimseyle flört etmemişsin, kur yapmamışsın, ele dümdük yaşamışsın. Korkmaz mısın arkadaşım? Eline yüzüne bulaştırmaz mısın?
Ben korkuyorum, bulaştırıyorum. Homofobinin yarattığı bu tahribatı yok edene kadar biraz sarsak geçecek belki duygusal yaşamım ama sonunda aşk kazanacak, inanıyorum.
12 Ekim 2015 Pazartesi
Benim Çocuğum Transeksüel
"Baba, ben erkek değilim ki. " Eğer çocuğunuz ona sözde biyolojik olarak verilmiş cinsiyetle kendini özdeşleştirmiyorsa, birden ebeveyn olarak bir çok soruyla karşı karşıya kalırsınız. İlk yanıtları burada bulabilirsiniz.
Çocuğumun transeksüel olmasının suçlusu ben miyim?
Cinsiyet kimliğinin nasıl oluştuğu tam olarak açıklanmamıştır. Kesin olarak bilinen, bir çok faktörün etkileşim içinde olduğudur. Transeksüelliği eğitim ile ne ortaya çıkarabilir ne de "engelleyebilirsiniz". Fakat çocuğunuzun yaşam kalitesini olumlu olarak etkileyebilirsiniz: Çevreleri tarafından cinsiyet kimlikleri kabul edilen transeksüel çocuklar kendilerini ruhsal olarak yaşıtları kadar iyi hissederler.
Bunun yalnızca geçici bir dönem olmadığını nereden bilebilirim?
Büyütüldükleri cinsiyetlerine dair huzursuzluklarını dışa vuran çocuklar sonraları farklı yönde gelişim gösterebilirler. Çocuğunuzun istekleri yaşam boyu sürse de sürmese de şimdiki yaşamı için önemlidir ve mutlaka ciddiye alınmalıdır. Kim olduğunu göstermesine sürekli olarak izin verilmemesi çocukların çok acı çekmesine sebep olur. Bu yüzden çocuğunuzun kendi cinsiyet kimliğini denemesine izin verin. Daha sonra "eski" rolünü ya da tamamen farklı bir rolü seçecek olursa bu da problem değildir.
Çocuğuma nasıl destek olabilirim?
Çocuğunuzun kendi hakkındaki dışa vurumlarını, içsel yaşantısını ve isteklerini ciddiye almanız ilk adımdır ve bunun sonsuz önemi vardır. Eğer çocuğunuzu kendi yaşamının uzmanı olarak görürseniz onun size ihtiyacı olup olmadığını ve sizden ne beklediğini öğrenebilirsiniz. Belki çocuğunuz kendisini daha iyi hissettiği şekilde elbiseler giymek ya da kendisine isim takmak istiyordur. Ya da ailenin dışında kendi kimliğine uygun davrandığında sizin onun arkasını kollamanızı diliyordur.
İsimlerin ve cinsiyet kaydının değiştirilmesi için yaş sınırı yoktur. Böyle bir resmi işlem olmaksızın da kreş ya da okulda çocuğunuzun cinsiyetine uygun şekilde ona hitap edilebilir ve dilenen isimle yazılı işlem yapabilir.
Çocuğunuz için gelecekte muhtemelen ilgi çekici olabilecek cinsiyet değişimine yönelik tıbbi yollar hakkında ergenlik dönemi başlamadan önce karar verilemez ve verilmesine de gerek yoktur.
Beni kim destekler?
Transeksüel çocukların ebeveynlerinden bir çoğu çocuğunun mutlu olamayacağından endişelenir. Kimisi üzüntü, çaresizlik ya da utanç duyar. Çocuğun dileklerine verilecek doğru tepki üzerine de diğer ebeveyn ile, akrabalarla ya da eğitimcilerle tartışmalar ortaya çıkabilir.
Bu tür durumlar için gerek sorularınızın ve endişelerinizin, gerek ise çocuğunuzun yanında olma dileğinizin karşılık bulacağı olanaklar ve mekânlar mevcuttur: Örneğin uzmanlaşmış danışma merciileri ya da transeksüel çocuklu aileler için boş zaman aktiviteleri gibi. Bu mekânlarda, cinsiyetleri nihayet kabul gördüğünde çiçek açan çocuklar üzerine cesaret verici anlatılar da dinleyebilirsiniz.
Çocuğumun transeksüel olmasının suçlusu ben miyim?
Cinsiyet kimliğinin nasıl oluştuğu tam olarak açıklanmamıştır. Kesin olarak bilinen, bir çok faktörün etkileşim içinde olduğudur. Transeksüelliği eğitim ile ne ortaya çıkarabilir ne de "engelleyebilirsiniz". Fakat çocuğunuzun yaşam kalitesini olumlu olarak etkileyebilirsiniz: Çevreleri tarafından cinsiyet kimlikleri kabul edilen transeksüel çocuklar kendilerini ruhsal olarak yaşıtları kadar iyi hissederler.
Bunun yalnızca geçici bir dönem olmadığını nereden bilebilirim?
Büyütüldükleri cinsiyetlerine dair huzursuzluklarını dışa vuran çocuklar sonraları farklı yönde gelişim gösterebilirler. Çocuğunuzun istekleri yaşam boyu sürse de sürmese de şimdiki yaşamı için önemlidir ve mutlaka ciddiye alınmalıdır. Kim olduğunu göstermesine sürekli olarak izin verilmemesi çocukların çok acı çekmesine sebep olur. Bu yüzden çocuğunuzun kendi cinsiyet kimliğini denemesine izin verin. Daha sonra "eski" rolünü ya da tamamen farklı bir rolü seçecek olursa bu da problem değildir.
Çocuğuma nasıl destek olabilirim?
Çocuğunuzun kendi hakkındaki dışa vurumlarını, içsel yaşantısını ve isteklerini ciddiye almanız ilk adımdır ve bunun sonsuz önemi vardır. Eğer çocuğunuzu kendi yaşamının uzmanı olarak görürseniz onun size ihtiyacı olup olmadığını ve sizden ne beklediğini öğrenebilirsiniz. Belki çocuğunuz kendisini daha iyi hissettiği şekilde elbiseler giymek ya da kendisine isim takmak istiyordur. Ya da ailenin dışında kendi kimliğine uygun davrandığında sizin onun arkasını kollamanızı diliyordur.
İsimlerin ve cinsiyet kaydının değiştirilmesi için yaş sınırı yoktur. Böyle bir resmi işlem olmaksızın da kreş ya da okulda çocuğunuzun cinsiyetine uygun şekilde ona hitap edilebilir ve dilenen isimle yazılı işlem yapabilir.
Çocuğunuz için gelecekte muhtemelen ilgi çekici olabilecek cinsiyet değişimine yönelik tıbbi yollar hakkında ergenlik dönemi başlamadan önce karar verilemez ve verilmesine de gerek yoktur.
Beni kim destekler?
Transeksüel çocukların ebeveynlerinden bir çoğu çocuğunun mutlu olamayacağından endişelenir. Kimisi üzüntü, çaresizlik ya da utanç duyar. Çocuğun dileklerine verilecek doğru tepki üzerine de diğer ebeveyn ile, akrabalarla ya da eğitimcilerle tartışmalar ortaya çıkabilir.
Bu tür durumlar için gerek sorularınızın ve endişelerinizin, gerek ise çocuğunuzun yanında olma dileğinizin karşılık bulacağı olanaklar ve mekânlar mevcuttur: Örneğin uzmanlaşmış danışma merciileri ya da transeksüel çocuklu aileler için boş zaman aktiviteleri gibi. Bu mekânlarda, cinsiyetleri nihayet kabul gördüğünde çiçek açan çocuklar üzerine cesaret verici anlatılar da dinleyebilirsiniz.
Gökkuşağı Aileleri
Ebeveynler de lezbiyen, gey, biseksüel, transeksüel ve interseks olabilir. Kulağa mantıklı ve basit geliyor -peki öyle mi gerçekten?
Medyada sıkça "gökkuşağı ailesi" tabiri çocuk sahibi lezbiyen veya gey çiftler için kullanılır. LGBTI temsilcileri ise buna karşın bu tabirden ebeveynlerden en az birinin trans ya da interseks olduğu, lezbiyen, gey, biseksüel ya da queer olarak yaşayan aileleri anlamaktadırlar.
Medyada sıkça "gökkuşağı ailesi" tabiri çocuk sahibi lezbiyen veya gey çiftler için kullanılır. LGBTI temsilcileri ise buna karşın bu tabirden ebeveynlerden en az birinin transeksüel ya da interseks olduğu, lezbiyen, gey, biseksüel ya da queer olarak yaşayan aileleri anlamaktadırlar.
Çocukların baba ve anneye ihtiyaçları yok mudur?
Gökkuşağı aileler "rainbow family" ve yalnız yetiştiriciler çocukların ailede ilişki kurduğu bir eril ve bir dişil kişiye ihtiyaç duyduğu konusunda sürekli yeniden ikaz edilirler. Ne var ki güncel araştırma sonuçları şunu göstermektedir: Çocuklar iyi bir aile iklimine ve kendileriyle ilgilenenlerle iyi ilişkiler kurmaya ihtiyaç duyarlar. Bu kişinin veya kişilerin cinsiyeti bu konuda bir rol oynamaz. Tam tersine, çocuklar kendilerine örnek aldıkları insanları aile dışında ararlar.
Gökkuşağı ailelerden gelen çocukların diğer çocuklar kadar iyi gelişim gösterebildiğini Almanya Adalet Bakanlığı adına 2009 yılında gerçekleştirilen bir araştırma ortaya koymaktadır.
Gökkuşağı çocuklar neye ihtiyaç duyar?
Gökkuşağı aileler diğer ailelerle aynı ihtiyaçlara sahiplerdir. Onlar da kabul edilmek ve kıymet görmek, kendilerini açıklamak ve doğrulamak zorunda kalmamak isterler. Akrabalar ve uzmanlar gökkuşağı ailelerden gelen çocukların ailelerini doğal görür ve onların sosyal akrabalıklarını kabul ederlerse bu çocuklara güç verirler. Örneğin bu, pratikte şu anlama gelir: Tüm dört ebeveyne de selam vermek, baba ve babişin kim olduğunu fark etmek, kız kardeşi kız kardeş olarak kabul etmek ve biyolojik bağlara ilişkin sorulardan kaçınmak.
Medyada sıkça "gökkuşağı ailesi" tabiri çocuk sahibi lezbiyen veya gey çiftler için kullanılır. LGBTI temsilcileri ise buna karşın bu tabirden ebeveynlerden en az birinin trans ya da interseks olduğu, lezbiyen, gey, biseksüel ya da queer olarak yaşayan aileleri anlamaktadırlar.
Medyada sıkça "gökkuşağı ailesi" tabiri çocuk sahibi lezbiyen veya gey çiftler için kullanılır. LGBTI temsilcileri ise buna karşın bu tabirden ebeveynlerden en az birinin transeksüel ya da interseks olduğu, lezbiyen, gey, biseksüel ya da queer olarak yaşayan aileleri anlamaktadırlar.
Çocukların baba ve anneye ihtiyaçları yok mudur?
Gökkuşağı aileler "rainbow family" ve yalnız yetiştiriciler çocukların ailede ilişki kurduğu bir eril ve bir dişil kişiye ihtiyaç duyduğu konusunda sürekli yeniden ikaz edilirler. Ne var ki güncel araştırma sonuçları şunu göstermektedir: Çocuklar iyi bir aile iklimine ve kendileriyle ilgilenenlerle iyi ilişkiler kurmaya ihtiyaç duyarlar. Bu kişinin veya kişilerin cinsiyeti bu konuda bir rol oynamaz. Tam tersine, çocuklar kendilerine örnek aldıkları insanları aile dışında ararlar.
Gökkuşağı ailelerden gelen çocukların diğer çocuklar kadar iyi gelişim gösterebildiğini Almanya Adalet Bakanlığı adına 2009 yılında gerçekleştirilen bir araştırma ortaya koymaktadır.
Gökkuşağı çocuklar neye ihtiyaç duyar?
Gökkuşağı aileler diğer ailelerle aynı ihtiyaçlara sahiplerdir. Onlar da kabul edilmek ve kıymet görmek, kendilerini açıklamak ve doğrulamak zorunda kalmamak isterler. Akrabalar ve uzmanlar gökkuşağı ailelerden gelen çocukların ailelerini doğal görür ve onların sosyal akrabalıklarını kabul ederlerse bu çocuklara güç verirler. Örneğin bu, pratikte şu anlama gelir: Tüm dört ebeveyne de selam vermek, baba ve babişin kim olduğunu fark etmek, kız kardeşi kız kardeş olarak kabul etmek ve biyolojik bağlara ilişkin sorulardan kaçınmak.
10 Ekim 2015 Cumartesi
Uyan Türkiye!
Eşcinsel blog yazarı Geylesof yazdı:
Şimdi saat itibarı ile dün yaşananları bir yeniden düşünmekte, algılamakta fayda var. O anın şokuyla tam algılayamamış olabiliriz. Anca kendimize gelmiş olabiliriz, doğrudur.
Dün güpegündüz, ülkenin başkenti Ankara'nın göbeğinde Türkiye tarihinin en kanlı terör saldırısı yaşandı. 100'e yakın insanımız resmen katledildi. Yüzlercesi ise yaralandı.
Yüzlerce insan ya... Yüzlerce masum insan!
Tek "suçları" adını Barış koydukları mitingde seslerini duyurmak, haklı veya haksız kendilerini ifade etmek idi.
Gösteri hakkı zaten hiçbir zaman hak olmamıştı bu ülkede, ama hiçbir zaman böylesi bir engellemeyle de karşılaşılmamıştı. Karşılaşılması da mümkün olamazdı, koskoca ülkeydi! Büyük planları olan, "reis"i olan, "büyük usta"sı olan bir ülkeydi!
Tabii ki o "büyük usta" başka devletler söz konusu olduğunda ahkam kesmeyi iyi bilirken, "sizin istihbarat teşkilatınız çalışmıyor mu?" diye hesap sorarken, kendi ülkesi söz konusu olduğunda iki cümlelik taziyeden başka yapacak bir şeyi olamamıştı. Zaten giden de gitmişti...
Sorumlusu yok! Hesap veren yok! Meğer ülkede güvenliğimiz Tanrı'ya ettiğimiz dualardan ibaretmiş bunu öğrendik.
Ardından üç bakan kameralar karşısına çıkıp güzel bir şekilde bizlere güvenlik zafiyetinin olmadığını söyleyerek, bunun gayet olası bir durum olduğunu anlattılar. Zaten bizler de ölmenin ve öldürülmenin bizim "fıtrat"ımız olduğunu iyi bilirdik. Yadırgamadık.
Sorumluluğun kendisinden olduğu hatırlatılınca "istifa" sözcüğünü hayatında duymamış gibi bir tepki verdi; e daha önce hiç örneğini görmemişti o da haklıydı. Hatta içlerinden biri kahkaha atacaktı da kendini zor tuttu, gülümsemekle yetindi.
Ve ardından üç günlük ulusal yas ilan edildi, yani üç siyah kurdele günü...
İşin en korkuncu da ne yazık ki dün yaşadığımız bu olayların hiçbiri rüya değildi, bir Türkiye gerçeğiydi!
Sizce de artık şoktan çıkmanın zamanı gelmedi mi? Bence geldi de geçiyor. Uyan Türkiye!
Kaynak: geylesof.blogspot.com
Şimdi saat itibarı ile dün yaşananları bir yeniden düşünmekte, algılamakta fayda var. O anın şokuyla tam algılayamamış olabiliriz. Anca kendimize gelmiş olabiliriz, doğrudur.
Dün güpegündüz, ülkenin başkenti Ankara'nın göbeğinde Türkiye tarihinin en kanlı terör saldırısı yaşandı. 100'e yakın insanımız resmen katledildi. Yüzlercesi ise yaralandı.
Yüzlerce insan ya... Yüzlerce masum insan!
Tek "suçları" adını Barış koydukları mitingde seslerini duyurmak, haklı veya haksız kendilerini ifade etmek idi.
Gösteri hakkı zaten hiçbir zaman hak olmamıştı bu ülkede, ama hiçbir zaman böylesi bir engellemeyle de karşılaşılmamıştı. Karşılaşılması da mümkün olamazdı, koskoca ülkeydi! Büyük planları olan, "reis"i olan, "büyük usta"sı olan bir ülkeydi!
Tabii ki o "büyük usta" başka devletler söz konusu olduğunda ahkam kesmeyi iyi bilirken, "sizin istihbarat teşkilatınız çalışmıyor mu?" diye hesap sorarken, kendi ülkesi söz konusu olduğunda iki cümlelik taziyeden başka yapacak bir şeyi olamamıştı. Zaten giden de gitmişti...
Sorumlusu yok! Hesap veren yok! Meğer ülkede güvenliğimiz Tanrı'ya ettiğimiz dualardan ibaretmiş bunu öğrendik.
Ardından üç bakan kameralar karşısına çıkıp güzel bir şekilde bizlere güvenlik zafiyetinin olmadığını söyleyerek, bunun gayet olası bir durum olduğunu anlattılar. Zaten bizler de ölmenin ve öldürülmenin bizim "fıtrat"ımız olduğunu iyi bilirdik. Yadırgamadık.
Sorumluluğun kendisinden olduğu hatırlatılınca "istifa" sözcüğünü hayatında duymamış gibi bir tepki verdi; e daha önce hiç örneğini görmemişti o da haklıydı. Hatta içlerinden biri kahkaha atacaktı da kendini zor tuttu, gülümsemekle yetindi.
Ve ardından üç günlük ulusal yas ilan edildi, yani üç siyah kurdele günü...
İşin en korkuncu da ne yazık ki dün yaşadığımız bu olayların hiçbiri rüya değildi, bir Türkiye gerçeğiydi!
Sizce de artık şoktan çıkmanın zamanı gelmedi mi? Bence geldi de geçiyor. Uyan Türkiye!
Kaynak: geylesof.blogspot.com
Eşcinsellik ve İslamiyet
Müslüman toplumlarda genel olarak eşcinselliğin İslamiyet tarafından yasaklandığına inanılıyor ki bazı Müslüman ülkelerde eşcinsellik ölüm cezası verilecek derecede suç sayılıyor. Bu ölüm cezası da çoğu zaman taşlamayla gerçekleştiriliyor.
Aslında Kuran’da “eşcinsellik” diye bir sözcük geçmiyor. Eşcinsellik ve İslamiyet hakkında yapılan tahminler Kuran’daki Lut Suresini referans alıyor. Eşcinsellik ile ilgili konuları içeren ayetleri inceleyen günümüz bilim insanları (Jamal, Nahas, Kugle), ayetleri yenilikçi ya da cinsiyet konusunda çalışan feminist bilim insanlarının kullandıkları tekniklerle tekrar yorumlayarak daha önceki alimlerden farklı sonuçlara vardılar. Bu şekilde eski alimlerin içine düştüğü önyargıları kesip atarak, Müslüman ülkelerde hemcinsler arasında kurulan duygusal ve cinsel konularda yasaları şekillendiren yanlış anlamaları ve aslı olmayan tahminleri ortadan kaldırmaya çalışmışlardır.
Cinsel çeşitlilik konusunda dinin öngördüğü iki prensip vardır. İlki yasakların ve emirlerin kurallarını içerir(haram ve helal, yasaklanan ve izin verilen). İkinci prensip ise bu kuralların ardındaki ahlaki değerleri içerir.
Bir olayın günah ya da sevap olarak nitelendirilmesi herhangi bir dinin özel yorumuna bağlıdır. Fakat kuralların farklı yorumlanışı hakkında tartışmaya girmek, insanları diyaloga izin vermeden karşılıklı bir evet/hayır tartışmasına sürükler. Daha iyi bir yaklaşım dini kurallar yerine bu kuralları belirleyen ahlaki değerleri incelemek olacaktır. Bu yaklaşım da dini ahlak ve dünyevi cinsel ahlak arasında ortak bir zemin bulunmasına yardımcı olacaktır.
Ortak bir zemin bulmak, her iki tarafın da yani hem dinin hem de laikliğin ne istediğine odaklanmak gibi ortak amaçları pozitif bir yoldan bulmayı gerektirir. Şu şekilde düşünme tarzında ciddi bir boşluk vardır; Müslüman ülkeler sadece insan haklarını referans alarak eşcinselleri ya da evlenmeden çocuk sahibi olan kadınları destekleyecek seviyede değildir. Müslümanların cinsel çeşitlilik hakkındaki düşünme metodunu inceledikten sonra, bir olayı düşünme tarzının o olay hakkındaki diyalogun sonucunu belirlediği yargısına ulaşılabilir. Birlikte ne istenildiğine karar vermek yeterli değil sadece. Ayrıca ortak muhalifin bulunması gibi birlikte ne istenilmediğine de karar verilmelidir.
Yeryüzünde yaşayan insanların dini inançlarını, cinsel çeşitliliklerini ve kültürel farklılıklarını göz önünde bulundurarak şu sonuca varılabilir ki dünyevi olarak ortak düşman zarar verendir.
Bu ortak düşmanı dini olarak tanımlayabilmek için de Kuran’da ve İncil’de geçen olaylar hakkında ortak çalışmalar yapılmalıdır. İlk hikaye, karşıcinsel (heteroseksüel) olan Jozef’in doğru yoldan sapmasıyla ilgilidir (Yaratılış 37-50 ). Aynı hikaye, Kuran’da Yusuf suresinde de vardır. Hikayenin her iki versiyonu da Jozef’e aşık olan ve onunla cinsel ilişkiye girmek isteyen bir kadını anlatır. Her iki kutsal kitap da ne kadının cinsel isteğini ne de aşkını ayıplar. Suç sayılan davranış kadının sahip olduğu toplumsal gücü cinsel arzularını tatmin edebilmek için suistimal etmesidir. Bu hikaye kadın cinselliğini kültürel önyargılardan arı bir şekilde tartışabilmek için mükemmel bir araçtır.
İkinci hikaye, genel olarak bir anti-gey olarak tanımlanan Sodom en Gomorrah ile ilgilidir ki Kuran’da da farklı yerlerde sözü geçer. Bu hikaye de cinsel arzuları tatmin edebilmek için başka insanlara zorla yaptırım uygulanmasını suç saymıştır.
Bu hikayelerin verdiği mesajlardan birisi şudur: Cinsellik, ister eşcinsel ister karşıcinsel bir ilişki olsun, partnerlerin karşılıklı saygılı, eşit ve gönüllü olmaları halinde suç olmaktan çıkar, aksi takdirde dünyevi ve de dini olarak cezalandırılır.
İslamî bakış açısından bu, belirli cinsel davranışların suç sayılıp cezalandırılmasını öngören temel çizgidir. Dinen bir davranışın yasaklanmasını, o davranışın halk arasında mı yoksa özel hayatta mı yaşandığı belirler. Özel hayatta yaşananı yargılama yetkisine sadece tanrı sahiptir. Dini olarak yasaklanmış bir davranış ayrıca halk arasında da yapılırsa cezayı hem toplum hem de tanrı verir. Yani dinen yasaklanmış bir olay eğer halka zarar verirse kanunen suç sayılır.
Yukarıdaki analizler sonucunda dini ve dünyevi cinsel ahlak arasındaki ortak zemini bulmuş oluyoruz. Dünyevi ahlak ve eşcinseller cinsel bir yönelimi başkalarına yaptırım uygulayarak gerçekleştiriyorsa bu yönelim suç halini alıyor.
1- Hz. Muhammed zamanında (MS 632 yılları) eşcinsellik yüzünden ceza almış ya da infazı gerçekleştirilmiş tek bir kişi bile kayıtlarda yoktur. İlk infaz eşcinsel bir kişinin canlı olarak gömülmesini teklif eden üçüncü halife Ömer zamanında gerçekleşmiştir. Fakat o zamanki alimler Hz. Muhammed’in geleneklerini göz önünde bulundurarak diri diri gömme teklifini reddederek eşcinsellerin şehirdeki en yüksek binadan aşağı atılarak taşlanması fikrini kabul etmişlerdir.
2- Düşünce ve hukuk hakkında çalışan İslamî okullar eşcinsellik konusu üzerinde farklı görüşlere sahiptir. Erkekler arasında görülen cinsel münasebetler değişik okullarda geleneksel literatürün farklı yorumlanmasıyla farklı şekilde yargılanıyor. Şu anki tüm yasal okullar eşcinsel ilişkiyi yasa dışı olarak kabul ediyor fakat verilen cezaların sertliği bakımından birbirlerinden ayrılıyorlar. Asya’nın güney ve doğu taraflarında yaygın olarak bulunan Hanefi okulları eşcinselliği fiziksel bir cezayla yargılamaya gerek görmüyor. Fakat Arap dünyasında yaygın olarak bulunan okullar (Hanabalites) eşcinsel ilişkilere oldukça sert cezalar veriyor. Şafi okulları genelde “anahtarın deliğe girmesi” gibi olayın dört tanığın şahitlik yapması halinde cezalandırılması gerektiğini savunuyor.
3- Ahmadimuslim cemaatine göre eşcinsellik toplumu çürümeye götüren bir yönelim. “Eşcinsellik ve İslam” başlıklı bir makalede Ahmadi mezhebi (toplumdaki bozulmayı göz önünde bulundurarak) şunu belirtir:” Olay devam ettikçe insanlar artık doğal dürtülerini tatmin edebilmek için daha acayip ve sapık yöntemler bulacak ; çocuk pornografisi, biseksüellik ,eşcinsellik ve hayvanlarla ilişki kurma (animalhobi) ortaya çıkacak” deniliyor ve cümleye şu şekilde devam ediliyor: “Eşcinsellik insanların ve hayvanların doğalarına tamamen zıttır ve üretken bir toplumun tüm amaçlarına, ahlakına ve kurumlarına karşıdır”.
4- Yaklaşık 2 milyon nüfusu olan İsmaili mezhebi (ayrıca Agha Khani hareketi olarak da bilinir) İslamiyet’i modern hayata uyabilmesi için tekrar yorumlanmaya ihtiyacı olan ve sürekli evrim geçiren bir din olarak görür. Hz. Muhammed’in doğrudan mirasçısı olarak kabul edilen mezhebin ruhani lideri Prens Agha Khan, İslamiyet’teki farklı hareketleri konu alan söyleşilere ve iletişime açık olmuştur. Eşcinseller hakkında şu ana kadar herhangi bir şey söylememesine rağmen ileride bu konu hakkında açıklama yapması bekleniyor.
5- 1988 yılında, Kahire’de bulunan dünyadaki en eski ve de en çok sözü geçen Al-Azhar üniversitesindeki bilim insanları cinsiyet değişim ameliyatlarına İslamiyet’te izin verilebileceğini açılayan bir fetva yayınladı. Üniversite müftüsü tarafından şu açıklama yapıldı: ”Ameliyata kadın ve erkek organlarında saklanmış olan şeylerin açığa çıkarılması amaçlandığında izin verilebilir. Hakikaten, bu tedavi sayılacak derecede zorunludur. Fakat bu ameliyat sadece insanların cinsiyetlerini değiştirme amacını güdüyorsa, o zaman izin verilemez.” Bu fetva, İslami sınırlar içinde Müslüman transgender hareketinin kabulü için çok önemli bir örnek oluşturmaktadır.
6- Şimdiye kadar bir çok Müslüman geyin, lezbiyenin, biseksüelin ve transgenderin infazı yapıldı ve birçoğu da tutuklandı. Bu hikayelere Afganistan’daki infazlardan ve Suudi Arabistan’daki travestilerin ve cross-dresser ların sınır dışı edilmesinden tutun da Malezya’nın oğlancılıktan yargılanan eski başbakanı Anwar’a kadar birçok örnek eklenebilir. Ayrıca İran’daki 1979 İslam devriminden sonra yaklaşık 4000 eşcinselin infazı gerçekleştirildi.
7- Birçok Arap ülkesinde İslamiyet resmi din olmasına karşın (Lübnan hariç), Avrupa yasaları bu ülkedeki kanunların oluşumunu oldukça etkiliyor. Örneğin Fransız anayasasından çok fazla etkilenen Cezayir’de şu an eşcinsellik 2 ay ile 2 yıl arası hapis ve 500-2000 Cezayir dinarıyla cezalandırılıyor. Öte yandan şeriat kurallarının hüküm sürdüğü Suudi Arabistan’da eşcinsellik zina ile eşdeğer tutuluyor ve aynı şekilde cezalandırılıyor. Eğer kişinin akli dengesi yerinde ve özgür ise taşlanarak öldürülüyor, eğer kişi özgür ve bekarsa 100 kırbaç vuruluyor ve bir yıl sürgün ediliyor. Fakat gayrimüslim biri eğer bir Müslümanla eşcinsel ilişkiye giriyorsa o kişi de aynı şekilde taşlanarak öldürülüyor. Eşcinsellik, sanığın dört defa itirafıyla ya da dört güvenilir Müslüman tanığın şahadetiyle ispatlanıyor.
8- 1992 yılında Afganistan’da Taliban’ın aşırı muhafazakar ordusu tarafından on infaz gerçekleştirildi. Eşcinsellikle suçlanan kişilerin üstüne duvar yıkılıyor ve Taliban yasalarına göre eğer kişi otuz dakika hayatta kalabilirse masum sayılıp hastaneye kaldırılıyor.
Presentation by Adel Kassem
Bilgi Üniversitesi
İstanbul - 7-9 MAYIS 2004
Çeviren: Erol Biçer
Aslında Kuran’da “eşcinsellik” diye bir sözcük geçmiyor. Eşcinsellik ve İslamiyet hakkında yapılan tahminler Kuran’daki Lut Suresini referans alıyor. Eşcinsellik ile ilgili konuları içeren ayetleri inceleyen günümüz bilim insanları (Jamal, Nahas, Kugle), ayetleri yenilikçi ya da cinsiyet konusunda çalışan feminist bilim insanlarının kullandıkları tekniklerle tekrar yorumlayarak daha önceki alimlerden farklı sonuçlara vardılar. Bu şekilde eski alimlerin içine düştüğü önyargıları kesip atarak, Müslüman ülkelerde hemcinsler arasında kurulan duygusal ve cinsel konularda yasaları şekillendiren yanlış anlamaları ve aslı olmayan tahminleri ortadan kaldırmaya çalışmışlardır.
Cinsel çeşitlilik konusunda dinin öngördüğü iki prensip vardır. İlki yasakların ve emirlerin kurallarını içerir(haram ve helal, yasaklanan ve izin verilen). İkinci prensip ise bu kuralların ardındaki ahlaki değerleri içerir.
Bir olayın günah ya da sevap olarak nitelendirilmesi herhangi bir dinin özel yorumuna bağlıdır. Fakat kuralların farklı yorumlanışı hakkında tartışmaya girmek, insanları diyaloga izin vermeden karşılıklı bir evet/hayır tartışmasına sürükler. Daha iyi bir yaklaşım dini kurallar yerine bu kuralları belirleyen ahlaki değerleri incelemek olacaktır. Bu yaklaşım da dini ahlak ve dünyevi cinsel ahlak arasında ortak bir zemin bulunmasına yardımcı olacaktır.
Ortak bir zemin bulmak, her iki tarafın da yani hem dinin hem de laikliğin ne istediğine odaklanmak gibi ortak amaçları pozitif bir yoldan bulmayı gerektirir. Şu şekilde düşünme tarzında ciddi bir boşluk vardır; Müslüman ülkeler sadece insan haklarını referans alarak eşcinselleri ya da evlenmeden çocuk sahibi olan kadınları destekleyecek seviyede değildir. Müslümanların cinsel çeşitlilik hakkındaki düşünme metodunu inceledikten sonra, bir olayı düşünme tarzının o olay hakkındaki diyalogun sonucunu belirlediği yargısına ulaşılabilir. Birlikte ne istenildiğine karar vermek yeterli değil sadece. Ayrıca ortak muhalifin bulunması gibi birlikte ne istenilmediğine de karar verilmelidir.
Yeryüzünde yaşayan insanların dini inançlarını, cinsel çeşitliliklerini ve kültürel farklılıklarını göz önünde bulundurarak şu sonuca varılabilir ki dünyevi olarak ortak düşman zarar verendir.
Bu ortak düşmanı dini olarak tanımlayabilmek için de Kuran’da ve İncil’de geçen olaylar hakkında ortak çalışmalar yapılmalıdır. İlk hikaye, karşıcinsel (heteroseksüel) olan Jozef’in doğru yoldan sapmasıyla ilgilidir (Yaratılış 37-50 ). Aynı hikaye, Kuran’da Yusuf suresinde de vardır. Hikayenin her iki versiyonu da Jozef’e aşık olan ve onunla cinsel ilişkiye girmek isteyen bir kadını anlatır. Her iki kutsal kitap da ne kadının cinsel isteğini ne de aşkını ayıplar. Suç sayılan davranış kadının sahip olduğu toplumsal gücü cinsel arzularını tatmin edebilmek için suistimal etmesidir. Bu hikaye kadın cinselliğini kültürel önyargılardan arı bir şekilde tartışabilmek için mükemmel bir araçtır.
İkinci hikaye, genel olarak bir anti-gey olarak tanımlanan Sodom en Gomorrah ile ilgilidir ki Kuran’da da farklı yerlerde sözü geçer. Bu hikaye de cinsel arzuları tatmin edebilmek için başka insanlara zorla yaptırım uygulanmasını suç saymıştır.
Bu hikayelerin verdiği mesajlardan birisi şudur: Cinsellik, ister eşcinsel ister karşıcinsel bir ilişki olsun, partnerlerin karşılıklı saygılı, eşit ve gönüllü olmaları halinde suç olmaktan çıkar, aksi takdirde dünyevi ve de dini olarak cezalandırılır.
İslamî bakış açısından bu, belirli cinsel davranışların suç sayılıp cezalandırılmasını öngören temel çizgidir. Dinen bir davranışın yasaklanmasını, o davranışın halk arasında mı yoksa özel hayatta mı yaşandığı belirler. Özel hayatta yaşananı yargılama yetkisine sadece tanrı sahiptir. Dini olarak yasaklanmış bir davranış ayrıca halk arasında da yapılırsa cezayı hem toplum hem de tanrı verir. Yani dinen yasaklanmış bir olay eğer halka zarar verirse kanunen suç sayılır.
Yukarıdaki analizler sonucunda dini ve dünyevi cinsel ahlak arasındaki ortak zemini bulmuş oluyoruz. Dünyevi ahlak ve eşcinseller cinsel bir yönelimi başkalarına yaptırım uygulayarak gerçekleştiriyorsa bu yönelim suç halini alıyor.
1- Hz. Muhammed zamanında (MS 632 yılları) eşcinsellik yüzünden ceza almış ya da infazı gerçekleştirilmiş tek bir kişi bile kayıtlarda yoktur. İlk infaz eşcinsel bir kişinin canlı olarak gömülmesini teklif eden üçüncü halife Ömer zamanında gerçekleşmiştir. Fakat o zamanki alimler Hz. Muhammed’in geleneklerini göz önünde bulundurarak diri diri gömme teklifini reddederek eşcinsellerin şehirdeki en yüksek binadan aşağı atılarak taşlanması fikrini kabul etmişlerdir.
2- Düşünce ve hukuk hakkında çalışan İslamî okullar eşcinsellik konusu üzerinde farklı görüşlere sahiptir. Erkekler arasında görülen cinsel münasebetler değişik okullarda geleneksel literatürün farklı yorumlanmasıyla farklı şekilde yargılanıyor. Şu anki tüm yasal okullar eşcinsel ilişkiyi yasa dışı olarak kabul ediyor fakat verilen cezaların sertliği bakımından birbirlerinden ayrılıyorlar. Asya’nın güney ve doğu taraflarında yaygın olarak bulunan Hanefi okulları eşcinselliği fiziksel bir cezayla yargılamaya gerek görmüyor. Fakat Arap dünyasında yaygın olarak bulunan okullar (Hanabalites) eşcinsel ilişkilere oldukça sert cezalar veriyor. Şafi okulları genelde “anahtarın deliğe girmesi” gibi olayın dört tanığın şahitlik yapması halinde cezalandırılması gerektiğini savunuyor.
3- Ahmadimuslim cemaatine göre eşcinsellik toplumu çürümeye götüren bir yönelim. “Eşcinsellik ve İslam” başlıklı bir makalede Ahmadi mezhebi (toplumdaki bozulmayı göz önünde bulundurarak) şunu belirtir:” Olay devam ettikçe insanlar artık doğal dürtülerini tatmin edebilmek için daha acayip ve sapık yöntemler bulacak ; çocuk pornografisi, biseksüellik ,eşcinsellik ve hayvanlarla ilişki kurma (animalhobi) ortaya çıkacak” deniliyor ve cümleye şu şekilde devam ediliyor: “Eşcinsellik insanların ve hayvanların doğalarına tamamen zıttır ve üretken bir toplumun tüm amaçlarına, ahlakına ve kurumlarına karşıdır”.
4- Yaklaşık 2 milyon nüfusu olan İsmaili mezhebi (ayrıca Agha Khani hareketi olarak da bilinir) İslamiyet’i modern hayata uyabilmesi için tekrar yorumlanmaya ihtiyacı olan ve sürekli evrim geçiren bir din olarak görür. Hz. Muhammed’in doğrudan mirasçısı olarak kabul edilen mezhebin ruhani lideri Prens Agha Khan, İslamiyet’teki farklı hareketleri konu alan söyleşilere ve iletişime açık olmuştur. Eşcinseller hakkında şu ana kadar herhangi bir şey söylememesine rağmen ileride bu konu hakkında açıklama yapması bekleniyor.
5- 1988 yılında, Kahire’de bulunan dünyadaki en eski ve de en çok sözü geçen Al-Azhar üniversitesindeki bilim insanları cinsiyet değişim ameliyatlarına İslamiyet’te izin verilebileceğini açılayan bir fetva yayınladı. Üniversite müftüsü tarafından şu açıklama yapıldı: ”Ameliyata kadın ve erkek organlarında saklanmış olan şeylerin açığa çıkarılması amaçlandığında izin verilebilir. Hakikaten, bu tedavi sayılacak derecede zorunludur. Fakat bu ameliyat sadece insanların cinsiyetlerini değiştirme amacını güdüyorsa, o zaman izin verilemez.” Bu fetva, İslami sınırlar içinde Müslüman transgender hareketinin kabulü için çok önemli bir örnek oluşturmaktadır.
6- Şimdiye kadar bir çok Müslüman geyin, lezbiyenin, biseksüelin ve transgenderin infazı yapıldı ve birçoğu da tutuklandı. Bu hikayelere Afganistan’daki infazlardan ve Suudi Arabistan’daki travestilerin ve cross-dresser ların sınır dışı edilmesinden tutun da Malezya’nın oğlancılıktan yargılanan eski başbakanı Anwar’a kadar birçok örnek eklenebilir. Ayrıca İran’daki 1979 İslam devriminden sonra yaklaşık 4000 eşcinselin infazı gerçekleştirildi.
7- Birçok Arap ülkesinde İslamiyet resmi din olmasına karşın (Lübnan hariç), Avrupa yasaları bu ülkedeki kanunların oluşumunu oldukça etkiliyor. Örneğin Fransız anayasasından çok fazla etkilenen Cezayir’de şu an eşcinsellik 2 ay ile 2 yıl arası hapis ve 500-2000 Cezayir dinarıyla cezalandırılıyor. Öte yandan şeriat kurallarının hüküm sürdüğü Suudi Arabistan’da eşcinsellik zina ile eşdeğer tutuluyor ve aynı şekilde cezalandırılıyor. Eğer kişinin akli dengesi yerinde ve özgür ise taşlanarak öldürülüyor, eğer kişi özgür ve bekarsa 100 kırbaç vuruluyor ve bir yıl sürgün ediliyor. Fakat gayrimüslim biri eğer bir Müslümanla eşcinsel ilişkiye giriyorsa o kişi de aynı şekilde taşlanarak öldürülüyor. Eşcinsellik, sanığın dört defa itirafıyla ya da dört güvenilir Müslüman tanığın şahadetiyle ispatlanıyor.
8- 1992 yılında Afganistan’da Taliban’ın aşırı muhafazakar ordusu tarafından on infaz gerçekleştirildi. Eşcinsellikle suçlanan kişilerin üstüne duvar yıkılıyor ve Taliban yasalarına göre eğer kişi otuz dakika hayatta kalabilirse masum sayılıp hastaneye kaldırılıyor.
Presentation by Adel Kassem
Bilgi Üniversitesi
İstanbul - 7-9 MAYIS 2004
Çeviren: Erol Biçer
4 Ekim 2015 Pazar
KENDİ İÇİNDE ÖTEKİLEŞTİR(İL)MEK
Psikoloji bilimi, başlangıçta; fiziksel ve biyolojik bilimlerin tamamlayıcısı durumundaydı. Daha sonra bazıları, bilinç altında cereyan eden olayların araştırılması gerektiğini öne sürdü. Diğerleri ise bilinç düzeyindeki zihni olayların bile objektif olarak gözlenemediğini bu sebeple psikolojinin, gözlenebilir davranışı incelemesi gerektiği üzerinde ısrar ettiler. Araştırmacılar arasındaki bu farklı yaklaşımlardan sonra bugün en fazla kabul edilen anlamıyla psikoloji “İnsan ve hayvan davranışlarını inceleyen ve zihinsel süreçleri araştıran bir bilim” olarak tanımlanmaktadır.
Bütün çekirdek psikolojinin uzantısından gelmeye çalıştığım nokta bir gruba ait olma isteğidir doğal bir şekilde tüm canlılar kendini bir gruba ait olma içgüdüsüyle donatılmıştır; Dünyalı olmak gibi bir topluma bir aileye bir şehir derneğine bir görüşü savunan gruba girmek gibi çok geniş örneklerden çekirdek grublara kadar hepsi sosyal bir grub güdüsünü doyurmak içindir. Ve bu grubların en büyüğünden en küçüğüne kadar hepsi bireylerinin çıkarlarını gözetip ,özgürlüğünü ve ferahını "başka bireyleri" hiçe saymadan korumaktır.
Sosyal hayatın her noktasında ötekileştirmeleri görmek gayet normal A partisinin B partisi görüşlerini benimsemek istememesi gibi et yiyen birisinin sebze yiyen birisine vejeteryan demesi gibi ,C takımının D takımı renklerini beğenmemesi gibi bu noktada bir sıkıntı yok bir grub diğer grubu kendi zevklerine veya düşüncelerine uymadığı için öteki gözüyle bakabilir sarı sevenin siyah seven birisiyle sorunu yoktur ama siyah renk bir şey kullanmaz kullananada niye kullandın diyemez vb...Sorun A grubundaki bireylerin kendi içerisinde küçük "a" kısa"a" sarışın"a" gibi birbirlerini ötekileştirmeleridir ve bu noktada ciddi problemler vardır. Vardır çünkü o grub içinde bir birlik ve beraberlik ortak menfaat ve gelişme ,diğer grublara ve topluluklara yardımcı olma faydalı olabilme gibi bir durum söz konusu değildir.
Eşcinsellik camiası hepimizin malumu ötekileştirilmiş en büyük "ÖTEKİ" dir . Böyle durumlarda bu grub içindeki kişilerin bir birlerine daha ılımlı daha özverili davranması gerekirken maalesef camiamız içerisinde ötekileştirilenlerin kendi içinde ötekileştirilmesi durumunu hemen hemen her an yaşayabilirsiniz yaşamasanızda görüp duyabilirsiniz. Gay olanların ,travesti olanları dışlaması travesti bireylerin trans olanlardan kaçarken ,trans bireylerin travesti ve gayleri "ibne" olarak adlandırması hani bizi toplumdaki biliçsiz kaba düşüncesiz ve insan dışı davranışlar sergilerken her birimizi aşağılamak için kullandıkları o aciz lafla itaf etmeleri.....Örnekler tam tersine de çevrilebilir. Konuşulması gereken şuki ; her eşcinsel birey biseksüel, gay, lezbiyen, travesti bir diğerinden daha üstün değildir cinsellik anlamında eşcinsellik bir seçim değil hepimizin malumu fakat bir kişi trans olmak istiyorsa travesti olmak istiyorsa seçimini yaparak amaliyatlarla istediği noktaya gelebilir geldiği zamanda geçmişte olduğu noktadaki birisini olduğu veya seçtiği cizgiden dolayı küçümseyemez ve seçimleirnden dolayı küçümsenemez.Olayı o kadar abartmışız ki artık şarışın bir birey esmer olanı esmer olan kumral olanı dışlar olmuş neyin savaşını vermek istediğini sorsanız emin olun bir tek anlamlı cümle kuramazlar çünkü yoktur bir anlamlı gerekçesi ötekileştirilenlerin kendi içerisindekini ötekileştirmesi.
Her gün karşılaştığımız bir durum haline gelen bu girdabı normalleştirmek yerine bundan kurtulmalıyız .Ha illa duramıyor muyuz kişiliğimiz alt yapımız ve eğitimimizin yetersiz kaldığı kendimizi durduramadığımız noktada atalarımızın dediği gibi İĞNEYİ KENDİMİZE ÇUVALDIZI BAŞKASINA BATIRALIM iğne seni acıtmadıysa çuvaldızı başkasına onalarca kez batır batır çek o zaman sözüm yoktur.Ama hakkaten iğne seni acıtmadıysa.
Hadi kendimize çekidüzen verip ötekileştirildiğimiz bir dünyada kendimize sahip çıkalım ötekileştirmeyelim bir diğerimizi, biz değilmiyiz bu dünyayı renklendiren ? bizim GAY MODA TASARIMCILARIMIZ değil mi bütün bu güçlü ve güzel tasarımlarıyla dünya kadın ve erkeklerini giydirerek farkını koyan bizim TRANS ŞARKICILARIMIZ ve OYUNCULARIMIZ değil mi güzel namelerle bizi bizden alıp, en güzel hikayelerde yeri gelip güldüren yeri geldiğinde düşüğndüren.Bizim BİSEKSÜEL MİMARLARIMIZ değil mi yaşanılası mekanlar ve tasarımlarıyla hayatımızı hem kolaylaştıran hem zevkli ortamlarda olmamızı sağlayan BizimTRAVESTİ arkadaşlarımız değil mi herkeslerden daha yetenekli herkeslerden daha başarılı olabilecekken imkanları elinden alınan.....HEPİMİZ biziz bizi biz yapan puzzledaki ana taşları kendi ellerimizle bozmayalım.Heleki bugünlerde biraz daha sağduyulu biraz daha gülümseyerek bakalım birbirimize.
Bütün çekirdek psikolojinin uzantısından gelmeye çalıştığım nokta bir gruba ait olma isteğidir doğal bir şekilde tüm canlılar kendini bir gruba ait olma içgüdüsüyle donatılmıştır; Dünyalı olmak gibi bir topluma bir aileye bir şehir derneğine bir görüşü savunan gruba girmek gibi çok geniş örneklerden çekirdek grublara kadar hepsi sosyal bir grub güdüsünü doyurmak içindir. Ve bu grubların en büyüğünden en küçüğüne kadar hepsi bireylerinin çıkarlarını gözetip ,özgürlüğünü ve ferahını "başka bireyleri" hiçe saymadan korumaktır.
Sosyal hayatın her noktasında ötekileştirmeleri görmek gayet normal A partisinin B partisi görüşlerini benimsemek istememesi gibi et yiyen birisinin sebze yiyen birisine vejeteryan demesi gibi ,C takımının D takımı renklerini beğenmemesi gibi bu noktada bir sıkıntı yok bir grub diğer grubu kendi zevklerine veya düşüncelerine uymadığı için öteki gözüyle bakabilir sarı sevenin siyah seven birisiyle sorunu yoktur ama siyah renk bir şey kullanmaz kullananada niye kullandın diyemez vb...Sorun A grubundaki bireylerin kendi içerisinde küçük "a" kısa"a" sarışın"a" gibi birbirlerini ötekileştirmeleridir ve bu noktada ciddi problemler vardır. Vardır çünkü o grub içinde bir birlik ve beraberlik ortak menfaat ve gelişme ,diğer grublara ve topluluklara yardımcı olma faydalı olabilme gibi bir durum söz konusu değildir.
Eşcinsellik camiası hepimizin malumu ötekileştirilmiş en büyük "ÖTEKİ" dir . Böyle durumlarda bu grub içindeki kişilerin bir birlerine daha ılımlı daha özverili davranması gerekirken maalesef camiamız içerisinde ötekileştirilenlerin kendi içinde ötekileştirilmesi durumunu hemen hemen her an yaşayabilirsiniz yaşamasanızda görüp duyabilirsiniz. Gay olanların ,travesti olanları dışlaması travesti bireylerin trans olanlardan kaçarken ,trans bireylerin travesti ve gayleri "ibne" olarak adlandırması hani bizi toplumdaki biliçsiz kaba düşüncesiz ve insan dışı davranışlar sergilerken her birimizi aşağılamak için kullandıkları o aciz lafla itaf etmeleri.....Örnekler tam tersine de çevrilebilir. Konuşulması gereken şuki ; her eşcinsel birey biseksüel, gay, lezbiyen, travesti bir diğerinden daha üstün değildir cinsellik anlamında eşcinsellik bir seçim değil hepimizin malumu fakat bir kişi trans olmak istiyorsa travesti olmak istiyorsa seçimini yaparak amaliyatlarla istediği noktaya gelebilir geldiği zamanda geçmişte olduğu noktadaki birisini olduğu veya seçtiği cizgiden dolayı küçümseyemez ve seçimleirnden dolayı küçümsenemez.Olayı o kadar abartmışız ki artık şarışın bir birey esmer olanı esmer olan kumral olanı dışlar olmuş neyin savaşını vermek istediğini sorsanız emin olun bir tek anlamlı cümle kuramazlar çünkü yoktur bir anlamlı gerekçesi ötekileştirilenlerin kendi içerisindekini ötekileştirmesi.
Her gün karşılaştığımız bir durum haline gelen bu girdabı normalleştirmek yerine bundan kurtulmalıyız .Ha illa duramıyor muyuz kişiliğimiz alt yapımız ve eğitimimizin yetersiz kaldığı kendimizi durduramadığımız noktada atalarımızın dediği gibi İĞNEYİ KENDİMİZE ÇUVALDIZI BAŞKASINA BATIRALIM iğne seni acıtmadıysa çuvaldızı başkasına onalarca kez batır batır çek o zaman sözüm yoktur.Ama hakkaten iğne seni acıtmadıysa.
Hadi kendimize çekidüzen verip ötekileştirildiğimiz bir dünyada kendimize sahip çıkalım ötekileştirmeyelim bir diğerimizi, biz değilmiyiz bu dünyayı renklendiren ? bizim GAY MODA TASARIMCILARIMIZ değil mi bütün bu güçlü ve güzel tasarımlarıyla dünya kadın ve erkeklerini giydirerek farkını koyan bizim TRANS ŞARKICILARIMIZ ve OYUNCULARIMIZ değil mi güzel namelerle bizi bizden alıp, en güzel hikayelerde yeri gelip güldüren yeri geldiğinde düşüğndüren.Bizim BİSEKSÜEL MİMARLARIMIZ değil mi yaşanılası mekanlar ve tasarımlarıyla hayatımızı hem kolaylaştıran hem zevkli ortamlarda olmamızı sağlayan BizimTRAVESTİ arkadaşlarımız değil mi herkeslerden daha yetenekli herkeslerden daha başarılı olabilecekken imkanları elinden alınan.....HEPİMİZ biziz bizi biz yapan puzzledaki ana taşları kendi ellerimizle bozmayalım.Heleki bugünlerde biraz daha sağduyulu biraz daha gülümseyerek bakalım birbirimize.
10 Eylül 2015 Perşembe
Homojen E-Dergi Yayın Hayatına Başladı
Dört yılı aşkın süredir yayınına devam eden Ayı Sözlük, yazarları arasında gönüllü bir ekip kurarak bir e-dergi yazmaya karar vermiş. Adının Homojen olmasını kararlaştıran ekip LGBTİ kültür dergisi olarak içerik hazırlıyor. Homojen Dergi ilk sayısını 5 Eylül'de yayınladı.
İlk sayıda Demet Sağıroğlu ve Selma Sonat ile yaptıkları röportajlara yer verilmiş.
Dergi http://homojen.ayisozluk.com adresinden okunabiliyor ve indirilebiliyor.
Homojen Dergisi'ne hoş geldin diyor yayın hayatında başarılar diliyoruz.
İlk sayıda Demet Sağıroğlu ve Selma Sonat ile yaptıkları röportajlara yer verilmiş.
Dergi http://homojen.ayisozluk.com adresinden okunabiliyor ve indirilebiliyor.
Homojen Dergisi'ne hoş geldin diyor yayın hayatında başarılar diliyoruz.
8 Eylül 2015 Salı
Poedat Konferansı 2015 ve LGBTİ
Poedat Kolektifi'nin kurucusu Fırat Akova'yla disiplinlerarası bir gençlik buluşması olan Poedat Konferansı 2015 hakkında söyleştik. Akova, 2012'den beri 15 etkinlik düzenleyen ve 450 kişilik büyüyen bir topluluk oluşturan kolektifin 4-6 Aralık'ta Studio-X Istanbul'da düzenleyeceği konferansı ve konferansın LGBTİ konusuna olan yaklaşımını anlattı. Türkiye'deki akademik çevrede henüz pek dillendirilmeyen LGBTİ kimliği ve hareketi, konferansın başvuru bekleyen on bildiri alanından bir tanesi.
Bize kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?
Ben Fırat Akova. Poedat Kolektifi’nin kurucusu ve Poedat Dergisi’nin genel yayın yönetmeniyim. McGill Üniversitesi’nde felsefe ve sosyoloji okudum. İstanbul Bilgi Üniversitesi Felsefe ve Toplumsal Düşünce Bölümü’nde yüksek lisans yapıyorum. Kanada’daki bir felsefe kuruluşu olan Philopolis Montréal’de yönetim kurulu üyesi ve üniversite temsilcisi olarak çalıştım. 14. Türkiye Felsefe Olimpiyatı’nda altın madalya kazandım ve Türkiye’yi temsilen katıldığım 18. Uluslararası Felsefe Olimpiyatı’nda Harvard Üniversitesi’nin başkanlığını yaptığı uluslararası bir kurul tarafından onur ödülüne layık görüldüm. Çeşitli edebiyat yayınlarında çalışmalarım basıldı. Politik topluluklarda ve sivil toplum örgütlerinde gerçekleşmesine yardım ettiğim projeler oldu.
Poedat Kolektifi nedir, neler yapıyor, neleri amaçlıyor?
Poedat Kolektifi, eski adıyla Yalın Ayaklar Kulübü, 2012’nin bir kış günü kuruldu. Kuruluşundan beri başta felsefe olmak üzere edebiyat, sosyoloji, psikoloji gibi alanlara değen etkinlikler düzenledik. Bilginin olanaklılığından Charles Baudelaire’e, tanrıdan anarşizme, Sait Faik Abasıyanık öykülerinden Stephen Hawking’in röportajlarına, sapkınlık araştırmalarından Kim Ki-duk filmlerine, Alberto Giacometti’nin varoluşçu estetiğinden küresel yoksulluk olgusuna, Varlık ve Zaman’dan Walter Benjamin’e kadar birçok konu, kişi, kavram, metin ve tarihsel-sosyal gerçek üstüne konuşmalar ve tartışmalar gerçekleştirdik. Ağırlık merkezimiz hem yönetim hem de katılım olarak genç kuşak, özellikle de üniversite öğrencileri. 450 kişinin katılım sağladığı bir topluluğa sahibiz.
Mevsimlik dergimiz birinci yılını kutluyor. İstanbul Grubumuz bir tartışma topluluğu olarak geçen yıldan beri etkin. Gelecekte “yaşam okulu” kurma gibi bir düşümüz var. Şu an ise disiplinlerarası bir gençlik buluşması olan Poedat Konferansı 2015’i hazırlıyoruz.
Poedat Konferansı 2015 hakkında bilgi verebilir misiniz?
Poedat Konferansı 2015, 4-6 Aralık’ta Studio-X Istanbul’da felsefeden sosyolojiye, psikolojiden antropolojiye, mimarlıktan ekolojiye, edebiyattan kültürel çalışmalara farklı disiplinlerin kesiştiği 10 alanda üniversite öğrencilerinden ve genç bağımsız araştırmacılardan bildiriler bekliyor. Bilginin yaratıcı bir biçimde erişilebilir kılınması ve toplumsal bir işlev tutması amacımızı çok kültürlü bir ortam ile taçlandırmayı arzuluyoruz; o nedenle konferansı değişik bireylere, kesimlere ve topluluklara çağrılar yaptığımız bir tanışma alanı olarak da kurguluyoruz. Yan etkinliklerin düzenlenmesi, katılımcıların odağa alındığı çalışmaların gerçekleştirilmesi, sosyal medyanın kamusal bilgi merkezine dönüştürülmesi ve İstanbullu olmayan katılımcıların İstanbullu katılımcılar tarafından ağırlanması gibi başlıklarla da konferansın yenilikçi yönünü öngörüyoruz.
Poedat Konferansı 2015’e katılım nasıl sağlanabilir?
Konferansa konuşmacı olarak katılmak isteyenler duyurduğumuz 10 bildiri alanını poedat.org/poedat-konferansi-2015 sayfasından inceleyip kendilerine en uygun düşen bildiri alanı için 15 Ekim’e kadar 300 sözcüklük bir bildiri özeti gönderebilirler. Yapılacak değerlendirme sonucunda kabul edilen bildiri özetlerinin sahiplerinden bildirilerin tam metnini isteyeceğiz. Konferansa dinleyici olarak katılmak isteyenlerin ise gelişmeler için Facebook etkinliğimizi takip etmelerini öneriyorum. Konferansla ilgili önerileri olanlara da bilgi@poedat.org adresinden açığız.
Konferansta LGBTİ araştırmaları üstüne de bildiri beklediğinizi belirtmişsiniz. Bildiri alanlarınıza LGBTİ araştırmalarını neden dâhil ettiniz?
LGBTİ, üstüne biyolojik ve antropolojik çalışmalar yapılabilecek bir alan, dahası, sosyolojik olarak da irdelenebilecek tarihsel bir dağarcığa sahip; söz konusu dağarcık Türkiye’nin sosyal dokusundaki kapalılık nedeniyle tanınmıyor, yeterince işlenemiyor, hak ettiği konuma ulaşamıyor. LGBTİ kimliğinin ve hareketinin bilinmesine ve bir değer olarak yükseltilmesine katkı sağlamak amacıyla bildiri alanlarından bir tanesini de LGBTİ araştırmaları dâhil olmak üzere bedensellik, cinsiyet, feminist dalgalar, kuir konularına ayırdık.
LGBTİ, ne yazık ki henüz fısıldanarak konuşulan gerçeklerden biri. Ancak son yıllarda LGBTİ bireylerin varlığı ve talepleri belirgin olmaya başladı. Konferans, LGBTİ bireylerin çoğunlukla yok sayıldığı bir coğrafyada bir bakıma onları ve onların umutlarını, kaygılarını, koşullarını öne çıkararak “Biz onlarlayız ve tanığız” diyor. O açıdan bildiri alanlarımızın içinde LGBTİ araştırmalarının yer almasını onlardan yana alınmış bir tutum sayıyoruz. Üstelik LGBTİ bireylere yönelik olumlu gelişmelerin sadece yurt dışında kalmasını istemedik ve LGBTİ araştırmalarını konferansın bildiri alanına koyarak yeni bir sayfanın Türkiye’de de açılmakta olduğunu herkese anımsatma amacını güttük.
Kolektifin çalışma ekibinde LGBTİ üyeler var mı? Etkinliklerinize LGBTİ bireyler katılım sağlıyor mu?
Kolektifin çalışma ekibinde kimliğini açıktan LGBTİ olarak tanımlayan bir dostumuz şimdiye kadar görev almamış olsa da etkinliklerimizde kimliklerini açıktan LGBTİ olarak tanımlayan katılımcılarımız oldu.
İnanıyoruz ki LGBTİ bireylerin kabulü ve haklarının teslim edilişi, herkesin durumu bildiği ancak hiçbir şey demediği, diken üstünde olmayı hissettiren bir suskunluktan değil, kimliklerinin ve yüzleştikleri sorunların olabildiğince dile döküldüğü bir açıklıktan geçiyor. O nedenle etkinliklerimizde LGBTİ bireyler için samimi bir ortam oluşturmaya özen gösterdik, zaman zaman deneyimledikleri duygusal ve toplumsal durumlar hakkında onlarla sohbet ettik, kolektifte Güvenli Bölge aracılığıyla korunduklarını her daim vurguladık.
Güvenli Bölge nedir? LGBTİ bireylere nasıl bir koruma sağlıyor?
Güvenli Bölge, tek bir cümleden oluşan, içini olabildiğince geniş tuttuğumuz bir ilke, olmazsa olmazımız: “Herkes ırkı, etnik kökeni, dili, biyolojik cinsiyeti, cinsel yönelimi, cinsiyet kimliği, fiziksel ve zihinsel özellikleri, yaşı, eğitim seviyesi, kültürel alışkanlıkları, toplumsal konumu, maddi durumu, inancı, politik düşünceleri, dünya görüşü ve yaşam biçimi ne olursa olsun kişiliği ölçüsünde hak ettiği saygıyı özgürlükçü ve barışçıl bir ortamda bulur.”
Güvenli Bölge, toplumsal dezavantaja sahip diğer kesimler gibi, LGBTİ bireyleri de koruyor. Aslında biz Güvenli Bölge’yi uygulamakla ek bir şey yapmıyoruz, zaten olması gerekeni, yani ayrımcılığa karşı sokaklarda, parklarda, okullarda, iş yerlerinde, hastanelerde, hapishanelerde, her türlü kamusal ve özel alanda sağlanması gereken asgari koruma pratiğini yerleşik kılmaya çabalıyoruz. Her etkinliğimizde Güvenli Bölge'yi açıklıyoruz ve tüm katılımcılarımızın ilkemize uymasını bekliyoruz. Çok az yaşanmış olsa da Güvenli Bölge'nin ihlal edildiği ya da ihlal edilmesine yakın olan durumlar oluştuğunda katılımcılarımızdan biri ya da birkaçı mutlaka Güvenli Bölge'yi anımsatıyor ve içinde bulunulan durumun neden Güvenli Bölge'yi ihlal ettiğini, kendisini ya da kendisi dışındaki kimseleri neden rahatsız edebileceğini bildiriyor. Ortamın olgunluğu ve Güvenli Bölge’nin içselleştirilmiş olması sayesinde ciddi bir sıkıntı yaşamadık. Güvenli Bölge'yi bilerek, isteyerek, ısrarla ihlal etme niyetini kolektiften çıkış nedeni sayıyoruz.
Çalışmalarınızda başarılar diliyoruz. Size ulaşmak isteyenler ne yapmalı?
Çok teşekkür ederiz. Bize ulaşmak isteyenler bilgi@poedat.org adresinden bize yazabilir, etkinlikler hakkında bilgi alabilir, konferansta gönüllü olmak ya da ekipte çalışmak için başvuruda bulunabilirler.
Bize kısaca kendinizi tanıtabilir misiniz?
Ben Fırat Akova. Poedat Kolektifi’nin kurucusu ve Poedat Dergisi’nin genel yayın yönetmeniyim. McGill Üniversitesi’nde felsefe ve sosyoloji okudum. İstanbul Bilgi Üniversitesi Felsefe ve Toplumsal Düşünce Bölümü’nde yüksek lisans yapıyorum. Kanada’daki bir felsefe kuruluşu olan Philopolis Montréal’de yönetim kurulu üyesi ve üniversite temsilcisi olarak çalıştım. 14. Türkiye Felsefe Olimpiyatı’nda altın madalya kazandım ve Türkiye’yi temsilen katıldığım 18. Uluslararası Felsefe Olimpiyatı’nda Harvard Üniversitesi’nin başkanlığını yaptığı uluslararası bir kurul tarafından onur ödülüne layık görüldüm. Çeşitli edebiyat yayınlarında çalışmalarım basıldı. Politik topluluklarda ve sivil toplum örgütlerinde gerçekleşmesine yardım ettiğim projeler oldu.
Poedat Kolektifi nedir, neler yapıyor, neleri amaçlıyor?
Poedat Kolektifi, eski adıyla Yalın Ayaklar Kulübü, 2012’nin bir kış günü kuruldu. Kuruluşundan beri başta felsefe olmak üzere edebiyat, sosyoloji, psikoloji gibi alanlara değen etkinlikler düzenledik. Bilginin olanaklılığından Charles Baudelaire’e, tanrıdan anarşizme, Sait Faik Abasıyanık öykülerinden Stephen Hawking’in röportajlarına, sapkınlık araştırmalarından Kim Ki-duk filmlerine, Alberto Giacometti’nin varoluşçu estetiğinden küresel yoksulluk olgusuna, Varlık ve Zaman’dan Walter Benjamin’e kadar birçok konu, kişi, kavram, metin ve tarihsel-sosyal gerçek üstüne konuşmalar ve tartışmalar gerçekleştirdik. Ağırlık merkezimiz hem yönetim hem de katılım olarak genç kuşak, özellikle de üniversite öğrencileri. 450 kişinin katılım sağladığı bir topluluğa sahibiz.
Mevsimlik dergimiz birinci yılını kutluyor. İstanbul Grubumuz bir tartışma topluluğu olarak geçen yıldan beri etkin. Gelecekte “yaşam okulu” kurma gibi bir düşümüz var. Şu an ise disiplinlerarası bir gençlik buluşması olan Poedat Konferansı 2015’i hazırlıyoruz.
Poedat Konferansı 2015 hakkında bilgi verebilir misiniz?
Poedat Konferansı 2015, 4-6 Aralık’ta Studio-X Istanbul’da felsefeden sosyolojiye, psikolojiden antropolojiye, mimarlıktan ekolojiye, edebiyattan kültürel çalışmalara farklı disiplinlerin kesiştiği 10 alanda üniversite öğrencilerinden ve genç bağımsız araştırmacılardan bildiriler bekliyor. Bilginin yaratıcı bir biçimde erişilebilir kılınması ve toplumsal bir işlev tutması amacımızı çok kültürlü bir ortam ile taçlandırmayı arzuluyoruz; o nedenle konferansı değişik bireylere, kesimlere ve topluluklara çağrılar yaptığımız bir tanışma alanı olarak da kurguluyoruz. Yan etkinliklerin düzenlenmesi, katılımcıların odağa alındığı çalışmaların gerçekleştirilmesi, sosyal medyanın kamusal bilgi merkezine dönüştürülmesi ve İstanbullu olmayan katılımcıların İstanbullu katılımcılar tarafından ağırlanması gibi başlıklarla da konferansın yenilikçi yönünü öngörüyoruz.
Poedat Konferansı 2015’e katılım nasıl sağlanabilir?
Konferansa konuşmacı olarak katılmak isteyenler duyurduğumuz 10 bildiri alanını poedat.org/poedat-konferansi-2015 sayfasından inceleyip kendilerine en uygun düşen bildiri alanı için 15 Ekim’e kadar 300 sözcüklük bir bildiri özeti gönderebilirler. Yapılacak değerlendirme sonucunda kabul edilen bildiri özetlerinin sahiplerinden bildirilerin tam metnini isteyeceğiz. Konferansa dinleyici olarak katılmak isteyenlerin ise gelişmeler için Facebook etkinliğimizi takip etmelerini öneriyorum. Konferansla ilgili önerileri olanlara da bilgi@poedat.org adresinden açığız.
Konferansta LGBTİ araştırmaları üstüne de bildiri beklediğinizi belirtmişsiniz. Bildiri alanlarınıza LGBTİ araştırmalarını neden dâhil ettiniz?
LGBTİ, üstüne biyolojik ve antropolojik çalışmalar yapılabilecek bir alan, dahası, sosyolojik olarak da irdelenebilecek tarihsel bir dağarcığa sahip; söz konusu dağarcık Türkiye’nin sosyal dokusundaki kapalılık nedeniyle tanınmıyor, yeterince işlenemiyor, hak ettiği konuma ulaşamıyor. LGBTİ kimliğinin ve hareketinin bilinmesine ve bir değer olarak yükseltilmesine katkı sağlamak amacıyla bildiri alanlarından bir tanesini de LGBTİ araştırmaları dâhil olmak üzere bedensellik, cinsiyet, feminist dalgalar, kuir konularına ayırdık.
LGBTİ, ne yazık ki henüz fısıldanarak konuşulan gerçeklerden biri. Ancak son yıllarda LGBTİ bireylerin varlığı ve talepleri belirgin olmaya başladı. Konferans, LGBTİ bireylerin çoğunlukla yok sayıldığı bir coğrafyada bir bakıma onları ve onların umutlarını, kaygılarını, koşullarını öne çıkararak “Biz onlarlayız ve tanığız” diyor. O açıdan bildiri alanlarımızın içinde LGBTİ araştırmalarının yer almasını onlardan yana alınmış bir tutum sayıyoruz. Üstelik LGBTİ bireylere yönelik olumlu gelişmelerin sadece yurt dışında kalmasını istemedik ve LGBTİ araştırmalarını konferansın bildiri alanına koyarak yeni bir sayfanın Türkiye’de de açılmakta olduğunu herkese anımsatma amacını güttük.
Kolektifin çalışma ekibinde LGBTİ üyeler var mı? Etkinliklerinize LGBTİ bireyler katılım sağlıyor mu?
Kolektifin çalışma ekibinde kimliğini açıktan LGBTİ olarak tanımlayan bir dostumuz şimdiye kadar görev almamış olsa da etkinliklerimizde kimliklerini açıktan LGBTİ olarak tanımlayan katılımcılarımız oldu.
İnanıyoruz ki LGBTİ bireylerin kabulü ve haklarının teslim edilişi, herkesin durumu bildiği ancak hiçbir şey demediği, diken üstünde olmayı hissettiren bir suskunluktan değil, kimliklerinin ve yüzleştikleri sorunların olabildiğince dile döküldüğü bir açıklıktan geçiyor. O nedenle etkinliklerimizde LGBTİ bireyler için samimi bir ortam oluşturmaya özen gösterdik, zaman zaman deneyimledikleri duygusal ve toplumsal durumlar hakkında onlarla sohbet ettik, kolektifte Güvenli Bölge aracılığıyla korunduklarını her daim vurguladık.
Güvenli Bölge nedir? LGBTİ bireylere nasıl bir koruma sağlıyor?
Güvenli Bölge, tek bir cümleden oluşan, içini olabildiğince geniş tuttuğumuz bir ilke, olmazsa olmazımız: “Herkes ırkı, etnik kökeni, dili, biyolojik cinsiyeti, cinsel yönelimi, cinsiyet kimliği, fiziksel ve zihinsel özellikleri, yaşı, eğitim seviyesi, kültürel alışkanlıkları, toplumsal konumu, maddi durumu, inancı, politik düşünceleri, dünya görüşü ve yaşam biçimi ne olursa olsun kişiliği ölçüsünde hak ettiği saygıyı özgürlükçü ve barışçıl bir ortamda bulur.”
Güvenli Bölge, toplumsal dezavantaja sahip diğer kesimler gibi, LGBTİ bireyleri de koruyor. Aslında biz Güvenli Bölge’yi uygulamakla ek bir şey yapmıyoruz, zaten olması gerekeni, yani ayrımcılığa karşı sokaklarda, parklarda, okullarda, iş yerlerinde, hastanelerde, hapishanelerde, her türlü kamusal ve özel alanda sağlanması gereken asgari koruma pratiğini yerleşik kılmaya çabalıyoruz. Her etkinliğimizde Güvenli Bölge'yi açıklıyoruz ve tüm katılımcılarımızın ilkemize uymasını bekliyoruz. Çok az yaşanmış olsa da Güvenli Bölge'nin ihlal edildiği ya da ihlal edilmesine yakın olan durumlar oluştuğunda katılımcılarımızdan biri ya da birkaçı mutlaka Güvenli Bölge'yi anımsatıyor ve içinde bulunulan durumun neden Güvenli Bölge'yi ihlal ettiğini, kendisini ya da kendisi dışındaki kimseleri neden rahatsız edebileceğini bildiriyor. Ortamın olgunluğu ve Güvenli Bölge’nin içselleştirilmiş olması sayesinde ciddi bir sıkıntı yaşamadık. Güvenli Bölge'yi bilerek, isteyerek, ısrarla ihlal etme niyetini kolektiften çıkış nedeni sayıyoruz.
Çalışmalarınızda başarılar diliyoruz. Size ulaşmak isteyenler ne yapmalı?
Çok teşekkür ederiz. Bize ulaşmak isteyenler bilgi@poedat.org adresinden bize yazabilir, etkinlikler hakkında bilgi alabilir, konferansta gönüllü olmak ya da ekipte çalışmak için başvuruda bulunabilirler.
6 Eylül 2015 Pazar
Boysan Yakar ve Zeliş Deniz'i kaybettik!
LGBTİ aktivistleri Boysan Yakar ve Zeliş Deniz, Çanakkale’de meydana gelen trafik kazasında hayatlarını kaybetti.
Çanakkale’nin Gelibolu İlçesi Bolayır Mevkii’nde 3 aracın karıştığı zincirleme trafik kazasında 5 kişi hayatını kaybetti, 1 kişi de ağır yaralandı.
Hürriyet gazetesinin haberine göre Çanakkale-İstanbul karayolunun Gelibolu İlçesi Bolayır mevkiinde meydana gelen feci kazada yaşamını yitiren 5 kişinin kimlik tespitleri Gelibolu Devlet Hastanesi’nde yapıldı.
Kazadan ağır yaralı olarak kurtulan ve Çanakkale Devlet Hastanesi Yoğun Bakım Servisi’nde tedavi altında olan Kemal Tahiroğlu (52) yönetimindeki 06 DD 9736 plakalı otomobilde yaşamını yitiren iki kişinin Ali Çiftçi (37) ve Sadık Toker (43) olduğu belirlendi.
34 BS 9699 plakalı otomobilde yaşamını yitiren 3 kişinin ise otomobilin sürücüsü Şişli Belediye Başkan Danışmanı, LGBTİ aktivisti Boysan Yakar (31), feminist, LGBTİ aktivisti Zeliş Deniz (33) ve Mert Serçe (27) oldukları tespit edildi.
Türkiye LGBTİ Birliği olarak; tüm LGBTİ toplumuna, Yakar ve Deniz'in dost ve yakınlarına baş sağlığı dileriz.
Çanakkale’nin Gelibolu İlçesi Bolayır Mevkii’nde 3 aracın karıştığı zincirleme trafik kazasında 5 kişi hayatını kaybetti, 1 kişi de ağır yaralandı.
Hürriyet gazetesinin haberine göre Çanakkale-İstanbul karayolunun Gelibolu İlçesi Bolayır mevkiinde meydana gelen feci kazada yaşamını yitiren 5 kişinin kimlik tespitleri Gelibolu Devlet Hastanesi’nde yapıldı.
Kazadan ağır yaralı olarak kurtulan ve Çanakkale Devlet Hastanesi Yoğun Bakım Servisi’nde tedavi altında olan Kemal Tahiroğlu (52) yönetimindeki 06 DD 9736 plakalı otomobilde yaşamını yitiren iki kişinin Ali Çiftçi (37) ve Sadık Toker (43) olduğu belirlendi.
34 BS 9699 plakalı otomobilde yaşamını yitiren 3 kişinin ise otomobilin sürücüsü Şişli Belediye Başkan Danışmanı, LGBTİ aktivisti Boysan Yakar (31), feminist, LGBTİ aktivisti Zeliş Deniz (33) ve Mert Serçe (27) oldukları tespit edildi.
Türkiye LGBTİ Birliği olarak; tüm LGBTİ toplumuna, Yakar ve Deniz'in dost ve yakınlarına baş sağlığı dileriz.
2 Eylül 2015 Çarşamba
Dolaptan Çıkma Hikayesi
Bu benim hikayem...
11 yaşındayken, okuldan bir kıza karşı, cinsellik içermeyen ama arkadaşlığın ötesinde olduğunu bildiğim ve anlamlandıramadığım duygular beslemeye başladım. Çocukluk ya, kızın adını da defterlere falan yazıyorum estikçe. Ablam kızın ismini defterimde (sayfaları kaplıyordu tamam da ne var yani) görene kadar çok masum olan bu olay, onun bağıra çağıra “bir kızın ismini deftere yazmamın aptallık olduğunu ve benim akılsız bir özenti olduğumu”, hayatım boyunca görebileceğim en aşağılayıcı biçimde ifade etmesiyle 18 yıl sürecek utancın başlangıcı olacaktı benim için.
Bir süre sonra bir erkek arkadaş edindim. Edindim diyorum çünkü yapmak zorundaymışım gibi hissediyordum, seçtim ve kabullendim. Ailem bu ilişkiden çok memnun olup akşamları da onunla dışarı çıkmama izin verince (lise döneminde bu izinleri almak başka türlü mümkün olmuyordu) uzun süre devam ettirdim birlikteliği. 3,5 senenin sonunda, ne olduğunu anlamadığım “eksiklik” nedeniyle bitirdim ama o eksiklik her ne ise başka erkeklerde illaki tamamlanacaktı ve ben doğru erkeği bulmalıydım. Başka başka hatta bissürü bissürü erkekle devam eden arayışım sırasında yeniden bir kadın girdi hayatıma. Sevgilimin arkadaşıydı… Kurduğumuz sağlam dostluk benim için boyut değiştiriyordu ama ne olduğunu yine kestiremiyordum. Ablamın dediği gibi özentimiydim acaba, özenti neydi ki ayrıca?
Lezbiyen falan olamayacağıma göre kesin çok sağlam dostluk anlayışım vardı. Aşk acısı çeken tüm kız arkadaşlarıma da “amaaan alt tarafı erkek, kızım ben baktım, pipi hepsinde var… Arkadaşlık daha önemli salla yenisi gelir” deyip duruyordum zaten. Pipi demişken; onu kaldıran şeylerin benim için özel bir anlam ifade etmediğini belirtmek isterim. Homofobik bir karakterim zira. Şöyle ki; kadınlar soyunurken bakmam, yanlarında soyunmam, millet kadın doktor ararken ben erkek doktor bulana kadar dolanırım ve ailem ya da dostlarım dışındaki kadınlarla fiziksel temas kurmaktan özenle kaçınırım (erkek ağdacı bile aradım, o derece). Hatta bir gay arkadaşım bu tavırlarım nedeniyle imalı imalı sırıtıp “sende de var bir şeyler ama çözücem ben” diyerek gerdan kırmıştı. Cevap verememiştim! Ne demek istediğini bal gibi anladığım halde her zaman yaptığım gibi “hadi len, ibinee” demektense odama kaçmayı tercih etmiştim. Ben onun ima ettiği şey olamazdım. Hem zaten biseksüel olduğunu öğrendiğim ev arkadaşımla evi ayırmam üzerine geçmişti bu konuşma aramızda. Ne alaka yani, çüşş... Neyse kadına geri dönelim; gayet güzel bir dostluğumuz vardı. Tek sıkıntım sık sık sevgilisiyle arasını düzeltmek zorunda kalmamdı. O çocuğun hayatımızdaki varlığından hiç hoşlanmıyordum. Lezbiyen değildim arkadaşlar, çocuk gıcıktı. Bir gün aceleyle dışarı çıkmamız gerektiğinde yanımda aniden soyundu. Hemen kafamı çevirdim ama o an gördüğüm beden ve sevgilisi olacak erkek kısmısı gözümün önünde birleşiverdi. Ögghhh dedim ya lanet gelsin, seksten soğudum yeminle (içimden tabi) Niye böyle bir şey düşündüm diye şaşırdım kendime. Başkasıyla sevişmesini kıskanmış olamayacağıma göre o sinir çocukla yakıştıramadığımdan öyle olmuştur o. Öyledir öyle…
Çevremdeki kimse onu sevmiyordu ne yazık ki. O yüzden hep savunma durumundaydım. O anlardan birinde “sen de ona hiç laf ettirmiyosun haa, sevgilini korumadın bu kadar” diyen ses beni 11 yaşına geri götürdü. Sanki ablam bağırıyordu. Onun alaycı aşağılayıcı sesi kulağımdaydı resmen. Kanım dondu! O kadar rahatsız oldum ki hiç istemesem de, saçma sapan bir bahane uydurup arkadaşlığımızı bitirdim. Yeni sevgililer buldum bu süreçte ama hiçbiri benim bir erkeği sevebilmem için sıraladığım 1.590.384.837 kriteri karşılamıyordu. İki sene sonra dünyada tanıyabileceğim en iyi kadınlardan biri çıktı karşıma. İkimizin hayatının da karışık olduğu bir dönemdi ve ben yine çok mu çok dost oluyordum. Bu sefer sevgilimden derhal ayrılmıştım, derslerden kalan tüm zamanımı ona ayırıyordum. Öpüşmeyi hem duygusal hem de kadınsı bulduğum için liseden sonra hiçbir erkekle öpüşmemiş hatta filmlerdeki öpüşme sahnelerine bile bakamayan bir insan olarak konuşurken dudaklarına baktığımı fark ettiğimde, “Aaa! İyice azdım ayol uçana kaçana yürüyorum” diyerek eski sevgilimi aradım. Lezbiyen olamayacağıma göre abazaydım. Bu duygular bir süre daha devam edince araya mesafe koymayı uygun buldum ve kafamda bitene kadar görüşmedim onunla.
3 sene sonra çok yakın arkadaşlarımdan biriyle nişanlandım. Nişan günü giyotine gidiyormuşum gibi hissediyordum kendimi. Kısa süre sonra nişanı attım ve uzun müddet bir sevgilim olmadı. Sonunda bir adamla tanıştım. Yakışıklı, kültürlü, çok keyifli biri ama ben yine hiçbir şey hissedemiyordum. Ailemin “aman da ne güzel çocuk, konuşun, buluşun bak bunu da beğenmedim dersen gebertirim seni” tehdit ve telkinleri ile tamam dedim. Aramızdaki cinsel yakınlaşma esnasında hiçbir şey hissetmeyince aklım çıktı. O kadar bir şey hissetmiyordum ki; içimden geçen “O dokunduğu yer neresi ya? Neresi ki o? niye hissetmiyorum ki ben? Kız yoksa seks, yapmayınca unutulan bir şey miydi?” sorularıyla şaşkın şaşkın vücuduma bakıyordum. Devam edemedim…
Bu olayın sonrasında biricik dostumla ilişkiler üzerine konuşurken bana NORMAL olmadığımı ifade etti. Şaşkındı yaptığım yorum karşısında…
O şaşırınca ben de şaşırdım bu bana özgü bir şey mi ki diye…
Ben biseksüel miydim yoksa?
Kendimi netteki gay sitelerine attım hemen. Önüme çıkan herkese hislerimi anlatıp “sizce ben biseksüel miyim?” diye sordum. Ben içimi rahatlatacak “HAYIR” cevabını beklerken çoğunluk lezbiyen olduğumu söyleyince haftalarca yemeden içmeden kesildim. Öyle dan diye de söylenmez ki canım…
Şimdi durumu kabullendim ama bastırmış olmamı hala hazmedemiyorum. Kendime yaptığım kötülüğü kabul edemiyorum. Ne için zorladım kendimi erkeklerle birlikteliğe? Yarı yolda bıraktığım nişanlımın ne suçu vardı? Ben o kadar sevgiliye rağmen ki yalnızlığımı kime borçluyum?
Yakın zamanda aileme açıklayacağım. Çektiğim eziyeti anlayacaklarını umuyorum. İyi dileklerinizi eksik etmeyin.
11 yaşındayken, okuldan bir kıza karşı, cinsellik içermeyen ama arkadaşlığın ötesinde olduğunu bildiğim ve anlamlandıramadığım duygular beslemeye başladım. Çocukluk ya, kızın adını da defterlere falan yazıyorum estikçe. Ablam kızın ismini defterimde (sayfaları kaplıyordu tamam da ne var yani) görene kadar çok masum olan bu olay, onun bağıra çağıra “bir kızın ismini deftere yazmamın aptallık olduğunu ve benim akılsız bir özenti olduğumu”, hayatım boyunca görebileceğim en aşağılayıcı biçimde ifade etmesiyle 18 yıl sürecek utancın başlangıcı olacaktı benim için.
Bir süre sonra bir erkek arkadaş edindim. Edindim diyorum çünkü yapmak zorundaymışım gibi hissediyordum, seçtim ve kabullendim. Ailem bu ilişkiden çok memnun olup akşamları da onunla dışarı çıkmama izin verince (lise döneminde bu izinleri almak başka türlü mümkün olmuyordu) uzun süre devam ettirdim birlikteliği. 3,5 senenin sonunda, ne olduğunu anlamadığım “eksiklik” nedeniyle bitirdim ama o eksiklik her ne ise başka erkeklerde illaki tamamlanacaktı ve ben doğru erkeği bulmalıydım. Başka başka hatta bissürü bissürü erkekle devam eden arayışım sırasında yeniden bir kadın girdi hayatıma. Sevgilimin arkadaşıydı… Kurduğumuz sağlam dostluk benim için boyut değiştiriyordu ama ne olduğunu yine kestiremiyordum. Ablamın dediği gibi özentimiydim acaba, özenti neydi ki ayrıca?
Lezbiyen falan olamayacağıma göre kesin çok sağlam dostluk anlayışım vardı. Aşk acısı çeken tüm kız arkadaşlarıma da “amaaan alt tarafı erkek, kızım ben baktım, pipi hepsinde var… Arkadaşlık daha önemli salla yenisi gelir” deyip duruyordum zaten. Pipi demişken; onu kaldıran şeylerin benim için özel bir anlam ifade etmediğini belirtmek isterim. Homofobik bir karakterim zira. Şöyle ki; kadınlar soyunurken bakmam, yanlarında soyunmam, millet kadın doktor ararken ben erkek doktor bulana kadar dolanırım ve ailem ya da dostlarım dışındaki kadınlarla fiziksel temas kurmaktan özenle kaçınırım (erkek ağdacı bile aradım, o derece). Hatta bir gay arkadaşım bu tavırlarım nedeniyle imalı imalı sırıtıp “sende de var bir şeyler ama çözücem ben” diyerek gerdan kırmıştı. Cevap verememiştim! Ne demek istediğini bal gibi anladığım halde her zaman yaptığım gibi “hadi len, ibinee” demektense odama kaçmayı tercih etmiştim. Ben onun ima ettiği şey olamazdım. Hem zaten biseksüel olduğunu öğrendiğim ev arkadaşımla evi ayırmam üzerine geçmişti bu konuşma aramızda. Ne alaka yani, çüşş... Neyse kadına geri dönelim; gayet güzel bir dostluğumuz vardı. Tek sıkıntım sık sık sevgilisiyle arasını düzeltmek zorunda kalmamdı. O çocuğun hayatımızdaki varlığından hiç hoşlanmıyordum. Lezbiyen değildim arkadaşlar, çocuk gıcıktı. Bir gün aceleyle dışarı çıkmamız gerektiğinde yanımda aniden soyundu. Hemen kafamı çevirdim ama o an gördüğüm beden ve sevgilisi olacak erkek kısmısı gözümün önünde birleşiverdi. Ögghhh dedim ya lanet gelsin, seksten soğudum yeminle (içimden tabi) Niye böyle bir şey düşündüm diye şaşırdım kendime. Başkasıyla sevişmesini kıskanmış olamayacağıma göre o sinir çocukla yakıştıramadığımdan öyle olmuştur o. Öyledir öyle…
Çevremdeki kimse onu sevmiyordu ne yazık ki. O yüzden hep savunma durumundaydım. O anlardan birinde “sen de ona hiç laf ettirmiyosun haa, sevgilini korumadın bu kadar” diyen ses beni 11 yaşına geri götürdü. Sanki ablam bağırıyordu. Onun alaycı aşağılayıcı sesi kulağımdaydı resmen. Kanım dondu! O kadar rahatsız oldum ki hiç istemesem de, saçma sapan bir bahane uydurup arkadaşlığımızı bitirdim. Yeni sevgililer buldum bu süreçte ama hiçbiri benim bir erkeği sevebilmem için sıraladığım 1.590.384.837 kriteri karşılamıyordu. İki sene sonra dünyada tanıyabileceğim en iyi kadınlardan biri çıktı karşıma. İkimizin hayatının da karışık olduğu bir dönemdi ve ben yine çok mu çok dost oluyordum. Bu sefer sevgilimden derhal ayrılmıştım, derslerden kalan tüm zamanımı ona ayırıyordum. Öpüşmeyi hem duygusal hem de kadınsı bulduğum için liseden sonra hiçbir erkekle öpüşmemiş hatta filmlerdeki öpüşme sahnelerine bile bakamayan bir insan olarak konuşurken dudaklarına baktığımı fark ettiğimde, “Aaa! İyice azdım ayol uçana kaçana yürüyorum” diyerek eski sevgilimi aradım. Lezbiyen olamayacağıma göre abazaydım. Bu duygular bir süre daha devam edince araya mesafe koymayı uygun buldum ve kafamda bitene kadar görüşmedim onunla.
3 sene sonra çok yakın arkadaşlarımdan biriyle nişanlandım. Nişan günü giyotine gidiyormuşum gibi hissediyordum kendimi. Kısa süre sonra nişanı attım ve uzun müddet bir sevgilim olmadı. Sonunda bir adamla tanıştım. Yakışıklı, kültürlü, çok keyifli biri ama ben yine hiçbir şey hissedemiyordum. Ailemin “aman da ne güzel çocuk, konuşun, buluşun bak bunu da beğenmedim dersen gebertirim seni” tehdit ve telkinleri ile tamam dedim. Aramızdaki cinsel yakınlaşma esnasında hiçbir şey hissetmeyince aklım çıktı. O kadar bir şey hissetmiyordum ki; içimden geçen “O dokunduğu yer neresi ya? Neresi ki o? niye hissetmiyorum ki ben? Kız yoksa seks, yapmayınca unutulan bir şey miydi?” sorularıyla şaşkın şaşkın vücuduma bakıyordum. Devam edemedim…
Bu olayın sonrasında biricik dostumla ilişkiler üzerine konuşurken bana NORMAL olmadığımı ifade etti. Şaşkındı yaptığım yorum karşısında…
O şaşırınca ben de şaşırdım bu bana özgü bir şey mi ki diye…
Ben biseksüel miydim yoksa?
Kendimi netteki gay sitelerine attım hemen. Önüme çıkan herkese hislerimi anlatıp “sizce ben biseksüel miyim?” diye sordum. Ben içimi rahatlatacak “HAYIR” cevabını beklerken çoğunluk lezbiyen olduğumu söyleyince haftalarca yemeden içmeden kesildim. Öyle dan diye de söylenmez ki canım…
Şimdi durumu kabullendim ama bastırmış olmamı hala hazmedemiyorum. Kendime yaptığım kötülüğü kabul edemiyorum. Ne için zorladım kendimi erkeklerle birlikteliğe? Yarı yolda bıraktığım nişanlımın ne suçu vardı? Ben o kadar sevgiliye rağmen ki yalnızlığımı kime borçluyum?
Yakın zamanda aileme açıklayacağım. Çektiğim eziyeti anlayacaklarını umuyorum. İyi dileklerinizi eksik etmeyin.
30 Ağustos 2015 Pazar
İlk Merhaba ve Ufak Bir Deneme
Aslında yeşili farklı gördümü söyleyebilirim sanırım. Yanlış anlamayın renk körlüğü gibisinden değil... Daha çok yoldan geçen bir sokak hayvanına selam vermek gibi. yine mi olmadı? Peki büyük resmin ayrıntılarına bakmak desem?
aslında olduğum şeyi kabul etmeyerek çok büyük sıkıntılar yaşamışım ve bunları şimdi fark ediyorum. Yıllarca anaroksia ve blumia gibi hastalıklarla uğraştım ki bunun başlıca sebebi kendimi sevmememdi.
Kim olduğumu kabul ettiğimden beri mutluyum. Kim olduğumu kabul ettiğimden beri sakinim, olaylara daha olumlu yaklaşıyorum. Biz LGBTİ bireyler bence dünyayı daha güzel görebilme yetisine sahibiz. Bakış açımızı geniş tutuyoruz. Çoğu dinde günahkar deniyor LGBTİ olmaya. Biz bu görüşten uzağız. Yanlış anlamayın elbette ki hepimizin inançları var hatta eminim ki dindar olanlarımız vardır fakat bir şekilde, bir yerlerden bakış açımızı genişletmeyi başardık. Belki de bunun nedeni özgürlük arayışı içinde olmamız... Bizler insanoğlu olarak zorda kalmadıkça ilerleyemeyiz. Demek istediğim şu, yeterince tatlı su varsa tuzlu suyu damıtmaya ihtiyaç duymayız.
Kendimi sevdiğim süre boyunca iyileştim. Dış görünüşüm ve kilom konusundaki takıntılarımı aştım. Aynaya bakmayı sever oldum. Bütün iç savaşlarım bitti. İlaç kullanmayı bıraktım. Bütün insanları sevmeyi, sinirlensem bile kırmamayı öğrendim. Herkesin kendi hikayesi olduğunu ve her hikayenin kendince önemli olduğunun tekrar farkına vardım. Peki bunlara yıllarca sahip olamamamdaki neden neydi? Dar görüşlü insanların lezbiyen olmam konusunda beni hor görmesi mi? Bunu kabul etmeseler ne değişirdi ki? Ben sevdiğim insanı sevmeye devam edecektim. Hayallerimi elimden alamayacaklardı halbuki... Tek engel bendim... Tek engel benim korkmamdı. Kelebek idim fakat kozamdan çıkmaya korkuyordum. İnsanları umursamamaya karar verdiğimde ise kanatlarımı açıp uçmayı öğrendim. Ve bu çok hoşuma gitti... Kendim olmayı seviyorum. LGBTİ olmayı seviyorum. Ve korkmuyorum. Varsın hor görsünler. Ben sevdiğim sürece gerisinin önemi yok...
aslında olduğum şeyi kabul etmeyerek çok büyük sıkıntılar yaşamışım ve bunları şimdi fark ediyorum. Yıllarca anaroksia ve blumia gibi hastalıklarla uğraştım ki bunun başlıca sebebi kendimi sevmememdi.
Kim olduğumu kabul ettiğimden beri mutluyum. Kim olduğumu kabul ettiğimden beri sakinim, olaylara daha olumlu yaklaşıyorum. Biz LGBTİ bireyler bence dünyayı daha güzel görebilme yetisine sahibiz. Bakış açımızı geniş tutuyoruz. Çoğu dinde günahkar deniyor LGBTİ olmaya. Biz bu görüşten uzağız. Yanlış anlamayın elbette ki hepimizin inançları var hatta eminim ki dindar olanlarımız vardır fakat bir şekilde, bir yerlerden bakış açımızı genişletmeyi başardık. Belki de bunun nedeni özgürlük arayışı içinde olmamız... Bizler insanoğlu olarak zorda kalmadıkça ilerleyemeyiz. Demek istediğim şu, yeterince tatlı su varsa tuzlu suyu damıtmaya ihtiyaç duymayız.
Kendimi sevdiğim süre boyunca iyileştim. Dış görünüşüm ve kilom konusundaki takıntılarımı aştım. Aynaya bakmayı sever oldum. Bütün iç savaşlarım bitti. İlaç kullanmayı bıraktım. Bütün insanları sevmeyi, sinirlensem bile kırmamayı öğrendim. Herkesin kendi hikayesi olduğunu ve her hikayenin kendince önemli olduğunun tekrar farkına vardım. Peki bunlara yıllarca sahip olamamamdaki neden neydi? Dar görüşlü insanların lezbiyen olmam konusunda beni hor görmesi mi? Bunu kabul etmeseler ne değişirdi ki? Ben sevdiğim insanı sevmeye devam edecektim. Hayallerimi elimden alamayacaklardı halbuki... Tek engel bendim... Tek engel benim korkmamdı. Kelebek idim fakat kozamdan çıkmaya korkuyordum. İnsanları umursamamaya karar verdiğimde ise kanatlarımı açıp uçmayı öğrendim. Ve bu çok hoşuma gitti... Kendim olmayı seviyorum. LGBTİ olmayı seviyorum. Ve korkmuyorum. Varsın hor görsünler. Ben sevdiğim sürece gerisinin önemi yok...
29 Ağustos 2015 Cumartesi
ve EYLÜL GELDİ
Eylül yenilenme ayıdır; güneş artık erken bitirir mesaisini olduğumuz yarımkürede Ağustosa nazaran... silkelenme, kendini toparlama, aile olanların akşam eve daha erken toplanma , televizyonların dizileri artırma ,radyolarda romantizm şarkılarının daha çok yükseldiği aydır.Bireysel yaşamayı seçenlerin yada yaşamak zorun da kalanların sa en çok kendini dinlemek zorun da kaldığı ayların başlangıcıdır eylül.
Bir çoğu için yıllık alışverişin en hengamelisidir; okullar açılacaktır, yeni aşklar kapıdadır, yaprakların önünüze düşüşü havanın tatlı talı üşütmeye başladığı yazın bitişini hem kabullenememin hemde bu tatlı üşüntünün insana verdiği garip mutluluğun, tazelenmeniz için verdiği bastıralamayan coşkusunu bir arada yaşayarak geldi eylül.Umutlar dolu doludur ; kolay kolay kimse umutsuz değildir eylül ayında. Kimimiz yeni kararlar alır işimizde bu yıl sonuna alacağımız terfi için , kimimiz bitiş hikayelerini hayra yorup yeni başlangıçların umudunu yeşertir . Sanatçıları bambaşka heyecan sarar hepsi yeni doğumlara tek tek -çifter çifter gebe kalır , yaratıcılığının zirvesindedir en konu sıkıntısı çekenleri bile. Heleki şairler için eylül sonsuz ilhmdır; sınırsız aşk , dolu dizgin kalp savaşları, erguvan erguvan hüzünler, bohem ruhlarını besledikleri bohem arkadaş toplantıları, bir fincanlık kahvede bin aşk bitiriştir aşkları satır satır dökülürken kağıtlara aslında hiç bir aşklarının bitmemişliğidir Eylül, şairler için.En çok hepimizin de olsa Eylül en çok yine en çok Şairlerindir.
Romantizm kokan filmler ardarda vizyona girer ,yağmurlar başlar sinemalar dolar aşıklar sarmaş dolaş izler "anca filmlerde mi kalacak bu romantizm anları" diye iç geçiren tek koltuk bileti alanlarda ordadır.. Ve eylül yalnızlara hep teselli verir; kokusunda umut vardır ,üşütüşünde kendine getirişi vardır sersemlemişleri. Narsistlerin bile ateşini kısar Eylül onlar da kendileriyle konuşur , ölçer tartar hatta daha ılımlıdırlar kendilerinden başkalarını görebilmeye sevebilme yetenekleri gün ışığına çıkar uzun zamandır uykuya bıraktıkları atlas yorganlarının altından Eylülde .
Eylül sadece bir sonbahar başlangıcı değildir;oldukça renkli günlerdir.Yıldızlara bir bakın isterseniz diğer aylardan daha parlak olduklarıyla kalmazlar Eylül de daha yakın dururlar bize .
Eylül'e kulak verin size fısıldağı kişisel devrimleriniz için kaçırılmayacak bir fırsat,yoksa bir sene daha beklemek zorunda kalmak hoş bir durum değil.
PENELOPE
Bir çoğu için yıllık alışverişin en hengamelisidir; okullar açılacaktır, yeni aşklar kapıdadır, yaprakların önünüze düşüşü havanın tatlı talı üşütmeye başladığı yazın bitişini hem kabullenememin hemde bu tatlı üşüntünün insana verdiği garip mutluluğun, tazelenmeniz için verdiği bastıralamayan coşkusunu bir arada yaşayarak geldi eylül.Umutlar dolu doludur ; kolay kolay kimse umutsuz değildir eylül ayında. Kimimiz yeni kararlar alır işimizde bu yıl sonuna alacağımız terfi için , kimimiz bitiş hikayelerini hayra yorup yeni başlangıçların umudunu yeşertir . Sanatçıları bambaşka heyecan sarar hepsi yeni doğumlara tek tek -çifter çifter gebe kalır , yaratıcılığının zirvesindedir en konu sıkıntısı çekenleri bile. Heleki şairler için eylül sonsuz ilhmdır; sınırsız aşk , dolu dizgin kalp savaşları, erguvan erguvan hüzünler, bohem ruhlarını besledikleri bohem arkadaş toplantıları, bir fincanlık kahvede bin aşk bitiriştir aşkları satır satır dökülürken kağıtlara aslında hiç bir aşklarının bitmemişliğidir Eylül, şairler için.En çok hepimizin de olsa Eylül en çok yine en çok Şairlerindir.
Romantizm kokan filmler ardarda vizyona girer ,yağmurlar başlar sinemalar dolar aşıklar sarmaş dolaş izler "anca filmlerde mi kalacak bu romantizm anları" diye iç geçiren tek koltuk bileti alanlarda ordadır.. Ve eylül yalnızlara hep teselli verir; kokusunda umut vardır ,üşütüşünde kendine getirişi vardır sersemlemişleri. Narsistlerin bile ateşini kısar Eylül onlar da kendileriyle konuşur , ölçer tartar hatta daha ılımlıdırlar kendilerinden başkalarını görebilmeye sevebilme yetenekleri gün ışığına çıkar uzun zamandır uykuya bıraktıkları atlas yorganlarının altından Eylülde .
Eylül sadece bir sonbahar başlangıcı değildir;oldukça renkli günlerdir.Yıldızlara bir bakın isterseniz diğer aylardan daha parlak olduklarıyla kalmazlar Eylül de daha yakın dururlar bize .
Eylül'e kulak verin size fısıldağı kişisel devrimleriniz için kaçırılmayacak bir fırsat,yoksa bir sene daha beklemek zorunda kalmak hoş bir durum değil.
PENELOPE
22 Ağustos 2015 Cumartesi
Belki de gerçekten delirdik…
Einstain'ın söyle bir denklemi var: Ego= 1/ bilgi… Bu şu demek, bilgi arttıkça ego azalır ve bir konu hakkında bilgimiz azsa egomuz fazladır. O kadar bilgisiz bir toplumuz ki egolarımız tavan yapmış durumda. Cahilliğimiz belli olmasın diye daha pahalı giyiniyor, daha çok para harcıyor gereksiz güç gösterileri yapıyoruz. Kendimizde aslında bize ait olmayan haklar bulmaya başladık. Kimin kimi seveceği, kimin yaşayıp kimin öleceği, erkeğin görevleri kadının yapması gerekenler vs… bu listeyi daha uzatabiliriz. Peki biz kimiz? Ne oldu nasıl oldu da böyle bir hak buluyoruz kendimizde? Ülke olarak yaşadığımız onca problem, ölüm, yoksulluk, haksızlıklar ve acı varken neden tüm hıncımızı ve öfkemizi elele tutuşan erkeklerden çıkarır olduk? Neden tahammülümüz yok sevgiiye? Ne zaman bu kadar hastalıklı bir bakış açısına sahip olduk? Neden eşekle ilişkiye giren adama laf söylemiyoruz da iki erkek birbirini severse bu problem oluyor?
Öncelikle eşcinsellik hakkında en ufak bir fikrimiz yok bunu kabul edelim. Gay ya da Lezbiyen kelimesi beynimizde sadece pornografik görüntüler canlandırıyor. Unutuyoruz insan olduklarını. Ayıplıyoruz nedensiz. Oysa o pornoları izleyen biz değil miyiz? Eşcinselleri sürekli sevişen, fit vücutlu, evlerinde sürekli sexi iç çamaşırlarıyla gezen sado mazo insanlar sanıyoruz sanırım. Unutuyoruz onların birbirlerini sevdiklerini. Her ilişkide olduğu gibi tartıştıklarını, güldüklerini, hastalandıklarını, bazı geceler başları ağrıdığını, sürekli sexi olmadıklarını sadece insan olduklarını unutuyoruz. Bütün bunları atlıyor ve tek bir soruya odaklanıyoruz… Şimdi yatakta hanginiz erkek?
Günlük hayatta yaşadığımız onca dert arasında mesela komşumuzun yatakta en çok sevdiğimiz pozisyonu sorması gibi bir şey bu. Hem sanane hem bu kadar sıkıntı içinde bu mu kaldı merak edilecek? Anlaşılan o ki aşağılamak birini kendimizi daha üstün daha önemli hissettiriyor.
Gerçi ülkece genel olarak sevgiye tahammülümüz yok. heteroseksüel homoseksüel farketmeden sevdiğimiz için öldürülüyor aşağılanıyoruz. Ya da geçtiğimiz aylarda tanık olduğumuz gibi çalışma hakkımız elimizden alınıyor, aşağılanıyor ve kendimizi öldürmeye mahkum ediliyoruz. Ülkemde çocuklara, hayvanlara, damacanaya hatta cansız vitrin mankenine tecavüz edenler var. Bunlarda sorun bulmuyoruz. Peki aynı adam erkek vitrin mankenine tecavüz etseydi? Burada sorun mankenin cinsiyeti değil tecavüzcünün sapık zihniyeti. Bu konuyu kesinlikle anlamıyoruz.
Artık beyinlerimizi insanların yatak odalarından uzaklaştırmalıyız… Kimin kimi seveceğine karışmak haddimiz değil.
iki erkeğin ya da iki kadının birbirini seviyor oluşu damacanaya tecavüz eden zihniyet kadar tehlikeli değil. 17 günlük bebeğe çok neşeliydi tahrik etti diye tecavüz eden akrabaları kadar tehlikeli değil. Tavuğa tecavüz etmeye kalkan adamın tavuk gagaladı diye tavuğu suçlaması kadar tehlikeli değil. Sevgiyi rahat bırakın artık! Sapkınlıklarla uğraşın! Kendinize gelin!
Öncelikle eşcinsellik hakkında en ufak bir fikrimiz yok bunu kabul edelim. Gay ya da Lezbiyen kelimesi beynimizde sadece pornografik görüntüler canlandırıyor. Unutuyoruz insan olduklarını. Ayıplıyoruz nedensiz. Oysa o pornoları izleyen biz değil miyiz? Eşcinselleri sürekli sevişen, fit vücutlu, evlerinde sürekli sexi iç çamaşırlarıyla gezen sado mazo insanlar sanıyoruz sanırım. Unutuyoruz onların birbirlerini sevdiklerini. Her ilişkide olduğu gibi tartıştıklarını, güldüklerini, hastalandıklarını, bazı geceler başları ağrıdığını, sürekli sexi olmadıklarını sadece insan olduklarını unutuyoruz. Bütün bunları atlıyor ve tek bir soruya odaklanıyoruz… Şimdi yatakta hanginiz erkek?
Günlük hayatta yaşadığımız onca dert arasında mesela komşumuzun yatakta en çok sevdiğimiz pozisyonu sorması gibi bir şey bu. Hem sanane hem bu kadar sıkıntı içinde bu mu kaldı merak edilecek? Anlaşılan o ki aşağılamak birini kendimizi daha üstün daha önemli hissettiriyor.
Gerçi ülkece genel olarak sevgiye tahammülümüz yok. heteroseksüel homoseksüel farketmeden sevdiğimiz için öldürülüyor aşağılanıyoruz. Ya da geçtiğimiz aylarda tanık olduğumuz gibi çalışma hakkımız elimizden alınıyor, aşağılanıyor ve kendimizi öldürmeye mahkum ediliyoruz. Ülkemde çocuklara, hayvanlara, damacanaya hatta cansız vitrin mankenine tecavüz edenler var. Bunlarda sorun bulmuyoruz. Peki aynı adam erkek vitrin mankenine tecavüz etseydi? Burada sorun mankenin cinsiyeti değil tecavüzcünün sapık zihniyeti. Bu konuyu kesinlikle anlamıyoruz.
Artık beyinlerimizi insanların yatak odalarından uzaklaştırmalıyız… Kimin kimi seveceğine karışmak haddimiz değil.
iki erkeğin ya da iki kadının birbirini seviyor oluşu damacanaya tecavüz eden zihniyet kadar tehlikeli değil. 17 günlük bebeğe çok neşeliydi tahrik etti diye tecavüz eden akrabaları kadar tehlikeli değil. Tavuğa tecavüz etmeye kalkan adamın tavuk gagaladı diye tavuğu suçlaması kadar tehlikeli değil. Sevgiyi rahat bırakın artık! Sapkınlıklarla uğraşın! Kendinize gelin!
20 Ağustos 2015 Perşembe
Sevgilim ortamdan olmamalı! Adımızı karalıyorlar!
Uzun zamandır akşam yemeklerimi, facebook profilimin anasayfasını izleyerek yiyorum.. İştahımı açıyorlar, “Bunca gerizekalı varken yaşamak adına bir güzel, afiyetle, yemeliyim!” dedirtiyorlar.
Profilinde 5000’e yakın arkadaşı var ve “Ortamdan kimseyle sevgili olunmaz!” diye bir taraflarını yırtıyor haspam! “Kimden bahsediyor?” diye sorma kendine, bu kişi “sen” bile olabilirsin.
Haa bir de şu iki çiçek, bir kaplan, üç penguen fotoğrafı koyarak “Ben sizin gibi kendimi pazarlamam asla!”vari geçinen arkadaşlar var. Aşkım ev boşken kiminle oynaşacağını şaşırıyorsun; senin o “pazarlama” dediğine biz “fragman” diyoruz.. Kolaları, mısırları alıp da berbat bir filmde hayatımızın o hiç geri dönmeyecek 2-3 saatini kaybetmektense; “dürüst” oluyoruz. Hani dürüstlük diyorsun ya; “İşte biz o fotoğraflı profillerimizle bunun ilk adımını atabilmiş insanlarız.”
İnsanız diyorum; ama hiç oralı olmuyorsun!
Çeşitli sebepler yüzünden kendini hedef göstermekten çekinerek profiline fotoğraf koyamayan; ve kimseyi “Kendini pazarlıyorsun seni kepaze!” diyerek taşa tutmayan arkadaşlara şapka çıkarıyorum.
Gelelim şu “Ortamdan sevgilim olamaz! Asla!”cı takılan “ortam çocuklarımız”a. Yavrum; hunharca, aç gözlü bir şekilde o önüne gelen arkadaşlık teklifini kabul ediyorsun ya; yanlış anlama buna saygım var, ama fütursuzca yazdıklarına yok! Sen orada belli bir kitleye hitap ediyorsun..
Katil misiniz? Zalim mi? Yemin ediyorum ki hiç anlayamıyorum.
Ne biçim bir gaflettesiniz? Hiç mi aklınız yok şöyle okkalı iki üç fikir üretebileceğiniz?
Oturup dünyayı eleştiriyorsunuz. Âlâ! Eleştirin tabii ki; eleştirin fakat “HEDEF GÖSTERMEDEN ELEŞTİRİN!”.. Kalkıp “Trans bireylerin yanındayım, bu nefreti kınıyorum!” diyorsun; ayakta alkışlıyorum.. Ardından “Kadınsı gaylerden nefret ediyorum. Erkek gibi erkek kalmamış piyasada!” diye zıplıyorsun. Baktın sağlam beğeni geldi; daha da arsızlaşıyor ve “Ortamın içine ettiler! Adımızı karalıyor şu şekilde giyinen zırıllar! Hepsi pislik!” diyorsun. Ulan! Bir yerden “nefreti kınarken”, öbür tarafta “nefret körüklüyorsun”.
Ahkâm Kasabısınız. En kötüsü de cahil.. İki tur İstiklâl’de yürümeyi “Tamam ben insanları tanıyorum, ortam hakkında her şeyi gördüm, herkesin ne mal olduğu da ortada”yla karıştırıyorsunuz. Sen sadece “görüyorsun” canımın içi; “konuşmuyor”, “dinlemiyor”, “anlamaya çalışmıyor”,sadece ve sadece “sanıyorsun”.. Hey gidi aptal erkeğim! Hey gidi şapşal kadınım! Hey gidi hey be!
İnsan aşağılamak için yarışa girmişsiniz. Sana ne onun makyajından! Sana ne benim şortumdan! Sana ne ötekinin kız gibi giyinmesinden! Sana ne berikinin soyunmasından!
Son zamanlarda yaşanan “nefret suçlarının” bir çoğunda parmağınız var. Bunun farkında olmamanız, sizi masum kılmıyor. Kökünüz çürümüş; haberiniz yok.
Sahi sizin adamlığınız kaç cm? İnsanları hedef göstererek lanetleyebilecek kadar ne yaşadınız? Kimsiniz? Nesiniz? Nimetlerini sömürdüğünüz hayata katkınız kaç cm?
İstanbul2015 Onur Yürüyüşü sonrasında da bu saçma linç girişimlerinde bulundunuz. Güldüm.. Neremle olduğunu merak etme, cumartesi akşamları burnunda tüten yerimle güldüm!
Sen “normal” olabilirsin. Bu “normal”e de çok gülüyorum. Aşkım neyin “normal”isin sen? Gerizekalının mı?
5000 arkadaşına sesleniyor katil; “Ortamın adına leke sürdüler! Şunu bunu yaptılar!” diye hedef göstererek.. Bir de kendini bilmek diye bir şey var ki bunu da hiç beceremiyorsunuz; ve utanmadan “Onur Yürüyüşü dediğin böyle olmaz!” diye ciyaklıyorsunuz..
Aşkım kaç tane Onur Yürüyüşünde bayrak salladın?
Kaç ülkede bulundun? Kaç değişik derneğin toplantısına katıldın?
Eylemler hakkında ne biliyorsun?
“Ramazanda yapılacak şey değildi bu!” diyorsun. Dinimiz hoşgörü ve saygı dini olmalıydı; zulüm ve saldırı değil! Ben 12 aydan 1 tanesine saygı duyuyorum; peki ya neden bu ülke, bu cennet ülkemiz, benim o 365 günden 1 taneme saygı duyamıyor? Bunu hiç sordun mu kendine? Sorma! Fikir üretebilseydin “Bizden değil; kendinden utanırdın.”.
Uzun lafın kısası; istediğin gibi bir dünyada yaşamak istiyorsan, istediğin gibi olmamızı bekleme bizden. Çünkü hepimizin düşlediği farklı bir dünya var. Buna saygı duyup “Onu bunu lanetlemeden” yaşayacaksın ki, o duyduğun saygı sana katlanarak dönsün.
Aksi takdirde; o tatlı kuyruk acısı yanına kâr kalan tek şey olacak.
Benim sevgilim mümkünse “ortam”dan olsun. “Adımızı lekeliyorlar!” dediğin insanlar sayesinde LGBTİ’nin farkına varılıyor; senin gibi ışıklar kapanınca kendini şaşıranlar sayesinde değil.
Sevilmek istiyorsan; sevmeyi, nefret etmemeyi öğreneceksin. Sonra geleceksin, elinden öpeceğim.
ve “Adamsın!” diyeceğim. Adamsın.
Profilinde 5000’e yakın arkadaşı var ve “Ortamdan kimseyle sevgili olunmaz!” diye bir taraflarını yırtıyor haspam! “Kimden bahsediyor?” diye sorma kendine, bu kişi “sen” bile olabilirsin.
Haa bir de şu iki çiçek, bir kaplan, üç penguen fotoğrafı koyarak “Ben sizin gibi kendimi pazarlamam asla!”vari geçinen arkadaşlar var. Aşkım ev boşken kiminle oynaşacağını şaşırıyorsun; senin o “pazarlama” dediğine biz “fragman” diyoruz.. Kolaları, mısırları alıp da berbat bir filmde hayatımızın o hiç geri dönmeyecek 2-3 saatini kaybetmektense; “dürüst” oluyoruz. Hani dürüstlük diyorsun ya; “İşte biz o fotoğraflı profillerimizle bunun ilk adımını atabilmiş insanlarız.”
İnsanız diyorum; ama hiç oralı olmuyorsun!
Çeşitli sebepler yüzünden kendini hedef göstermekten çekinerek profiline fotoğraf koyamayan; ve kimseyi “Kendini pazarlıyorsun seni kepaze!” diyerek taşa tutmayan arkadaşlara şapka çıkarıyorum.
Gelelim şu “Ortamdan sevgilim olamaz! Asla!”cı takılan “ortam çocuklarımız”a. Yavrum; hunharca, aç gözlü bir şekilde o önüne gelen arkadaşlık teklifini kabul ediyorsun ya; yanlış anlama buna saygım var, ama fütursuzca yazdıklarına yok! Sen orada belli bir kitleye hitap ediyorsun..
Katil misiniz? Zalim mi? Yemin ediyorum ki hiç anlayamıyorum.
Ne biçim bir gaflettesiniz? Hiç mi aklınız yok şöyle okkalı iki üç fikir üretebileceğiniz?
Oturup dünyayı eleştiriyorsunuz. Âlâ! Eleştirin tabii ki; eleştirin fakat “HEDEF GÖSTERMEDEN ELEŞTİRİN!”.. Kalkıp “Trans bireylerin yanındayım, bu nefreti kınıyorum!” diyorsun; ayakta alkışlıyorum.. Ardından “Kadınsı gaylerden nefret ediyorum. Erkek gibi erkek kalmamış piyasada!” diye zıplıyorsun. Baktın sağlam beğeni geldi; daha da arsızlaşıyor ve “Ortamın içine ettiler! Adımızı karalıyor şu şekilde giyinen zırıllar! Hepsi pislik!” diyorsun. Ulan! Bir yerden “nefreti kınarken”, öbür tarafta “nefret körüklüyorsun”.
Ahkâm Kasabısınız. En kötüsü de cahil.. İki tur İstiklâl’de yürümeyi “Tamam ben insanları tanıyorum, ortam hakkında her şeyi gördüm, herkesin ne mal olduğu da ortada”yla karıştırıyorsunuz. Sen sadece “görüyorsun” canımın içi; “konuşmuyor”, “dinlemiyor”, “anlamaya çalışmıyor”,sadece ve sadece “sanıyorsun”.. Hey gidi aptal erkeğim! Hey gidi şapşal kadınım! Hey gidi hey be!
İnsan aşağılamak için yarışa girmişsiniz. Sana ne onun makyajından! Sana ne benim şortumdan! Sana ne ötekinin kız gibi giyinmesinden! Sana ne berikinin soyunmasından!
Son zamanlarda yaşanan “nefret suçlarının” bir çoğunda parmağınız var. Bunun farkında olmamanız, sizi masum kılmıyor. Kökünüz çürümüş; haberiniz yok.
Sahi sizin adamlığınız kaç cm? İnsanları hedef göstererek lanetleyebilecek kadar ne yaşadınız? Kimsiniz? Nesiniz? Nimetlerini sömürdüğünüz hayata katkınız kaç cm?
İstanbul2015 Onur Yürüyüşü sonrasında da bu saçma linç girişimlerinde bulundunuz. Güldüm.. Neremle olduğunu merak etme, cumartesi akşamları burnunda tüten yerimle güldüm!
Sen “normal” olabilirsin. Bu “normal”e de çok gülüyorum. Aşkım neyin “normal”isin sen? Gerizekalının mı?
5000 arkadaşına sesleniyor katil; “Ortamın adına leke sürdüler! Şunu bunu yaptılar!” diye hedef göstererek.. Bir de kendini bilmek diye bir şey var ki bunu da hiç beceremiyorsunuz; ve utanmadan “Onur Yürüyüşü dediğin böyle olmaz!” diye ciyaklıyorsunuz..
Aşkım kaç tane Onur Yürüyüşünde bayrak salladın?
Kaç ülkede bulundun? Kaç değişik derneğin toplantısına katıldın?
Eylemler hakkında ne biliyorsun?
“Ramazanda yapılacak şey değildi bu!” diyorsun. Dinimiz hoşgörü ve saygı dini olmalıydı; zulüm ve saldırı değil! Ben 12 aydan 1 tanesine saygı duyuyorum; peki ya neden bu ülke, bu cennet ülkemiz, benim o 365 günden 1 taneme saygı duyamıyor? Bunu hiç sordun mu kendine? Sorma! Fikir üretebilseydin “Bizden değil; kendinden utanırdın.”.
Uzun lafın kısası; istediğin gibi bir dünyada yaşamak istiyorsan, istediğin gibi olmamızı bekleme bizden. Çünkü hepimizin düşlediği farklı bir dünya var. Buna saygı duyup “Onu bunu lanetlemeden” yaşayacaksın ki, o duyduğun saygı sana katlanarak dönsün.
Aksi takdirde; o tatlı kuyruk acısı yanına kâr kalan tek şey olacak.
Benim sevgilim mümkünse “ortam”dan olsun. “Adımızı lekeliyorlar!” dediğin insanlar sayesinde LGBTİ’nin farkına varılıyor; senin gibi ışıklar kapanınca kendini şaşıranlar sayesinde değil.
Sevilmek istiyorsan; sevmeyi, nefret etmemeyi öğreneceksin. Sonra geleceksin, elinden öpeceğim.
ve “Adamsın!” diyeceğim. Adamsın.
Kimliğinizi ezdirmeyin!
Yıl olmuş 2015; ve biz develerle yaşıyoruz.
İnternet sitelerinin ve telefon uygulamalarının nimetlerinden faydalanmaya başladım başlayalı, hayatıma girip çıkan insanlardaki seçiciliğim köreldi arkadaş! Evdeyim, yalnızım ve ne hikmetse aniden bir “Yalnız öleceğim” kaygısına kapılıyorum.. Bir sonraki dakika elimde telefonum, malum uygulamalardan “Evlenilecek adam” bakıyorum..
Evet, evet! Çok fena bir şekilde görüntüye aldanıyorum.. “Eli, yüzü temiz birine benziyor yaa! Yazsam mı? Hah yazdım, yanıt da verdi! Çağırsam gelir mi bir kahve içmeye? Sevse ya beni keşke… En azından arkadaş olurum. Yaşasın, yarım saate burada olurmuş!” temalı sohbetler işte..
Adam telefonla arıyor, gayet güzel konuşuyorsun.. Bayık bayık “Sesini beğendim.” diyor.. Görüntülü konuşuyorsun, mimiklerini izleyip “Çok sempatiksin yaa seninle nasıl oldu da bunca zamandır tanışmadık!” diye hayretler içinde kalıyor.. ve ve ve Üşenmiyorsun; uykundan feragat edip, hesap sorarcasına yazdığı tüm mesajları büyük bir sabırla yanıtlıyorsun.. Bir şekilde yıldırım hızıyla hayatının merkezine oturtuyorsun.
Sonra “o gece” geliyor ve buluşuyorsun.. Hazırlanmışsın, saçlarını taramış, temiz kıyafetler giyip, o en sevdiğin parfümünü kullanmışsın.. Adam içeri giriyor, gayet güzel bir sohbet ortamı var.. Kahveler içiliyor.. Muhabbet derinleşiyor.. Güzel şarkılar dinletiyor sana, senin bilgisayarını kullanarak.. ve Finalde o beklenen seks gerçekleşiyor.. Sarılarak uyuyorsunuz.. Sabah oluyor..
Güneş doğar ve doğanın tüm renkleri geri döner ya.. Dönen tek şey renkler olacağına, genelde bu develer oluyor; sayelerinde renkler sabah olunca daha da bir kararıyor..
Onu geçirmek için metro durağına kadar yürümek istiyorsun.. “Dur ben önden çıkayım bi gören olur şimdi.. Hem yorulmanı istemiyorum.” diyor. İlk cümlesinden akan pislik, ikinci cümleyi de kirlettiğinden o “yorulmanı istemiyorum” olayını hiç birimiz yemiyoruz..
“Eee görsünler; ne olacak ki?” diyorsun.. “Ben gizliyim, hem sevmiyorum öyle..” diyerek kestirip atıyor..
Bundan daha güzel hakaret var mı? İnsan düşmanına yapmaz bunu.. Bizi kendimizden utandırmaya ne hakları var…
Kendime geldim geleli insanlarla ilk buluşmalarımı halka açık yerlerde gerçekleştirmeye başladım.. Ben “Hadi dışarıda bir kahve içelim” mottosunu tutturduğumdan beri, buluşabildiğim kişi sayısında ciddi azalmalar oldu.. Şikayetçi miyim? Asla!
Ne derler bilirsiniz; “Hem böylesi daha sağlıklı be!”
Aynı yolda yan yana yürümekten utanmayan insanla “aynı yolda yürünür”. Gerisine sadece gülünür.
İnternet sitelerinin ve telefon uygulamalarının nimetlerinden faydalanmaya başladım başlayalı, hayatıma girip çıkan insanlardaki seçiciliğim köreldi arkadaş! Evdeyim, yalnızım ve ne hikmetse aniden bir “Yalnız öleceğim” kaygısına kapılıyorum.. Bir sonraki dakika elimde telefonum, malum uygulamalardan “Evlenilecek adam” bakıyorum..
Evet, evet! Çok fena bir şekilde görüntüye aldanıyorum.. “Eli, yüzü temiz birine benziyor yaa! Yazsam mı? Hah yazdım, yanıt da verdi! Çağırsam gelir mi bir kahve içmeye? Sevse ya beni keşke… En azından arkadaş olurum. Yaşasın, yarım saate burada olurmuş!” temalı sohbetler işte..
Adam telefonla arıyor, gayet güzel konuşuyorsun.. Bayık bayık “Sesini beğendim.” diyor.. Görüntülü konuşuyorsun, mimiklerini izleyip “Çok sempatiksin yaa seninle nasıl oldu da bunca zamandır tanışmadık!” diye hayretler içinde kalıyor.. ve ve ve Üşenmiyorsun; uykundan feragat edip, hesap sorarcasına yazdığı tüm mesajları büyük bir sabırla yanıtlıyorsun.. Bir şekilde yıldırım hızıyla hayatının merkezine oturtuyorsun.
Sonra “o gece” geliyor ve buluşuyorsun.. Hazırlanmışsın, saçlarını taramış, temiz kıyafetler giyip, o en sevdiğin parfümünü kullanmışsın.. Adam içeri giriyor, gayet güzel bir sohbet ortamı var.. Kahveler içiliyor.. Muhabbet derinleşiyor.. Güzel şarkılar dinletiyor sana, senin bilgisayarını kullanarak.. ve Finalde o beklenen seks gerçekleşiyor.. Sarılarak uyuyorsunuz.. Sabah oluyor..
Güneş doğar ve doğanın tüm renkleri geri döner ya.. Dönen tek şey renkler olacağına, genelde bu develer oluyor; sayelerinde renkler sabah olunca daha da bir kararıyor..
Onu geçirmek için metro durağına kadar yürümek istiyorsun.. “Dur ben önden çıkayım bi gören olur şimdi.. Hem yorulmanı istemiyorum.” diyor. İlk cümlesinden akan pislik, ikinci cümleyi de kirlettiğinden o “yorulmanı istemiyorum” olayını hiç birimiz yemiyoruz..
“Eee görsünler; ne olacak ki?” diyorsun.. “Ben gizliyim, hem sevmiyorum öyle..” diyerek kestirip atıyor..
Bundan daha güzel hakaret var mı? İnsan düşmanına yapmaz bunu.. Bizi kendimizden utandırmaya ne hakları var…
Kendime geldim geleli insanlarla ilk buluşmalarımı halka açık yerlerde gerçekleştirmeye başladım.. Ben “Hadi dışarıda bir kahve içelim” mottosunu tutturduğumdan beri, buluşabildiğim kişi sayısında ciddi azalmalar oldu.. Şikayetçi miyim? Asla!
Ne derler bilirsiniz; “Hem böylesi daha sağlıklı be!”
Aynı yolda yan yana yürümekten utanmayan insanla “aynı yolda yürünür”. Gerisine sadece gülünür.
11 Ağustos 2015 Salı
Türklerin Periskop ile imtihanı
Periskop!..
Gençlerin yeni çılgınlığı!?
Yoksa yalnızlaşan gençlerin kendini beğendirmek için her yolu denediği bir sosyal ağ çılgınlığı mı desek??
İsimlendirmek oldukça zor!!!
Ortaokul çağından itibaren kız ve genç erkeklerin biraz daha renkli kalp alabilmek için her yolu denediği twiter'ın yan uygulaması PERİSKOP ta canlı kameralarda neler sergileniyor bir bilse anne babalar!!!
Neler oluyor??
Göğüsler fora!!
Cinsel bölgeleri göstererek daha çok izleyeci,daha çok kalp,daha çok twork... peşinde bu gençler...
Kimisi sokakta travestilerle habersiz canlı canlı pazarlık yapıyor sonra da kahkahaya boğuluyorlar içlerindeki gizli eşçinseliklerini bu şekilde yaşayarak!.. Hatta rastgele birilerinin numarasını yayın anında alarak adamları arayıp yağız delikanlı birden kadın olan sesi ile amcamla dalga geçerek yine ruhunda ki bastırılmış ortaya çıkaramadığı gizli eşçinselliğini yaşıyor yağız delikanlı!..
Genç kız ise sokakta daha büyürken erkekler hakkında kötü konuşan anne babasından gizlice seksi iç çamaşırlarını giyerek daha sonra soyunarak kendini beğendiriyor erkeklere!.. Yeni iletişim şekli bu olmuş gençlerin!
Toplumca AÇ kalmışız cinselliğe!
Oysa erkekler hep suçlanır aç diye!
Oysa bulamıyorlar birbirlerini!
Gencecik kızların ve genç erkeklerin bilumum şekillerde kendini pazarlaması sosyal medya çılgınlığı olmuş bu günlerde.
Yaşı 20 lerde olanlar ise ne anlıyorlarsa kameralar karşısında iki kişi değil birkaç kişi bir arada sevişerek kendilerini sergiliyorlar!..
Ne meraklıymışız aslında 7 den 70 e kendimizi göstermeye!
Sosyal medya hesapları penis ve vajinalardan oluşan profil fotoları ile dolu!.. Bütün orada bulunanlar haykırıyorlar aç aç vajinanı ,aç aç penisini,.. Diye mesajların kalplerin ardı arkası kesilmiyor CANLI VİDEO yayını esnasında.Tabi memeleride unutmayalım. Hadi bunun ticaretini yapanları anladık ta ya ticaretini yapmayan bu gençlik ne yapmak istiyor? Bunu düşünmeden edemiyorum.
Artık o kadar çılgınlık olmuş ki yayın yapmadan duramayan PERİSKOP üyeleri dakika başı banyodan ,yataktan ,mutfaktan...bilumum her yerden eline cep telefonunu alan canlı yayında.
Acaba biz teknolojiyi cinsel açlık dışında ne kadar kullanıyoruz çok merak ediyorum.
Oysa ne güzel bir uygulama. Anında canlı canlı dünyanın her tarafına sesini duyurabilirsin.Konuşabilirsin, haber geçebilirsin, anlık olaylar paylaşılabilir.Bu tarz yayın organlarında dile getirilecek paylaşılacak o kadar çok konu var ki!.. Vallahi Haydar Dümen buradan canlı yayın yapsa ve soruları cevaplasa inanılmaz ilgi görür. Müthiş kalp delisi olur.
Bazı gazeteci dostlarda yayın yapıyorlar gündeme dair ama ne yazık ki takipçileri çok fazla değil. Zaten bu tarz konuları da orada bulunan kimse izlemek istemiyor. Çünkü eğlence sadece istiyor insanlar.
Düşündüm acaba dünyada nasıl diye dünya yayınlarını takip ettim izledim. İşte o zaman aradaki farkı gördüm. O yayınlar arasında cinsellik içeren yayınlar boş yayınlar otomatikmen azalıyor. Dünyaya ve insana ait her şey gündeme düşüyor canlı canlı. Galiba Türk halkı olarak çocuklarımızı ve kendimizi çokkkkk eğitmeliyiz.
Yasaklarla, ayıplarla, el alem ne der baskısı ile yetiştirdiğimiz bu gençler içlerindeki yasakları bu şekilde aşmak istiyor. Çünkü o kız dışarda bir erkek arkadaşı ile zaman geçiremiyor. Cinsel bilgisi yok ne öğreniyorsa internetten ve arkadaşlarından öğreniyor. Taciz ve tecavüzlerin bu kadar yaygın olmasında ailelerde oldukça suçlu ama asıl suçlu ise devlet.
Bu gençlik nereye gidiyor derken yasakçı zihniyeti aşıp çocuklarla konuşmayı öğrenmek gerekiyor.
Özgürleşmek,
Yasaklarla değilde anlatarak öğretmek gerekiyor galiba.
Çocuklarla arkadaş olabilmek,
Onlara doğru ve yanlışı fark ettirecek eğitimde önemli .
Ama tabi ki cinsel ihtiyacı düşünmeyerek yasaklarsak ve bunu tabu halini getirirsek zannedersem;
Zina ,
Tecavüz,
Bebek aldırma,
Bu ülkede bitmez!!!
Daha ne PERİSKOP lar görürüz biz bu ülkemizde.
Bu nedenle bu uygulamaya bir girin bakın ondan sonra çocuklarınıza nasıl eğitim vereceğinize karar verin diyorum.
Son sözüm;
Ey aileler,
Ey konu komşu,
Ey toplum,
Ey devlet,
BU GENÇLİK NEREYE GİDİYOR!!!
Gençlerin yeni çılgınlığı!?
Yoksa yalnızlaşan gençlerin kendini beğendirmek için her yolu denediği bir sosyal ağ çılgınlığı mı desek??
İsimlendirmek oldukça zor!!!
Ortaokul çağından itibaren kız ve genç erkeklerin biraz daha renkli kalp alabilmek için her yolu denediği twiter'ın yan uygulaması PERİSKOP ta canlı kameralarda neler sergileniyor bir bilse anne babalar!!!
Neler oluyor??
Göğüsler fora!!
Cinsel bölgeleri göstererek daha çok izleyeci,daha çok kalp,daha çok twork... peşinde bu gençler...
Kimisi sokakta travestilerle habersiz canlı canlı pazarlık yapıyor sonra da kahkahaya boğuluyorlar içlerindeki gizli eşçinseliklerini bu şekilde yaşayarak!.. Hatta rastgele birilerinin numarasını yayın anında alarak adamları arayıp yağız delikanlı birden kadın olan sesi ile amcamla dalga geçerek yine ruhunda ki bastırılmış ortaya çıkaramadığı gizli eşçinselliğini yaşıyor yağız delikanlı!..
Genç kız ise sokakta daha büyürken erkekler hakkında kötü konuşan anne babasından gizlice seksi iç çamaşırlarını giyerek daha sonra soyunarak kendini beğendiriyor erkeklere!.. Yeni iletişim şekli bu olmuş gençlerin!
Toplumca AÇ kalmışız cinselliğe!
Oysa erkekler hep suçlanır aç diye!
Oysa bulamıyorlar birbirlerini!
Gencecik kızların ve genç erkeklerin bilumum şekillerde kendini pazarlaması sosyal medya çılgınlığı olmuş bu günlerde.
Yaşı 20 lerde olanlar ise ne anlıyorlarsa kameralar karşısında iki kişi değil birkaç kişi bir arada sevişerek kendilerini sergiliyorlar!..
Ne meraklıymışız aslında 7 den 70 e kendimizi göstermeye!
Sosyal medya hesapları penis ve vajinalardan oluşan profil fotoları ile dolu!.. Bütün orada bulunanlar haykırıyorlar aç aç vajinanı ,aç aç penisini,.. Diye mesajların kalplerin ardı arkası kesilmiyor CANLI VİDEO yayını esnasında.Tabi memeleride unutmayalım. Hadi bunun ticaretini yapanları anladık ta ya ticaretini yapmayan bu gençlik ne yapmak istiyor? Bunu düşünmeden edemiyorum.
Artık o kadar çılgınlık olmuş ki yayın yapmadan duramayan PERİSKOP üyeleri dakika başı banyodan ,yataktan ,mutfaktan...bilumum her yerden eline cep telefonunu alan canlı yayında.
Acaba biz teknolojiyi cinsel açlık dışında ne kadar kullanıyoruz çok merak ediyorum.
Oysa ne güzel bir uygulama. Anında canlı canlı dünyanın her tarafına sesini duyurabilirsin.Konuşabilirsin, haber geçebilirsin, anlık olaylar paylaşılabilir.Bu tarz yayın organlarında dile getirilecek paylaşılacak o kadar çok konu var ki!.. Vallahi Haydar Dümen buradan canlı yayın yapsa ve soruları cevaplasa inanılmaz ilgi görür. Müthiş kalp delisi olur.
Bazı gazeteci dostlarda yayın yapıyorlar gündeme dair ama ne yazık ki takipçileri çok fazla değil. Zaten bu tarz konuları da orada bulunan kimse izlemek istemiyor. Çünkü eğlence sadece istiyor insanlar.
Düşündüm acaba dünyada nasıl diye dünya yayınlarını takip ettim izledim. İşte o zaman aradaki farkı gördüm. O yayınlar arasında cinsellik içeren yayınlar boş yayınlar otomatikmen azalıyor. Dünyaya ve insana ait her şey gündeme düşüyor canlı canlı. Galiba Türk halkı olarak çocuklarımızı ve kendimizi çokkkkk eğitmeliyiz.
Yasaklarla, ayıplarla, el alem ne der baskısı ile yetiştirdiğimiz bu gençler içlerindeki yasakları bu şekilde aşmak istiyor. Çünkü o kız dışarda bir erkek arkadaşı ile zaman geçiremiyor. Cinsel bilgisi yok ne öğreniyorsa internetten ve arkadaşlarından öğreniyor. Taciz ve tecavüzlerin bu kadar yaygın olmasında ailelerde oldukça suçlu ama asıl suçlu ise devlet.
Bu gençlik nereye gidiyor derken yasakçı zihniyeti aşıp çocuklarla konuşmayı öğrenmek gerekiyor.
Özgürleşmek,
Yasaklarla değilde anlatarak öğretmek gerekiyor galiba.
Çocuklarla arkadaş olabilmek,
Onlara doğru ve yanlışı fark ettirecek eğitimde önemli .
Ama tabi ki cinsel ihtiyacı düşünmeyerek yasaklarsak ve bunu tabu halini getirirsek zannedersem;
Zina ,
Tecavüz,
Bebek aldırma,
Bu ülkede bitmez!!!
Daha ne PERİSKOP lar görürüz biz bu ülkemizde.
Bu nedenle bu uygulamaya bir girin bakın ondan sonra çocuklarınıza nasıl eğitim vereceğinize karar verin diyorum.
Son sözüm;
Ey aileler,
Ey konu komşu,
Ey toplum,
Ey devlet,
BU GENÇLİK NEREYE GİDİYOR!!!
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)