9 Kasım 2012 Cuma

Türkiye'de Gay Olmak ve Ben

Şu sıralar gerçekten çok düşünmeye başladım. Hayatım ve yaşamımla ilgili. Öyle ki Üniversiteye hazırlanıyorum ve içinde bulunduğum durumdan dolayı kafamı toparlayamıyorum.Cinsiyetimi değiştirmeyi de çok düşündüm ama bunu yapabilmek için gerçekten cesur olmak lazım. Bakınız size hayatımı özetlemek istiyorum.

Küçükken, Annemin kıyafetlerini giyerdim. Ayakkabılarını giymeye çalışırdım. Makyaj yapardım. Bu şekilde çok zamanım geçti. 12-13 yaşlarına geldiğimde her akşam yatağıma yatarken Tanrım sabah uyandığımda bir günlüğüne kadın olarak yaşayayım dediğim çok geceler oldu. Kendimin bir çeşit kadın olduğunu düşünürdüm. Bu beni rahatsız da etmiyordu. Bedenimden, ses tonumdan hep tiksindim. Okul yıllarında ismimi söylemekten çekinirdim. Ama ne var ki dünyada olup bitenlerden haberim de yoktu. Gey kimliğimi sanırım 15'li yaşlarda internetin hayatıma girmesi ile keşfettim. Sanal ortamlarda tanıştığım kişilere kendimi kadın olarak tanıtırdım. Bu şekilde tanıştığım ve gerçekten samimi olduğum ve hatta şuan gerçek kimliğimi bilen birkaç arkadaşım da oldu. İnsanlara bir şeyler ispat etmek zorunda kalmadım. Aksine çok daha sağlıklı iletişim kurabiliyordum. Şu anda da değişen bir şey yok. Ama hayatımdan endişe ediyorum. Davranışlarımın çok efemine olduğunu çoğu kişi söylüyor. Psikolojik destek de alıyorum hem ailemle olan iletişim problemim için hemde kendim için. Bu sonu nereye gideceği belli olmayan mesajı da neden yazdığımı gerçekten bilmiyorum. Sadece yazmak istedim. Transeksüel olmayı kaldırabilir miyim hiç bilmiyorum. Benim için artık hayatımda bir erkeğin olması da önemli değil. Sadece hislerimi özgürce yaşayabilmek istiyorum. Üniversite için çalışıyorum ve bu benim için çok önemli. Büyük bir ihtimalle de akademisyen olarak kalırım. Her zaman irdelemeyi severim. Küçük detaylar benim için önemli olmuştur. Ve düzenli bir hayatım olsun istiyorum. Kopuk, belirsiz ve dağınık bir yaşam tarzını ben kaldıramam. Türkiye'deki eşcinsellerin çoğu maalesef bu şekilde yaşıyorlar ve bunun sebebi de başkaları. Ama erkek gibi yaşamak zorunda kalmam benim için acı verici, yıpratıcı.

Cinsiyet değiştirdiğimi varsayarsak bu daha radikal bir yaşam tarzını benimsemem gerektiğini mi gösteriyor bunu kestiremiyorum. Mutlaka insanlar antipati ile yaklaşacaklardır ama ben erkek olarak kalırsam bunun daha yıpratıcı olacağını düşünüyorum hem kendi açımdan hemde diğer insanların gözünden.

Ve bu ne kadar mümkün olabilir? Yani cinsiyet değişimi ve bu konuda benim hiçbir fikrim yok.
Bir Arthur Schopenhauer sözü ile yazımı sonlandırıyorum; "İnsan istediğini elbette yapabilir ama istediğini isteyemez"

Kötü bir türkçe ile yazdığım bu yazı için tüm okuyanlardan özür diliyorum.

İyi günler.

Uğur Avensis @ Turk Gay Club -  10 Kasım 2012 

17 Ekim 2012 Çarşamba

Dönmelerin AŞK'ı Büyük Olur

Tarih kadar eskidir, Dönmelik… Kimi fikrinden döner, kimi dinden döner, kimi nefretten döner, kimi cinsiyetten döner, kimi de olduğu yerde döner… Neden dönülmesin ki? Dünya bile döner! Dünyanın bile döndüğünü anlayamayan bazı kişiler, kendilerinin de bir şeylerden döndüğünün farkında bile değildir…

Ben bir Dönme olarak, hem dönmelerden hem de dönemeyenlerden bahsedeceğim ya da dönmenin kötü bir durum olduğunu düşünenlerden…

Bu gün her zamanki gibi iş yerime gitmek için otobüse bindim. Ön tarafta oturan dört gençten bir tanesi ‘Dönme’ olduğumu fark etmiş olacak ki, diğer arkadaşlarına eğilerek bir şeyler söyledi ve hepsi ‘Dönerek’ bana baktı… Sonra tabii her zamanki gibi fısıldaşmalar, gülüşmeler; öyle ki bu gülüşler giderek argo tabirde ‘Votkalı gazoz içmiş pavyon karıları’nınkine döndü…

Pavyon karıları alınmasın, zira birçok arkadaşım pavyon karısıdır ve para kazanmak için gülmek zorundadırlar. Ve en azından birilerini küçük görerek gülmeyenlerden oldukları için gözümde bir hayli değerlidirler… Bizim neşeli dört genç eğlene-dursun, ben düşünmeye başladım…

Neydi ‘Dönme’lerin bu çektiği? Etek giymek kadınlık çağrıştırdığı için ya da kadın kıyafeti giymek hor görüldüğü için doğal olarak ‘Errrrrkeklikten Dönmeler’ gülünç karşılanıyorlar… Neden mi? Kadın olmak aşağılık bir durumdur çünkü.

Birinin kadın kıyafeti giymesi alçakça, eksik etek karılar gece sokağa tek başına çıkamaz, tek başına yolda yürürken bile tacize uğrarlar. Tek görevi ev işi yapıp çocuk doğurmak olan kadınlığa geçilir mi?

Bu alçaltıcı durum, toplumun her alanında ‘Errrrrkekten Dönenlerin’ alay konusu olmasına neden olur. ‘Alçak dönmeler’, ilk olarak ailelerinden dışlanır. Okul okuyamazlar, çünkü arkadaşlarınca da dalga geçilir bir pozisyondadırlar. İş verilmez onlara, çünkü onlar ‘Dönmüş’lerdir…

Yalnız ve kimsesiz bırakılan ‘Dönme’nin layık olduğu tek şey de Orospu olmaktır… Sonunda hem yalnız, hem Orospu olmuş bir ‘Dönme’ yaratır bu ‘Errrrkek’ meraklıları…

Bunca dışlanmışlığın arasında sevilmeyi ister ‘Dönme’. Ailesi, arkadaşları, akrabaları ve toplum sevmemiştir O’nu. Sevgiye açtır ‘Dönmeler’… Kimsenin sevmediği ‘Dönme’yi’ sevgi ayağına sikmeyi hevesleyen o kadar çok Errrkek vardır ki!

Bu Errrkekler, dört duvar arasında kalçalarını ve göğüslerini sever ‘Dönmelerin’, ama dışarıda tanımazlar. Çünkü, toplumca dışlanmıştır Dönme, halkın arasına kolay karışamaz. Her babayiğitin harcı değildir, bir Dönme’nin elinden tutup gezmek.

‘Seni Seviyorum’ diyenlerin çoğu da başka nedenlerle yanaşır ‘Dönmelere’; ya parasını yemektir derdi ya da elinin altında bedavadan bulundurduğu bir cinsel tatmin aracı… Bunun dışında, yaşadığı Aşk bile gerçek değildir çoğu zaman…

Elinden tutup, gezdiren adamı fazla yargılamaz ve ona Aşık olduğunu söyler. Bazen şiddet görse de, biricik aşkı parasını yese de ses çıkartmaz. Sevmiştir çünkü, kimsenin onu sevmediği bir dünyada, O sevmiştir! Bu yüzden, olsundur… O’nu da seven biri olsundur…

Bir de kendini avutur bile bile, Üç-beş çocuk doğuran karılar bile aldatılır, kendilerini kocatan-kocaları tarafından boşanırlar… Sanki bu devirde kimin ilişkisi doğrudur-kusursuzdur ki, dönmelerin ilişkileri kusursuz olsun!

Dövse de-sövse de-soysa da-sikse de, olsundur… Kimse tarafından sevilmeyen bu ‘Dönme’ sevilmenin böylesiyle bile mutludur!

Eğitim alamamış, aile hayatı yaşayamamış, Orospuluktan başka bir iş yapamamış, kendini hiç yararlı hissedememiş ve çok ahlaklı toplumumuz tarafından hayatı kurban edilmiş bir ‘Dönme’nin dayak ve kullanılmakla bile mutlu olabileceği hiç aklınıza gelir miydi?

Gelsin ama…

Demet Yanardağ
18 Ekim 2012
siyahpembe.org

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Eski Mısır'da Eşcinsellik

Bazı başka toplumlarda da, genç bekârların eşcinsel olmaları hoşgörüyle karşılanıyordu, hatta yeni yetişen ergenleri, özel yerlerde olgun erkeklerle, bir ya da iki yıl süreyle, eşcinsel ilişkilere sokuyor; ancak, bundan sonra..


Davranışlarımızı yönlendiren – denetleyen sayısız kurallarla birlikte yaşıyoruz. Bu kurallar, değişik kaynaklardan gelmekte: Hukuk, ahlak, görgü, dinsel kurallar ve kökenleri kesin olarak bilinmeyen tabularla çevrelenmiş bir durumdayız. Tabulardan biri ve belki de en önemlilerinden biri, cinsiyet konusunda – üçüncü cinsiyet olarak da tanımlanan, ‘Eşcinselliktir’

Eşcinsel ilişkiler, tarih boyunca bilinen bütün uygarlıklarda var olmuştur; kuşkusuz, bu toplumları oluşturan kişiler, bir aile sahibi olmak, dünyaya çocuk getirmek için, hetereseksüel ilişkiler kurmuşlardır. Onlar için eşcinsellik, doğal bir gösteri, kişinin ‘cinsel özgürlüğünü kanıtlayan bir araç’ olarak ortaya çıkmıştır.

Eski Yunan’da, Hıristiyanlığın gelişmesinden önceki Roma’da, cinsellik, herkes tarafından uygulanabilen bir olaydı.

Bazı eski uygarlıklarda, düzenlenen ayinlerle, ergenliğe erişmemiz erkek çocukları, ‘eşcinsel yetiştirmek’, gerçek cinsel yaşama hazırlamak doğru yol kabul ediliyordu. Bazı başka toplumlarda da, genç bekârların eşcinsel olmaları hoşgörüyle karşılanıyordu, hatta yeni yetişen ergenleri, özel yerlerde olgun erkeklerle, bir ya da iki yıl süreyle, eşcinsel ilişkilere sokuyor; ancak, bundan sonra “hetereseksüel ilişkilerde bulunmalarına izin veriliyordu.

Eski Mısır'da Üçüncü Cinsiyet

Cinsiyet karmaşıklığı eski Mısır Kültürü’ne kök salmıştır. Tanrıların yaratılışının Mısırlı öyküsünde, ilk Tanrı hem erkek hem de dişidir… Adı da “Atum”dur. Cinsellik olmadan üreme yoluyla Atum, iki tanrı daha yaratır: ‘Shu’ ve ‘Tefnut’. Bu ikili, ‘bir çift’ daha üretir: Geb ve Nut.’ Sonunda, Geb ve Nutla, yeryüzü ve Gökyüzü birleşip iki çit üretirler: İsis Osiris ve Seth – Nephthys. Bu arketip varlıkların öykülerinde, “İsis, üretken dişiye, Osiris ,üretken erkeğe… Seth, üretken olmayan ‘hadıma’ ve Nephthys bekar bakireye (Lezbiyen) örnek gösterilir…

Seth ve Nephthys’in, İsis ve Osiris gibi bir çift olmaları gerekir; fakat, birlikte maceraları ve çocukları yoktur. Nephthys, tüm zamanını, İsis ile birlikte, geçirir ve ona değişik şekillerde yardımcı olur. Aynı şekilde Seth de tüm zamanını Osiris ve sonra da Osiris’in oğlu Horus ile geçirir; fakat, Nepthys’in tersine, Seth, tüm zamanını, her türlü tahribata neden olacak bir şekilde harcar…

Seth ve Osiris, Tanrılar arasındaki üstünlük için yarışmaktadırlar. Seth, Osiris’i parçalara bölerek ve bu parçaları da, tüm Mısır’a saçmak suretiyle öldürür; fakat, İsis, kızkardeşi Nephtys’in yardımıyla, parçaları birlikte toplar ve onu, kendini döllenmeye yetecek bir süre kadar diriltir… Daha sonra İsis, Horus isminde bir ‘oğlan çocuk’ doğurur ve Osiris, Ahreti yönetmeye gider…

Daha sonra Seth, dikkatini, Horus’a çevirir ve onu bir erkek olarak itibarsızlaştırmak için, onunla seks yapar… Annesinin tavsiyesi üzerine, Horus, Seth’in menisini eliyle yakalar; sonra meniyi İsis’e getirir…  İsis de meniyi nehre atar! Daha sonra İsis, Horus’un bir miktar menisini Seth’in en sevdiği yemeğin (cinsellik olmadan üreyen) marulun üzerine serper, Seth de bunu yer. Menisinin, Horus’un içinde olduğunu düşünen, fakat, Horus’un menisini salata sosu olarak yiyen Seth, Horus’la birlikte, Tanrılar arasında kimin üstün olduğunu belirleyecek olan hakimlerin karşısına çıkarlar. Seth, yargıçlara menisine seslenmelerini söyler ki, menisi nerede olduğunu söylesin.. Yargıçlar, seslenirler, fakat, menisi, nehirdeki  kamışlardan yanıt verir ve bu yanıt Seth’in nehirde verimsiz bir şekilde, kendi kendini tatmin etmiş gibi görünür. Yargıçlar, daha sonra Horus’un menisine seslenirler ve meni, Seth’in çok büyük şaşkınlığı karşısında – Seth’in kendi karnından – yanıt verir. Seth, rezil olmuştur.

Böylece, Horus, en üstün Tanrı rolünü üstlenir…

Bu öykünün farklı bir versiyonu, ‘Ölünün Kitabında’ yer almaktadır. Buradaki versiyona göre, Seth, Horus’un gözüne “pislik” fırlatır ve bu gözden sur çıkmasına… Pislikten, ne demek istendiği soru işaretidir… buna karşılık olarak Horus, Seth’in hayalarına saldırır. Belki de Seth, Horus’un gözüne boşalmıştı. Her durumda, Horus’tan her zaman yeniden kazanılan gözünün gücü olarak, Seth’ten ise yitirdiği erkekliği (cinsel gücü, iktidarı) olarak bahsedilir.

Seth’in davranışı uygunsuz ve zararlı olarak düşünülebilir ve o, saygınlığını yitirmiş olabilir; fakat o, tartışılmaz bir şekilde salt ‘homoseksüel eğilimler’ sergilemektedir. Bu da demektir ki, bir homoseksüel, Mısır Mitolojisi’nde, en eski, merkezi arketiplerdendir. Ve, Seth’in iktidarsız hayalara sahip olduğu anlatılır ki, ‘farka’ örnek gösterilmektedir. Bu da, erkeklere ilgi duymayan bir kadının yine de bir adamla seks yaparak çocuk doğurabildiğidir; fakat, kadınlara ilgi duymayan bir erkek, bir kadınla birlikteyken, dölleyici seksin ön koşulu olan ereksiyonu kolaylıkla sağlayamaz. Cinsiyetin, geleneksel olarak üremekte rolü olduğu için – erkek, başka bir kişinin bedeninde üretendir ve kadın, kendi bedeninde doğurandır – kendi bedeninde doğurmayan veya başka bir kişinin bedeninde üretmeyen, ‘hadım’ veya, ‘salt homoseksüel’ ne erkek ne de dişidir; fakat, bir lezbiyenin, erkeklere ilgi duymamasına rağmen, dişi rolünü engellemediği için, dişiliğinden fedakarlıkta bulunması gerekmez…

Eski Thebes (şimdi Mısır’da Luxor) yakınlarında, ‘Orta Krallık’ zamanına – MÖ – 2000 – 1800 – ait, bulunan yazılı, kırık çömlekler, ‘insanlığın cinsiyet listesini’ şu sırayla ihtiva eder: Erkekler – Hadımlar ve dişiler. (Bakınız: Sethe, Kurt, “Die Aechtung Feindlicher Fürsten, Völker und Dinge auf altagyptischen Tongefa Bscherben des mittleren Reiches” İn: Abhandlungen der Preussischen Akademie der Wissenschaften, Philosophisch – Historische Klasse, 1926,p.61.) Erkek için olan kelime (tanım), bir penis resmi ile diz çöken bir adamın resmini içerir. Hadım için olan kelime de diz çöken bir adamın resmini içerir ama bir “Penis”  resmini içermez. Dişi için olan kelime, diz çöken bir kadının resmini içerir ama beden parçalarının resmini içermez. (Kalkan şeklindeki, “kadını işaret eden şekil”, bir dişi kasık kemiği bölgesi resmi değilse eğer.)

Kırık çömleklerdeki kelimelerin telaffuzu sırasıyla: Tai (tie), sht (sekhet) and hmt (hemet) olarak verilmiştir. Burada, ‘hadım’ için kullanılan kelime, ‘sht’, bir piramit metninde de görülür ve erkek için kullanılan kelime, ‘tai’ ile ters düşer. Eski Mısırda, insanların ‘hadım edilmesiyle’ ilgili fazla bir ‘kanıt’ yoktur. (Böyle bir kanıt bulmaya çalışan, ama bence, başarılı olamayan Frans Jonckheere’nin, 1954 yılındaki, benim tercüme ettiğim makalesine bakınız.) Aksi kanıt olmadıkça, eski Mısır’daki hadımların anatomik olarak, eski dünyanın diğer yerlerindeki ‘hadımlar gibi’ tam ve doğal hadımlar oldukları farzedilebilir.

Eski Mısır Yazıtları’nda ‘hadım’ için kullanılan bir diğer ortak kelime daha vardır ki, bu da, ‘hm’dir. Bu kelime dişi için kullanılan kelimeye benzer; fakat dişi gramatikal sonek –t, eksiktir. ‘Hm’ kelimesi farklı anlamlarda kullanılmıştır. Berlin sözcüğü, ‘hm’ kelimesini “korkak” olarak tanımlar. Edfu’daki tapınaktaki bir metinde, Sebennytus’ta, ‘hmti’ ya da bir erkekle, seks yapılmaması gerektiği söylenir; ki, bu da ‘hm’i’ erkek olmayan bir adam konumuna getirir. (Bu metin, Yunanlıların, Mısır’ı fethinden çok sonra yazılmıştı; böylece, hadımlarla seksin yasaklanması, ‘Eflatun ve Aristo Felsefesi’nin’ etkisinin bir yansıması olabilir.) Hm, aynı zamanda, mezar yazıtlarında çok ortak bir kelimedir ve Mısırologlar, bu kelimeyi “rahip” olarak tercüme etmeyi severler; çünkü ‘hmlerin’ ölüler için her kurbanı (fedakarlığı, özveriyi) yaptıkları resmedilir. Rahip için kullanılan bu kelime – hm – hadım için olan ‘hm’den farklı olarak – yukarıya çevrilmiş bir tür ‘sopa’ olarak yazılır; fakat, telaffuz tamamen aynıdır ve kullanım alanları, ‘hizmetçi’ anlamıyla örtüşür.

 

Memphis yakınlarındaki sakkara’da, iki adam tarafından kurulan mezarda, bu iki adamın el ele tutuştuğu ve birlikte, bir ziyarette yiyip içtikleri resmedilir ve ‘kurbanlık odalarında’, iki defa çok sevecen bir şekilde kucaklaştıkları görülür. (Bakınız, Ahmed Moussa ve Hartwig Altenmüller, Das Grab des Nianchchnum und Chnumhotep, Old Kingdom Toms at the Causeway of King Unas at Saqqara,Excavated by the Departman of Antiquities, Archaologische veröffentlic hungen vol. 21, Mainz: Philipp von Zabern, 1977). Her ikisi de, Kral Neusserre’nin manikürcüleriydiler ve ikisinden de hm(rahip) kelimesi kullanılarak söz edilmişti.

Niankhkhnum ve Khnumhotep, mezarlarının girişinde birbirlerinin isimlerini karıştırmışlardır: Nİankh – Khnum – Hotep, bunun anlamı da şudur: “Hayatta birleştiler, ölümde birleştiler…” (Veya, “huzurda birleştiler.” Mezarın içinde ‘hm rahiplerinin’ görevlerini yapmalarını yetkilendiren ve mezar sahiplerinin kendi ailelerinin onları engellemelerini yasaklayan bir de yasal bildiri vardır. (sayfa 87). Mezar kazıcılar mezarda, çok sayıda hm rahiplerinin resmedildiğinden ve bunların büyük bölümünün de isimleriyle konu edildiğinden söz etmişlerdir. (sayfa: 30). Mezar kazıcıları, bunu, mezar sahiplerinin yüksek sosyal pozisyonlarının bir işareti olarak gördüler; fakat, tabii ki bu, aynı zamanda onların, bu hm rahiplerinin pek çoğuyla, şahsen tanışmış olduklarının da bir işareti olabilir. Belki de, hm rahipliği yalnız, ‘homoseksüellerin’ bulunduğu bir kurumdu ve bu kurumun önemli üyeleri homoseksüellerdi…

Durum böyleyse, bu hm rahipleri sadece, diğer kültürlerdeki homoseksüellerin oynadığı ‘ruhsal rolü’ oynuyorlardı…

Mezarın duvarları çok ayrıntılı bir şekilde resim ve metinlerle oyulmuştu ve iki adamın çeşitli görüntülerini – sahnelerini resmediyordu! Adamların bir tanesi, Niankhkhnum, diğer adam, Khnumhotep’e göre, sürekli olarak tipik bir ‘erkek’ pozisyonuna konulmuştur. Khnumhotep ise, sürekli olarak bir ‘dişi’ pozisyonunda resmedilmiştir. (Bu analizi Greg Reeder, www.egyptology.com’un yazarından işittim). Mezarda, dikkate değer bir şekilde az miktarda dişi figürleri vardır. Resmedilenler ya kız kardeşler, kızlar ya da adamların karılarıdır. Her adamın bir karısı vardı. Bir ziyafet sahnesinde, adamların masanın her iki ucunda oldukları resmedilmiştir… Ve, Niankhkhnum’un karısının onun arkasında oturduğu resmedilmiştir; fakat karısının sureti manzaradan kalemle oyularak, sadece silik bir ana hat olarak tanımlanabilmektedir. Masanın diğer ucunda, Khnumhotep yalnız olarak otururken, karısını resmedebilecek bir boşluk bile bulunmaz bir şekilde resmedilmiştir. Başka bir duvarın bir bölümünde, dişilerden oluşan bir alay vardır; fakat, figürlerin tümü farklı ürünlerin alegorik tasvirleridir. (Tabaklar, 66-67) Duvardaki 97 kişinin isminin, sadece 21 i erkek ve dişi (ve diğer) aile üyelerine aittir. İki mezar sahibinin dışında ismi geçen diğer 76 kişinin tümü de erkektir ve tümüne de hm (rahipler) denmiştir. Mezarı anlatanlar hm’i, ‘Totenpriester’ ya da cenaze sahibi olarak tercüme etmişlerdir.

Eşcinsellik Denen Ağur Tabu
Neriman Cahit - Yeni Düzen

6 Nisan 2012 Cuma

Türkiye'nin ilk Gay Güzellik Yarışması

Türkiye'nin ilk Gay Güzellik yarışması İstanbul Beyoğlu'nda bulunan Frappe İstanbul Bistro Cafe Bar'da önceki akşam yapıldı.


Yaşları 18 ile 30 arasında değişen 22 yarışmacının katıldığı Gay Güzeli Yarışması’nda 25 yaşındaki Deniz Tunç, Türkiye Gay Güzeli seçildi.

Frappe İstanbul’un sahibi Anıl Taş, bunun Türkiye’de bir ilk olduğunu belirterek Türkiye Gay Güzeli’nin kendilerinin yardımı ile Malezya ve Venezuelladaki Dünya Gay Güzeli yarışmalarına gönderileceğini, çalışmaların başladığını söyledi.

Anıl Taş, "Türkiye’nin ilk gay güzellik yarışı oldu. 22 yarışmacı tüm konukların önünde güzelliklerini sergiledi. Yaş grupları 19 ile 30 arasındaydı. Jüri, genelde davetliler arasından oluşturuldu. Bilinen saygın konuklar arasından seçildi. Uluslararası gay-lezbiyen oluşumlara güzelimizin adı ve birinci olduğu bildirildi.

Venezuella’ya ve Malezya’ya maillerle bildirdik. Uluslararası yarışmalara giderse bizim işletmelerimiz harcamaları finanse edecek. Madam Marika yani Nedim Uzun yarışmada önemli rol oynadı. Tacı Türkiye Gay Güzelimize kendisi taktı" dedi. (dha)

27 Ocak 2012 Cuma

Ahmet Yıldız’ın dünyası

Ahmet Yıldız bundan üç buçuk yıl önce, 15 Temmuz 2008’de cinayete kurban gitmişti. Bu cinayetten bir yıl önce savcılığa ‘Eşcinsel olduğum için, ailem beni öldürebilir’ diye başvurmuştu. Ama bir önlem alınmadı. Ahmet’i öldürmekten yargılanan babası Yahya Yıldız firari. Hakkında kırmızı bülten var, kendisi ortada yok. Davanın 9. duruşması geride kalırken, bizi Ahmet ile buluşturan Zenne filmi de hala gösterimde. Film ekibinin anlattığı Ahmet’in Dünyası’nı bugün sizlerle paylaşmayı çok anlamlı buluyorum. Orada Ahmet’i de görecek ve duyacaksınız. Bir de yazı ekliyorum.

Ahmet, hakikat, bir cinayet ve Zenne üzerine…

Ondört ya da onbeş yaşındaydım. Bir pazar günü, gazetenin ekinin arka kapağında mutlu bir aile tablosu gördüm. Fotoğrafta orta yaşlarda bir anneyle baba oğullarını hayat arkadaşıyla beraber yemekte ağırlıyordu. Hepsinin yüzü gülüyordu. Masadaki dördüncü kişi de bir erkekti. Resimaltında anne – babanın oğullarını anlayana kadar geçirdiği bocalamanın kısa bir özeti vardı. Önemli kısım en sonundaydı: ‘Ama sonra kabul ettik. Oğlumuz ve sevgilisiyle her pazar yemek yiyoruz. Onun mutluluğunu görmek bizi de mutlu ediyor. Ayrıca sürekli bir ilişkisi olduğu için de mutluyuz.’ O fotoğrafa uzun uzun bakıp, ‘İşte bu!’ dediğimi hatırlıyorum. ‘Aile dediğin böyle olmalı!’

Aile dostumuz çift

O günlerde iki aile dostumuza biraz daha farklı bakmaya başladım. Her zaman bir aradaydılar. Aynı evde oturuyorlardı. Birbirleriyle tatlı tatlı tartışırlardı bazen. Bir gün bizimkilere sordum. Aileden biri ‘Onlar beraber ama pasifler!’ dedi. Birbirini böyle seven iki insanın birbirine dokunmayacağı hiç aklıma yatmamıştı doğrusu. Romantik bir hikayeleri vardı. Yıllar önce dağda kayak yaparken tanışmiılardı. Biri kayarken düşmüş, öteki yardıma koşmuş. İki yakışıklı adam. Aşık bir çift. Oluyordu işte. Hayatta bu da vardı. Ölümlerine kadar en yakın dostlarımız oldular.
Mehmet ile Caner

NTV’de yeni çalışmaya başladığım dönemdi. Yıl 1997. Haber merkezine son derece zarif, kibar, güzel bir genç adam geldi. Mehmet Binay ile o zaman tanıştık, çok iyi anlaştık ve sonra beraber uzun mesailere giriştik. Mesai uzadığında Mehmet’e gelen ‘Daha uzun sürecek mi?’ telefonları, acele acele yapılan konuşmalar hoşuma gitmişti. Sonra bir gün bir öğle yemeğinde Mehmet bana Caner’den söz etti. Hayat arkadaşı Caner Alper’di.

Biz çok iyi dost olduk. Mehmet’in de Caner’in de ortak bir hayat kurma mücadelelerine tanık oldum ve onlarla hep gurur duydum. Beraberlikleri ve birbirlerine olan sevgileri beni hep duygulandırdı. Ailelerinin onları kucaklaması bana hep gazetede gördüğüm, içimde iyi hisler yaratan o mutlu aileyi hatırlattı. Birbirlerine olan bağlılıkları da aile dostumuz o çifti.
Ahmet

Bir gün onlarda yemekteyken kapı çaldı ve içeriye tatlı bir genç adam girdi. Bizimkilerin hayat mücadelesine destek verdiği bu genç adam Ahmet’ti. Güçlü, sağlam bir fiziği vardı, ama o bedenin içinden bize doğru sanki bir kuzu bakıyordu. Çekingen, kibar bir genç adam. Ahmet’i böyle tanıdım. Sonra bir gün Caner beni aradı, Ahmet’in katledildiği haberini verdi. Hayatta bırakmamak üzerine kurgulanmış, feci bir saldırıydı. Ahmet’in cenazesi bir müddet morgda kaldı. Bunu yayında duyurduktan hemen sonra Ahmet’in kızkardeşi arayıp, ‘Ahmet, sahipsiz değil’ dedi. Kardeşleri Ahmet ile ilgilendi. Cinayet konusunda bütün işaretler babayı gösteriyordu. Ahmet daha önce de savcılığa suç duyurusunda bulunmuştu. Hiçbir önlem alınmadı. Sonra ölüm geldi, onu kıskıvrak yakaladı. Ahmet’in babası ortalıkta yok. Bir ara Irak’ın kuzeyinde bir yerlerde olduğu söyleniyordu. İstediği yere kaçsın, üzerindeki kan temizlenemez ki. Aynı Macbeth’in elindeki kan gibi. Hele evladının kanı. En ağırı. Aynı Mehmet Binay ile Caner Alper’in yönettiği Zenne filminin anlattığı gibi.
Zenne

Caner ile Mehmet, bir zenneyi konu alan bir film yapma yolunda ilerliyorlardı, derken Ahmet katledildi. Hikayeler birbiriyle buluştu. Diyarbakırlı genç oyuncu Erkan Avcı Ahmet oldu. Öyle Ahmet oldu ki, bazı sahnelerden sonra kendine gelmesi için zaman gerekti. Bir ölümün içine girmek kolay değildi. Hele böyle bir cinayetin kurbanı olmak…

Kerem Can oyunculuk için yaratılan bedeni ve zihniyle Zenne Can’a dönüştü. Filmin en cüretkar ama en yalnız karakteri oldu. ‘Kaybettiğin yakınını özlediğinde, geri getirmek istediğinde ne yaparsın’ sorusuna filmde verdiği cevapla beni yere yapıştırdı.

Almanya’da bir dizide uzun yıllar Türk bir karakteri canlandıran Giovanni Arvaneh, Alman fotoğrafçı Daniel olarak karşımıza çıktı. Dürüstlüğün bazen en acımasız şekilde cezalandırılabildiğini bilemezdi. İyi insanlar, vicdanı hiç susmayanlar, başkalarının kötülüğünün sınırsızlığını, vicdanlarının körlüğünü bir türlü anlayamazlar. İyimserlikten kurtulamazlar. Sonra bütün masumiyetleriyle o acımasızlığa avlanırlar. Ahmet gibi, Daniel gibi ya da Hrant gibi…

Mesela bu videoda Ahmet’in kendi ağzından duyacağınız gibi. Caner’e anlatıığı bir hikayenin ortasında ‘Bana birşey olsaydı, annem babam onu öldürürdü’ diyor. Anne babasının kendisini koruyacağına inanmak istiyor.
Askerde pornografik arşiv?

Zenne bize Ahmet’in hikayesini anlatıyor, ama sadece Türkiye’nin ilk eşcinsel namus cinayeti olarak kayıtlara geçen bu katlin hikayesiyle yetinmiyor. Böyle bir acımasızlığa zemin oluşturan anlayış neredeyse, onu da ortaya koyuyor. Mesela bundan birkaç yıl öncesine kadar askere gitmek istemeyen eşcinsellere yapılanları… ‘Eşcinsel misin? O halde ilişki halindeyken fotoğrafını görelim’ diyen ordu, tatmin olmazsa ‘muayene’ de yapıyordu. Filmin de söylediği gibi, kısa süre öncesine kadar TSK dünyanın en geniş pornografik arşivine sahip ordusuydu muhtemelen. Şimdi o fotoğraflar, o dosyalar nerede? Bu da ayrı bir soru.

Fotoğrafla ıspat ve muayene uygulaması birkaç yıl önce kaldırıldı. Ama memlekette askere gitmemek için eşcinsellerin psikolojik testlerde takılması gerekiyor. Yani elinize sayfalarca soruyu alıyorsunuz, sonra nasıl ‘Psikolojik olarak elverişli değildir’ raporu alırım diye uğraşıp duruyorsunuz. Bienale gidenler, küçükken tanıdığım ve çok sevdiğim birinin, Kutluğ Ataman’ın ‘Türk Silahlı Kuvvetleri Sağlık Raporu’nu hatırlarlar belki. Tanı diye bir bölüm var. Sanki bir hastalıkmış gibi, o hanede ‘Homoseksüalite’ yazıyor.

Yani TSK’nın homofobi hastalığı devam ediyor. Erkekliğin tescili kabul edilen askerliğin bu memlekette erkekleri nasıl yiyebildiğini de görüyoruz bu filmde. Kendini muktedir zannedenlerin bir kere savaşa bulaşınca oradan ne zor döndüğünü ya da hiç dönemediğini görüyoruz. Tolga Tekin’in harika oyunu bizi oraya götürüyor.

Tilbe Saran kendini hakikatin güvenli kollarına bırakan, sevgisiyle çocuklarını ayakta tutan, Rüçhan Çalışkur ise hakikati öldürmeye çalışan, sevgisi evladının celladı olan bir anneyi başarıyla canlandırıyor. Ünal Silver omuzları düşmüş, erkek olmanın dayanılmaz ağırlığı altında ezilip gitmiş bir baba.
Rezillik derken…

Hayat içinde eşcinselliği barındırıyor, ama hayata dışarıdan tahakküm etmeye çalışanlar eşcinselliğe yaşam hakkı tanımıyorlar. Bir önceki kabinenin ultra bağnaz Kadın ve Aileden Sorumlu Bakanı’nın performansını, bu kabinede yer alan İçişleri Bakanı ileriye taşıdı ve eşcinsellikten ‘rezillik’ diye söz etti. Özür falan da dilemedi sonra.

Bu tür cinayetlere giden yolun taşları böyle döşeniyor işte.

Erk sahipleri eşcinselleri aforoz etmeye devam ederken, Ahmet Yıldız cinayetinin 9. duruşması geride kalıyor. Sinemada Zenne var. Sadece onun hayatı değil orada göreceğiniz, ama Ahmet’i orada hissedebilirsiniz, evet. Ona dokunabilir, onun size dokunmasına izin verebilirsiniz. Başkalarının hakikatinin kendi sonları olduğunu zannedenlerin nasıl felaketlere neden olduğunu, yalnızca cinsellik – namus meselesi sınırlarında değil, daha geniş bir çerçevede düşünebilirsiniz. Bu toplumda her alanda erkin varoluşunu dayandırdığı senaryoyu yerle bir etmenin olası bedelleriyle yüzleşip, ‘Ne yapmalı?’ sorusu üzerine düşünmeye başlayabilirsiniz.

Zenne ‘Dürüstlük öldürmemeli’ diyor ve sizin için orada, bekliyor.

Banu Güven

27 Ocak 2012

banuguven.com