Adı Hakan’dı…
Eskişehir’in küçük bir kasabasında doğdu. Herkes gibi basit ama herkesinkine benzemeyen bir yanı vardı. Çocukluğu büyük ölçüde fakirlik içinde geçti. Birçok Türk ailesi gibi evin ilk erkek çocuğu olma konusunda bütün ayrıcalıklardan yararlandı. Yaşı nedeniyle diğer çocuklar arasında her şeyin ilkini o yapıyordu ve bu da ailenin nazarında onu çok ayrıcalıklı bir konuma yerleştiriyordu. Diğer çocuklar arasında ile üniversiteye giden de o olmuştu. O gün ailenin mutluluğu tartışılmazdı. Akrabalar toplandı, herkes çocuklarına “Hakan abi gibi olma” konusunda nutuklar çekti, yemekler pişirildi, mutfakta uzun zamandan sonra bu vesile ile birbirlerini gören akrabalar dedikodular yaptı, erkekler uzun sohbetlere boğuldu…
Misafirlere Eskişehir’in özel günlerine özel yapılan pide ve ayranlar ikram edildi…
Herkesin karnı toktu, herkes mutluydu…
O gün büyük bir gündü, ne de olsa aileden biri üniversiteye gidecekti hem de iktisat gibi bir bölüm okuyacaktı. Çocuk daha üniversiteye başlamadan bitirince ne olacağına ilişkin yorumlar yapıldı. Ne de olsa “Zuhal ablanın kızı da bu bölümü okumuş İstanbul’da büyük yerlere” gelmişti. Hatta kimilerine göre şu anda kullandığı arabayı bile çalıştığı banka vermişti. Hatta emekli olunca çift maaş alacağını iddia eden bazıları bile çıktı.
Aile bu tür hikayeleri dinleyerek gururlandı, duygulandı, doğmamış çocuğa don biçmekle kalmadı o dona aşık bile oldu…
Hakan ise oradan buradan ziyarete gelen “emmilerin” verdiği küçük paralar ile çarşıda kasım kasım gerilerek gezindi durdu. Küçük bir kasaba çocuğu için daha önce hiç görmediği kadar parası olmuştu. Yolda sık sık durup elini cebine atarak bu paraların yerinde olup olmadığını bile kontrol etti durdu. Hatta bazı arkadaşlarına çay, gazoz bile ısmarladı…
O ise o kasabanın içinde durup artık herkesten farklı bir insan olduğunu düşünüyordu, ancak sistemin bir süre onu da tek tip insan moduna sokacağını zaten bilmiyordu…
Bir süre sonra Hakan’ın “haklı gururunu” kutlamak için gelen kalabalık dağıldı. Yerine aile üyeleri artık Eskişehir’in ayazında üşümemesi için kışlık kazak stoğu yapmaya, çantaları hazırlamaya başlamıştı. Herkesin evde ona verdiği öğütler aile tarafından dikkatli bir şekilde damıtılmış, Hakan’a belli aralıklarla propaganda yoluyla sık sık tekrar ediliyordu: “Aman siyasete bulaşma, aman derslerine çok çalış, hocalarına saygıda kusur etme, kızlara takılma…”
Bütün bu öğütlerin içinde belki de en gereksiz olanı buydu: “Kızlara takılma!”
“Kızlara takılma!”
O bu sözün aslında ne kadar gereksiz olduğunu aylar sonra üniversiteye başladığında anladı. Hatta bir ara “keşke kızlara takılabilsem” bile dediği oldu.
Üniversitenin ilk günlerinde bütün öğrencilerin yaşamış olduğu yalnızlık, korku ve belirsizlik duygularını yoğun bir şekilde yaşadı. Okula başlayan bütün öğrenciler gibi o da son derece yeni elbiseleri, hiç kirlenmemiş defterleri, etrafa korkakça bakan gözleri ile kendini belli ediyordu…
Yıllar kendisini kovalarken bir süre sonra arkadaşlar edindi. Arkadaşları arasında sürekli olarak “farklı” olduğunu düşünüyordu. Çünkü derinlerde bir yerlerde bir şeyler diğer arkadaşları gibi olamıyordu. Aynı mekânda yiyip içmelerine rağmen aynı zeminde değildirler sanki. O sanki hepsinden biraz uzaktı, içinde bir dert vardır sürekli büyüyen…
Herkes gibi o da bir süre sonra soluğu psikolojik danışma merkezinde aldı. Kapalı kapılar ardında önceleri belirsiz sorunlardan bahsetti durdu. Konuşmaları muğlak ve kendisini rahatsız eden şeyi ele vermemek üzere tasarlanmıştı. Psikolog ile konuşurken sürekli kapıya bakıyordu: acaba yeterince kapalı mıydı? Önünde kimse onları dinliyor muydu? Hem bu psikologa ne kadar güvenebilirdi ki?
Antidepresanlar ile tanıştı. Sabah mide bulantıları ile uyanmaya alıştı. Aldığı ilaçların yan etkisinden başka bir etkisi olmadığını düşünmeye başlamıştı. Buna da alıştı…
Üniversite sorunlu bir şekilde bitti. İnternetin yeni yaygın olduğu dönemlerde birçok erkekle sanal birçok ilişki yaşamaya çalıştı. Yüzünü görmediği insanlara ısındı, onlar ile ilgili olarak hayaller kurdu. Sonrasında tüm bu hikayelerin ardında aslında sadece hayaller olduğunu ve bu kişilerin hayallerin dışında bir şey yaşayamayacağını fark etti.
Askere gitti daha sonra bir bankada işe girdi. Aslında işe girmesine biraz babası ön ayak olmuştu. Araya tanıdıklar girince cvsi “daha iyi değerlendirildi” ve herkese uygulanan o zor işe alma prosedürleri ona uygulanmadı.
Sadece kurumsal hizmet veren bir bankada çalışmaya başladı. Kısa bir süre sonra İstanbul’a taşındı. Ve bu bankada kısa sürede iyi bir pozisyona geldi.
Önceleri kendi kabuğunu kıran her gay gibi davranmaya başladı: etrafında sadece “elit” insanlar topladı, herkese güvendi ama samimi olmadı. Sık sık evinde gayleri toplayarak onlar ile çeşitli etkinlikler yapmaya çalıştı. Aslında bu yaptığı onu sosyalleştirmiyordu. Bu çift yönlü bir bıçaktı ve birçok gay hep bu hataya düşerdi: sosyalleşmeye çalışırken kendilerine sadece gaylerden oluşan bir duvar örer ve daha sonra bu duvarın ardında mahsur kalırlardı.
O da bu hatayı yaptı. Aslında bu hatayı yapmasının nedeni sadece gayler ile sosyalleşmek değil, onlara bakarak kendisini tanıyamaya çalışmaktı.
Gayler ile tanışmak: aynı nakarat!
Evlerinde yaptığı toplantılar hep aynı formatta geçiyordu: kim hangi barda kimle görülmüş, kim kimle yatmış, başlarına gelen komik olaylar ve kendilerini toplumun her kesiminden üstün gören kadınsı erkeklerin aşağılama ve alay dolu hikayeleri. Aslında bu yaptıkları toplumdan bir intikamdı sadece, ha bir de gören duyan olsaydı…
Hakan bir süre sonra onlardan bazıları ile görüşmeme kararı aldı. Aslında bu sadece sonun başlangıcı olacak olaylar zincirinin ilk halkasıydı.
Üç yıl sonra bir kadınla severek ve isteyerek evlendi, Mecidiyeköy’deki evinden taşındı, telefon numarasını değiştirdi.
Eşcinsellikten “kurtulmak”
Eşcinsellikten dönmüştü…
Neydi onu bu şekilde davranmaya iten?
Neydi onu etrafında o seve seve ördüğü tüm ilişkileri silip atmasına neden olan?
Neydi onu eşcinsellikten bile soğutan?
O eşcinsel değil miydi? Evet, eşcinseldi!
Onunla birkaç gün önce karşılaştığımda öğrendim tüm bunların cevaplarını;
Bana eşcinsel dünyasından neden uzaklaştığını anlattı. Gözlerinin önü çökmüş, saçına birkaç ak düşmüş ve eskisinden daha hüzünlü bir hal almıştı mizacı. Onu gören kötü bir olaydan kurtulmuş ancak bir o kadar da canı yanmış sanırdı.
“Zor oldu be Oko” dedi bana. “Zor oldu ama yaptım!”
“Peki, Hakan, neden?”
“Sen bu sürece hala inanıyor musun? Gay olmaya?”
“İnanmak!???”
Ben bu dünyaya insanların penislerini indirmeye gelmedim!
“Oko, bir yere varmadığını sen de görmedin mi? Gayler!!! Hepsi bencil ve dedikoducu adamlar. Seninle birlikte yer içer iki Dakka sonra arkandan atarlar. Ben Mehmet’i çok sevdim hatırlarsan. Şu çağrı merkezinde çalışan çocuğu. Onu bile en samimi gay arkadaşım elimden almak için yapmadığını bırakmadı. Neden biliyor musun? Onun penisinin çok büyük olduğuna dair yaptığım esprilerden dolayı ‘denemek’ istemiş. Onlar bana bakarken, benle birlikte gülerken aynı zamda beni üzmek için kayıt tutan kameralar gibiydiler. Ben bu dünyaya insanların penislerini indirmeye gelmedim! Saygı ve sevgi hak ettim ama söylediklerimin tümü sadece yatağa kadar oldu. Penisleri indikten sonra beni üzmek için yapmadıklarını bırakmadılar. Terk edilmekten sıkıldım. Cep telefonum yüzünü bile hatırlamadığım ama bir geceliğine bedenimi verdiğim adamların sahte isimleri ile doldu – Mert, Burak, Can…
Yaşadığın sürece kimsenin bana vermeyeceği zararı onlar verdi: bencillerdi, kendi zevkleri için her şeyi yaparlardı, kıskançlardı!!!”
Sustum, Ortaköy’de kahve içtiğim bu mekanda serin bir rüzgar esti sırtımdan… Üşümedim, ürperdim. Dik durdum ve ona baktım…
“Oko ben bu yüzden gayler ve onların dünyasından kaçtım ve kurtuldum. Evlendim!!!”
Söylenecek çok şey vardı ama ben sustum…
Biseksüel Hayat
11 Kasım 2011 Cuma
26 Ekim 2011 Çarşamba
Heteroseksüel Sistem ve Özgürlük
Hayata cinsel yönelimlerin penceresinden bakmıyorum. Ancak hayattaki cinsel yönelimim her alanda her şekilde beni etkiliyor. Şu ana kadar yapmış olduğum bütün mücadele bir heteroseksüel ataerkil toplum içinde var olabilmek içindi. Bu ne kadar başarılı olur tartışılır ancak yıllar sonra gelmiş olduğum sonuç benim bu sistem içerisinde asla var olamayacağım yönünde.
İçinde bulunduğum sistem heteroseksüel ataerkil toplum tarafından kurulmuş bir sistem aslında. Dili de öyle, dini de öyle, estetik anlayışı da öyle, sanatı da öyle.
Ben bu sistem içerisinde sadece bu sistemin oluşturduğu kelimler ile konuşabilirken nasıl kendi dilimi oluşturabilirim? Bu sistem içerisinde her nokta egemen güç tarafından oluşturulmuşken ben nasıl var olabilirim: sadece egemen yapının bana açtığı aralık kadar “özgür” olabilirim ve tüm mücadelem de aslında bu açık aralıkta var olabilmek.
Eğer gerçekten özgür olmak istersem dilden sanata kadar kendi oluşturduğum bir sistem içerisinde var olabilirim. Başkasının dilini kullanarak insan kendi dilini öğrenemez. Bu yüzden Biseksüeller kendi dillerini kurmaları gerekmektedir.
Eğer kendi sistemimizi kuramazsak sadece ataerkil heteroseksüel sistemin devamını sağlarken sadece kendimiz için birkaç iyileştirme talep edebiliriz. Bu iyileşmenin derecesine göre kendimizi özgür hissedebilir ve var olabiliriz.
İçinde bulunduğum sistem heteroseksüel ataerkil toplum tarafından kurulmuş bir sistem aslında. Dili de öyle, dini de öyle, estetik anlayışı da öyle, sanatı da öyle.
Ben bu sistem içerisinde sadece bu sistemin oluşturduğu kelimler ile konuşabilirken nasıl kendi dilimi oluşturabilirim? Bu sistem içerisinde her nokta egemen güç tarafından oluşturulmuşken ben nasıl var olabilirim: sadece egemen yapının bana açtığı aralık kadar “özgür” olabilirim ve tüm mücadelem de aslında bu açık aralıkta var olabilmek.
Eğer gerçekten özgür olmak istersem dilden sanata kadar kendi oluşturduğum bir sistem içerisinde var olabilirim. Başkasının dilini kullanarak insan kendi dilini öğrenemez. Bu yüzden Biseksüeller kendi dillerini kurmaları gerekmektedir.
Eğer kendi sistemimizi kuramazsak sadece ataerkil heteroseksüel sistemin devamını sağlarken sadece kendimiz için birkaç iyileştirme talep edebiliriz. Bu iyileşmenin derecesine göre kendimizi özgür hissedebilir ve var olabiliriz.
Bizim amacımız burada sistemin ize acıyarak belli aralıklarda bizi özgür bırakması değil, sistemin tam anlamıyla değişmesi olmalıdır. Ancak bu şekilde bizler gerçekten özgür olabilir ve var olabiliriz.
Biseksüel Hayat
16 Ekim 2011 Pazar
Homofobik devlet ve medya istemiyoruz
YKP ve 7 sivil toplum örgütü, Rum eski ekonomi bakanı Mihalis Sarrisin ve bazı kişilerin doğaya aykırı cinsel ilişki suçlamasıyla tutuklanması ve bugün yeniden Mahkemeye çıkarılmaları dolayısıyla Mahkemeler önünde basın toplantısı düzenleyip Ceza Yasasının 171. maddesinin kaldırılmasını talep etti.
YKP, YKP-fem, Homofobiye Karşı İnisiyatif Derneği, Feminist Atölye, Post Araştırma Enstitüsü, Aktivist Düşünce Topluluğu, Kıbrıslı Gençlik Platformu ve Shortbus Movement grupları, Mahkemeler önünde düzenlediği basın toplantısında doğaya aykırı ilişki yoktur, doğaya aykırı yasalar vardır! görüşünü dile getirdi.
Örgütler adına ortak açıklamayı Tegiye Birey okudu. Açıklamada, olaya karışanların yaşları konusunda yapılan tartışmalar ele alınarak, Kuzey Kıbrısta İngiliz Koloni döneminden kalma Fasıl 154 Ceza Yasasının eşcinsel (hemcins) ilişkileri doğaya aykırı ilişki çerçevesinde suç kapsamına sokan 171. maddesi insan haklarını ihlal etmeye devam ediyor görüşü savunuldu.
Bu kapsamda 3 kişinin tutuklanmasını eleştiren örgütler, tutuklanan kişilerin polis şiddetine maruz kaldıklarını ileri sürerek, bu durumun kabul edilemez olduğu ve olayın işkence boyutuyla ilgili olarak takipçisi olacaklarını bildirdi.
Örgütler, medya kurumlarını da yapılan haberlerden dolayı eleştirerek, tutuklananların isimlerini, mesleklerini, fotoğraflarını deşifre etmekle kalmayan bazı kurumların, insan haklarının savunuculuğunu yapmak yerine bu ihlalleri görmezden gelip homofobiyi besleyici yorumlarla gündemi çarpıttıklarını öne sürdü.
Tutuklanan kişilerden birinin 17 yaşında olduğunun öne çıkarılmaya çalışıldığını savunan örgütler, bu konudaki görüşünü şöyle dile getirdi:
Ülkemizde kadınların cinsel ilişkiye rıza gösterme yaşı yasal olarak 16 olarak belirlenmiş olsa bile, erkek bireyler için böyle bir yaş sınırlaması yasalarda yer almamaktadır. Dolayısıyla, yasal olarak rıza yaş konusunda uygun bir yasal düzenleme mevcut olmasa da, ki bu üzerine çalıştığımız ve çalışmaya devam edeceğimiz yasal bir boşluktur, yaş konusu söylem olarak eşcinselliği pedofiliyle özdeşleştiren homofobik önyargıları beslemek amacıyla kullanılmaktadır.
Bu da dolaylı yoldan yürürlükte olan ceza yassının bireylerin vücut bütünlüğünü veya çocukların haklarını değil, toplumun ahlakını korumayı hedeflediğini gözler önüne sermektedir.
HOMOFOBİK DEVLET VE MEDYA İSTEMİYORUZ!
YKP ve örgütler, Homofobik devlet istemiyoruz! diyerek, Ceza Yasasının 171. Maddesinin kaldırılmasını, yasalara açık bir şekilde eşitlikçi ve özgürlükçü maddelerin eklenmesini, tutukluların yargılanacaksa doğru platformlarda yargılanmasını ve benzeri yasaların hayatlarına dokunduğu insanlardan özür dilenmesini talep etti.
Homofobik medya istemiyoruz! görüşünü de dile getiren YKP ve örgütler, medya kurumlarına ve yazarlara karşı önlem alınmasını, gazetecilik etiklerinin haber yazarken temel alınmasını ve sevginin değil nefretin suç sayılmasını da istedi.
17.10.2011
Havadis Gazetesi
havadiskibris.com
YKP, YKP-fem, Homofobiye Karşı İnisiyatif Derneği, Feminist Atölye, Post Araştırma Enstitüsü, Aktivist Düşünce Topluluğu, Kıbrıslı Gençlik Platformu ve Shortbus Movement grupları, Mahkemeler önünde düzenlediği basın toplantısında doğaya aykırı ilişki yoktur, doğaya aykırı yasalar vardır! görüşünü dile getirdi.
Örgütler adına ortak açıklamayı Tegiye Birey okudu. Açıklamada, olaya karışanların yaşları konusunda yapılan tartışmalar ele alınarak, Kuzey Kıbrısta İngiliz Koloni döneminden kalma Fasıl 154 Ceza Yasasının eşcinsel (hemcins) ilişkileri doğaya aykırı ilişki çerçevesinde suç kapsamına sokan 171. maddesi insan haklarını ihlal etmeye devam ediyor görüşü savunuldu.
Bu kapsamda 3 kişinin tutuklanmasını eleştiren örgütler, tutuklanan kişilerin polis şiddetine maruz kaldıklarını ileri sürerek, bu durumun kabul edilemez olduğu ve olayın işkence boyutuyla ilgili olarak takipçisi olacaklarını bildirdi.
Örgütler, medya kurumlarını da yapılan haberlerden dolayı eleştirerek, tutuklananların isimlerini, mesleklerini, fotoğraflarını deşifre etmekle kalmayan bazı kurumların, insan haklarının savunuculuğunu yapmak yerine bu ihlalleri görmezden gelip homofobiyi besleyici yorumlarla gündemi çarpıttıklarını öne sürdü.
Tutuklanan kişilerden birinin 17 yaşında olduğunun öne çıkarılmaya çalışıldığını savunan örgütler, bu konudaki görüşünü şöyle dile getirdi:
Ülkemizde kadınların cinsel ilişkiye rıza gösterme yaşı yasal olarak 16 olarak belirlenmiş olsa bile, erkek bireyler için böyle bir yaş sınırlaması yasalarda yer almamaktadır. Dolayısıyla, yasal olarak rıza yaş konusunda uygun bir yasal düzenleme mevcut olmasa da, ki bu üzerine çalıştığımız ve çalışmaya devam edeceğimiz yasal bir boşluktur, yaş konusu söylem olarak eşcinselliği pedofiliyle özdeşleştiren homofobik önyargıları beslemek amacıyla kullanılmaktadır.
Bu da dolaylı yoldan yürürlükte olan ceza yassının bireylerin vücut bütünlüğünü veya çocukların haklarını değil, toplumun ahlakını korumayı hedeflediğini gözler önüne sermektedir.
HOMOFOBİK DEVLET VE MEDYA İSTEMİYORUZ!
YKP ve örgütler, Homofobik devlet istemiyoruz! diyerek, Ceza Yasasının 171. Maddesinin kaldırılmasını, yasalara açık bir şekilde eşitlikçi ve özgürlükçü maddelerin eklenmesini, tutukluların yargılanacaksa doğru platformlarda yargılanmasını ve benzeri yasaların hayatlarına dokunduğu insanlardan özür dilenmesini talep etti.
Homofobik medya istemiyoruz! görüşünü de dile getiren YKP ve örgütler, medya kurumlarına ve yazarlara karşı önlem alınmasını, gazetecilik etiklerinin haber yazarken temel alınmasını ve sevginin değil nefretin suç sayılmasını da istedi.
17.10.2011
Havadis Gazetesi
havadiskibris.com
6 Ekim 2011 Perşembe
Kur'an-ı Kerim'de Eşcinsellik İle İlgili Sanılan Ayetler
Müslümanların kutsal kitabı, Kur'an-ı Kerim'de Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans ve İnterseks bireyler, cinsiyet kimlikleri ve cinsel yönelimler ile ilgili doğrudan herhangi bir ayet, süre veya ifade geçmemesine karşın, Lut kavminin erkek erkeğe cinsel ilişki "eşcinsel ilişki" sonucu helak edildiğinde yönelik olduğu sanılan bazı ifadeler geçiyor. Bu ifadelerden kaynaklı bazı islam din alimleri ve müslümanlar eşcinselliğin lanet sebebi olduğunu, yaygınlaşması durumunda helak olacaklarına inanıyor. Muhalif bazı müslümanlar ise işlenen suçun cezasının dünyada verilmediğini aksi taktirde dünya yaşamının bir sınav yeri olmaktan çıkacağına, bu nedenle Lut kavminin eşcinsellikten veya farklı bir sebepten dolayı helak edilmediğini, Lut kavminin başına gelen olayın sadece yaşanmış bir deprem, sel, heyelan.. gibi bir doğal afet olduğuna inanıyor. Bazı diğer müslümanlar ise Lut kavminin helakının pedofili, tecavüz, israf vs. gibi nedenlerle gerçekleştiğine inanıyor.
İşte eşcinsellik ile ilgili olduğu sanılan o süreler ve ayetler
A'raf suresi veya A'râf Sûresi Kur'an-ı Kerim'in yedinci suresidir. Sure 206 ayetten oluşur. Sûre, ismini 46. ve 48. âyetlerinde geçen yüksek yerler, yüksek mevkiler anlamına gelen “el-A’râf ” kelimesinden almıştır. Bakara Suresi ile Şu'ara Suresi'nden sonra en fazla ayet içeren üçüncü suresidir
7 Araf Suresi
78. Bunun üzerine onları, o şiddetli sarsınıt/o korkunç titreşim yakaladı da öz yurtlarında yere çökmüş bir hale geldiler.
79. Nihayet Sâlih onlardan yüzünü döndürüp şöyle dedi: "Ey toplumum! Andolsun ki, Rabbimin mesajını size tebliğ ettim, size öğüt verdim; ama siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz."
80. Ve Lût... Toplumuna şöyle demişti: "Sizden önce âlemlerden hiçbirinin yapmadığı bir iğrençliğe mi girişiyorsunuz?"
81. "Siz, kadınları bırakip şehvetiniz yüzünden erkeklere gidiyorsunuz. Doğrusu siz sınır tanımayan bir topluluksunuz."
82. Toplumunun cevabı sadece şunu söylemeleri oldu: "Çıkarın şunları kentimizden. Çünkü onlar, temizlik tutkunu insanlardır."
83. Biz de onu ve ailesini kurtardık. Karısı müstesna. O, yere geçenlerden oldu.
84. Üzerlerine bir de yağmur indirdik. Bak nasıl oldu suçluların sonu!
Hud Suresi Kur'an'ın 11. suresidir. Sure 123 ayetten oluşur. 12., 17. ve 114. ayetleri Medine'de diğerleri Mekke'de indirildiğine inanılmakta, surenin 50. ile 60. ayetleri Ad kavmi ‘ne gönderildiği söylenen bir peygamber olan Hud'dan bahsettiği için bu adı almıştır.
11. Hud Suresi
77. Elçilerimiz Lût'a geldiğinde onlar için kaygınlanmış, göğsü daralmış da şöyle demişti: "Bu zorlu bir gün!"
78. Lût'un kavmi koşarak onun yanına geldi. Bunlar daha önce de kötülük yapmışlardı. Lût dedi ki: "Ey toplumum! İşte şunlar kızlarım. Onlar sizin için daha temiz. Allah'tan korkun da misafirlerim önünde beni rezil etmeyin. İçinizde olgun bir adam yok mu?"
79. Dediler ki: "Senin kızlarında hakkımız olmadığın çok iyi biliyorsun. Ne istediğimizi de çok iyi biliyorsun."
80. Dedi: "Ah, size karşı koyacak bir gücüm olsaydı yahut sağlam bir kaleye sığınabilseydim."
81. Melekler dediler: "Biz senin Rabbinin elçileriyiz. Sana asla el süremezler. Gecenin bir yerinde aileni götür. İçinizden hiç kimse geri kalmasın; karın müstesna. O, ötekilere çatan beyalaya çarptırılacaktır. Onaların azap vakti, sabah vaktidir. Sabah da ne kadar yakın, değil mi?"
82. Nihayet emrimiz gelince, oranın üstünü altına getirdik. Ve üzerlerine, pişirilmiş çamurdan yapılıp istif edilmiş taş yağdırdık.
83. Rabbin katında damgalanmış taşlar. Zalimlerden çok uzak değildir bu.
Şu'ara Suresi Kur'an'ın 26. suresidir. Sure 227 ayetten oluşur. Sure ismini, 224. ayette geçen ve şairler anlamına gelen “eş-Şu’ara” kelimesinden almıştır. Mekke döneminde indirildiğine inanılır
26. Şuara Suresi
160. Lût kavmi de hak elçilerini yalanladı.
161. Kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: "Hâlâ korunmuyor musunuz?"
162. "Ben size gelen emin bir elçiyim."
163. "Artık Allh'tan korkun da bana itta edin."
164. " Ben bu iş için sizden bir üçret istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbi'ndendir."
165. "Âlemlerin içinden erkeklere gidiyor da,
166. Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor musunuz? Doğrusu siz haddi aşmış bir kavimsiniz."
167. Dediler. " Eğer bu tavrını sona erdirmezsen, ey Lût, yemin olsun bu topraktan sürülenlerden olacaksın."
168. Lût dedi: "Ben sizin şu yaptığınıza öfkelenenlerdenim."
169. "Rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından koru."
170. Bunun üzerine biz onu ve ailesini toplu halde kurtardık.
171. Ancak geridekiler arasında bir kocakarı kaldı.
172. Sonra ötekilere mahvedip batırdık.
173. Üzerlerine bir de yağmur yağdırdık. Ne de kötüymüş uyarılanların yağmuru!
174. Elbette bunda bir ayet var ama onların çoğu inanmamıştır.
Ankebut Suresi Kur'an'ın 29. suresidir. Sure 69 ayetten oluşur. Sure ismini 41. âyetinde geçen ve örümcek anlamına gelen “el-Ankebut” kelimesinden almıştır. Mekke döneminde indirildiğine inanılan surenin 41. ayetine göre evlerin en dayanıksızı örümcek evidir.
29. Ankebut Suresi
28. Lût'u da gönderdik. Toplumuna şöyle demişti o. "Öyle bir iğrençliğe bulaşıyorsunuz ki, sizden önce âlemlerden bir tek kişi bunu yapmamıştır."
29. "Erkeklere gidiyorsunuz, yol kesiyorsunuz, toplantılarınızda çirkinlikler sergiliyorsunuz, öyle mi?" Toplumunun cevabı sadece şunu söylemek oldu: "Eğer doğru sözlülerdensen, hadi getir bize Allah'ın azabını."
30. Lût dedi: "Rabbim, şu bozguncular topluluğuna karşı bana yardım et."
31. Elçilerimiz, İbrahim'e müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz şu kentin halkını helak edeceğiz. Çünkü ora halkı zalim oldular."
32. İbrahim dedi: "Ama orada Lût var". Dediler: " Orada kim olduğunu biz daha iyi biliyoruz. Elbette ki onu ve ailesini kurtaracağız. Ama karın azaba terk edilenlerden olacaktır."
33. Elçilerimiz Lût'a gelince, onlar yüzünden fenalaştı, eli-kolu birbirine dolandı. "Korkma, tasalanma dediler, biz seni ve aileni de kurtaracağız. Ama karın azaba terk edillenlerden olacaktır."
34. "Şu kent halkı üstüne, yaptıkları fenalıklardan ötürü gökten bir felaket indireceğiz."
35. Yemin olsun biz o kentten, aklını işleten bir topluluk için geriye apacık bir işaret bıraktık.
"Ayet & Süre Kaynakları: Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk Yeni Boyut, İstanbul 1997"
İşte eşcinsellik ile ilgili olduğu sanılan o süreler ve ayetler
A'raf suresi veya A'râf Sûresi Kur'an-ı Kerim'in yedinci suresidir. Sure 206 ayetten oluşur. Sûre, ismini 46. ve 48. âyetlerinde geçen yüksek yerler, yüksek mevkiler anlamına gelen “el-A’râf ” kelimesinden almıştır. Bakara Suresi ile Şu'ara Suresi'nden sonra en fazla ayet içeren üçüncü suresidir
7 Araf Suresi
78. Bunun üzerine onları, o şiddetli sarsınıt/o korkunç titreşim yakaladı da öz yurtlarında yere çökmüş bir hale geldiler.
79. Nihayet Sâlih onlardan yüzünü döndürüp şöyle dedi: "Ey toplumum! Andolsun ki, Rabbimin mesajını size tebliğ ettim, size öğüt verdim; ama siz öğüt verenleri sevmiyorsunuz."
80. Ve Lût... Toplumuna şöyle demişti: "Sizden önce âlemlerden hiçbirinin yapmadığı bir iğrençliğe mi girişiyorsunuz?"
81. "Siz, kadınları bırakip şehvetiniz yüzünden erkeklere gidiyorsunuz. Doğrusu siz sınır tanımayan bir topluluksunuz."
82. Toplumunun cevabı sadece şunu söylemeleri oldu: "Çıkarın şunları kentimizden. Çünkü onlar, temizlik tutkunu insanlardır."
83. Biz de onu ve ailesini kurtardık. Karısı müstesna. O, yere geçenlerden oldu.
84. Üzerlerine bir de yağmur indirdik. Bak nasıl oldu suçluların sonu!
Hud Suresi Kur'an'ın 11. suresidir. Sure 123 ayetten oluşur. 12., 17. ve 114. ayetleri Medine'de diğerleri Mekke'de indirildiğine inanılmakta, surenin 50. ile 60. ayetleri Ad kavmi ‘ne gönderildiği söylenen bir peygamber olan Hud'dan bahsettiği için bu adı almıştır.
11. Hud Suresi
77. Elçilerimiz Lût'a geldiğinde onlar için kaygınlanmış, göğsü daralmış da şöyle demişti: "Bu zorlu bir gün!"
78. Lût'un kavmi koşarak onun yanına geldi. Bunlar daha önce de kötülük yapmışlardı. Lût dedi ki: "Ey toplumum! İşte şunlar kızlarım. Onlar sizin için daha temiz. Allah'tan korkun da misafirlerim önünde beni rezil etmeyin. İçinizde olgun bir adam yok mu?"
79. Dediler ki: "Senin kızlarında hakkımız olmadığın çok iyi biliyorsun. Ne istediğimizi de çok iyi biliyorsun."
80. Dedi: "Ah, size karşı koyacak bir gücüm olsaydı yahut sağlam bir kaleye sığınabilseydim."
81. Melekler dediler: "Biz senin Rabbinin elçileriyiz. Sana asla el süremezler. Gecenin bir yerinde aileni götür. İçinizden hiç kimse geri kalmasın; karın müstesna. O, ötekilere çatan beyalaya çarptırılacaktır. Onaların azap vakti, sabah vaktidir. Sabah da ne kadar yakın, değil mi?"
82. Nihayet emrimiz gelince, oranın üstünü altına getirdik. Ve üzerlerine, pişirilmiş çamurdan yapılıp istif edilmiş taş yağdırdık.
83. Rabbin katında damgalanmış taşlar. Zalimlerden çok uzak değildir bu.
Şu'ara Suresi Kur'an'ın 26. suresidir. Sure 227 ayetten oluşur. Sure ismini, 224. ayette geçen ve şairler anlamına gelen “eş-Şu’ara” kelimesinden almıştır. Mekke döneminde indirildiğine inanılır
26. Şuara Suresi
160. Lût kavmi de hak elçilerini yalanladı.
161. Kardeşleri Lût onlara şöyle demişti: "Hâlâ korunmuyor musunuz?"
162. "Ben size gelen emin bir elçiyim."
163. "Artık Allh'tan korkun da bana itta edin."
164. " Ben bu iş için sizden bir üçret istemiyorum. Benim ücretim yalnız âlemlerin Rabbi'ndendir."
165. "Âlemlerin içinden erkeklere gidiyor da,
166. Rabbinizin sizin için yarattığı eşlerinizi bırakıyor musunuz? Doğrusu siz haddi aşmış bir kavimsiniz."
167. Dediler. " Eğer bu tavrını sona erdirmezsen, ey Lût, yemin olsun bu topraktan sürülenlerden olacaksın."
168. Lût dedi: "Ben sizin şu yaptığınıza öfkelenenlerdenim."
169. "Rabbim, beni ve ailemi bunların yaptıklarından koru."
170. Bunun üzerine biz onu ve ailesini toplu halde kurtardık.
171. Ancak geridekiler arasında bir kocakarı kaldı.
172. Sonra ötekilere mahvedip batırdık.
173. Üzerlerine bir de yağmur yağdırdık. Ne de kötüymüş uyarılanların yağmuru!
174. Elbette bunda bir ayet var ama onların çoğu inanmamıştır.
Ankebut Suresi Kur'an'ın 29. suresidir. Sure 69 ayetten oluşur. Sure ismini 41. âyetinde geçen ve örümcek anlamına gelen “el-Ankebut” kelimesinden almıştır. Mekke döneminde indirildiğine inanılan surenin 41. ayetine göre evlerin en dayanıksızı örümcek evidir.
29. Ankebut Suresi
28. Lût'u da gönderdik. Toplumuna şöyle demişti o. "Öyle bir iğrençliğe bulaşıyorsunuz ki, sizden önce âlemlerden bir tek kişi bunu yapmamıştır."
29. "Erkeklere gidiyorsunuz, yol kesiyorsunuz, toplantılarınızda çirkinlikler sergiliyorsunuz, öyle mi?" Toplumunun cevabı sadece şunu söylemek oldu: "Eğer doğru sözlülerdensen, hadi getir bize Allah'ın azabını."
30. Lût dedi: "Rabbim, şu bozguncular topluluğuna karşı bana yardım et."
31. Elçilerimiz, İbrahim'e müjdeyi getirdiklerinde şöyle dediler: "Biz şu kentin halkını helak edeceğiz. Çünkü ora halkı zalim oldular."
32. İbrahim dedi: "Ama orada Lût var". Dediler: " Orada kim olduğunu biz daha iyi biliyoruz. Elbette ki onu ve ailesini kurtaracağız. Ama karın azaba terk edilenlerden olacaktır."
33. Elçilerimiz Lût'a gelince, onlar yüzünden fenalaştı, eli-kolu birbirine dolandı. "Korkma, tasalanma dediler, biz seni ve aileni de kurtaracağız. Ama karın azaba terk edillenlerden olacaktır."
34. "Şu kent halkı üstüne, yaptıkları fenalıklardan ötürü gökten bir felaket indireceğiz."
35. Yemin olsun biz o kentten, aklını işleten bir topluluk için geriye apacık bir işaret bıraktık.
"Ayet & Süre Kaynakları: Kur'an-ı Kerim ve Türkçe Meali. Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk Yeni Boyut, İstanbul 1997"
5 Ekim 2011 Çarşamba
Kadınlar Erkeklerden 5 Kat Fazla Eşcinsel İlişki Yaşıyor
Amerika'da seks alışkanlıklarıyla ilgili bir rapor yayınlandı. "Cinsel Kimlik ve Cinsel Davranış" adı altındaki raporda birbirinden ilginç sonuçlar çıktı.
Raporda, 2002 yılındaki araştırmalarda 15- 24 yaş arası genç kızların yüzde 22'si hiç seks yapmadığı belirtildi ancak bu sonuçlar 2006- 2008 yılları arasında değiştiği kaydedildi. Değişen sonuçlara göre 2006- 2008 arasında erkeklerin yüzde 27'si, genç kızların ise yüzde 29'u cinsel ilişkiye girmediği belirtildi. 2007 yılında 24 binden fazla genç kız 17 yaşında bekâretini kaybetti.
En Az Bir Kez Oral Seks Denediler
Yaklaşık 4 bin genç kız ise ilk ilişkisini 18 ile 19 yaşları arasında yaşadı. 2007- 2008 yılları arasında 15- 24 yaş arasındaki 24 bin kişinin ise en az bir kez oral seksi denediği belirtildi. 2002 yılında 15- 24 yaş arasındaki kadınların yüzde 12,4'ü lezbiyenliği tercih ederken kadınlarda lezbiyen ve/ya biseksüel ilişki oranı 2008'de yüzde 13,4'e çıktı
Kadınlar 5 Kat Fazla Eşcinsel İlişki Yaşıyor
Fakat yaş aralığı açıldığında yani 15- 44 yaş arasına getirildiğinde kadın ve erkekler arasında belirgin bir fark ortaya çıktı. Kadınlar erkeklerden beş kat daha fazla eşcinsel ilişki yaşıyor. Biseksüel olduğunu belirten kadınların oranı ise yüzde 3.5 arttı.
Huffingtonpost
Raporda, 2002 yılındaki araştırmalarda 15- 24 yaş arası genç kızların yüzde 22'si hiç seks yapmadığı belirtildi ancak bu sonuçlar 2006- 2008 yılları arasında değiştiği kaydedildi. Değişen sonuçlara göre 2006- 2008 arasında erkeklerin yüzde 27'si, genç kızların ise yüzde 29'u cinsel ilişkiye girmediği belirtildi. 2007 yılında 24 binden fazla genç kız 17 yaşında bekâretini kaybetti.
En Az Bir Kez Oral Seks Denediler
Yaklaşık 4 bin genç kız ise ilk ilişkisini 18 ile 19 yaşları arasında yaşadı. 2007- 2008 yılları arasında 15- 24 yaş arasındaki 24 bin kişinin ise en az bir kez oral seksi denediği belirtildi. 2002 yılında 15- 24 yaş arasındaki kadınların yüzde 12,4'ü lezbiyenliği tercih ederken kadınlarda lezbiyen ve/ya biseksüel ilişki oranı 2008'de yüzde 13,4'e çıktı
Kadınlar 5 Kat Fazla Eşcinsel İlişki Yaşıyor
Fakat yaş aralığı açıldığında yani 15- 44 yaş arasına getirildiğinde kadın ve erkekler arasında belirgin bir fark ortaya çıktı. Kadınlar erkeklerden beş kat daha fazla eşcinsel ilişki yaşıyor. Biseksüel olduğunu belirten kadınların oranı ise yüzde 3.5 arttı.
Huffingtonpost
2 Eylül 2011 Cuma
Kadın & Erkek İç Çamaşırları
İncir Yaprağı fantazisini bir kenara bırakacak olursak aslında gerçek anlamda kadınlar için iç çamaşırının tarihi milattan önce 2000′lere kadar uzanıyor. Fakat bu dönemlerde yaşayan ve Jacques Laurent tarafından da bugün görkemli fahişeler olarak tanımlanan Cretan kadınları bu çamaşırları sadece çıplak göğüslerini yukarı kaldırmak, kalçalarını vurgulamak ve vücutlarını daha alımlı göstermek için giyiyorlardı.
Eski yunanda kadınlar cüppelerinin altına Zona giyerlerdi. Bu, kumaş ya da deriden yapılmış ve tek amacı dişiliği vurgulamak olan korselerdi. Aynı şekilde, Romalı kadınlar da üstlerine oturan dar, taşlı jartiyer benzeri kemerler giyiyorlardı. Bu jartiyerler o dönemlerde henüz icat edilmemiş olan çorapları tutmak için orada değillerdi elbet; onların tek amacı erkeklerin (ya da karşılarında kim varsa onun ! ) arzularını uyandırmaktı. Aynı Greeklerde oldugu gibi Romalı erkekler için de jartiyerler, eşarplar ve vücudun en değerli kısımlarını örten işlemeli kumaşlar erotik bir özellik taşıyordu. Yüzyıllar boyu devam edecek olan bu yaklaşım bir anlamda fetişist kültürün doğuşu olarak da düşünülebilir. Cestus, kasıktan göğüslerin altına kadar olan bölgeyi kaplayan işlemeli korse, bir mite göre Venüs tarafından icat edilmiş ve kendisine şehvetli bir vücut bahşedilmiş olan tanrıça Junoya tavsiye edilmiş. Martial bu korseyi hiçbir erkeğin kaçamayacağı bir tuzak, aşkın alevlerini tekrar tutuşturacak bir araç olarak tanımlıyor ki, kendisi Venüsün ateşiyle hala sıcak olan bir cestusa dokunmanın düşüncesiyle tahrik olur.
Kadınların erkeklerde tutku uyandırmak için geçerli olan bir yolun da cinsiyetler arası doğal farklılıkları vurgulamak olduğunu fark etmeleri yeni bir şey değil. Kadınlar eskiden de kendi iç çamaşırlarını, gerçekten farklı bir cins olduklarını sevgililerine devamlı hatırlatmak için kendileri seçiyorlardı. Orta çağlarda iç çamaşırı şimdikinden daha az popüler değildi. Kadınlar külot giymezlerdi çünkü özel bölgelerini yeterince havalandırmalarını ve şöminede ısıtmalarını engellediğini düşünürlerdi. Yine de ortaçağ, iç çamasırı için altın yıllardı; bu dönemde iç çamaşırı fetişizm için bir araç haline gelmis ve jartiyer benzeri icatlar özel bir erotik aksesuar olarak kabul edilmişti.
Rönesansta İtalyan sanatı, Leonardo da Vinci, Boticelli, Michelangelo ve Raphael gibi tanınmış eşcinsel sanatçıların yapıtlarıyla şekilleniyordu. Bu sanatkarlar kimi zaman fırça ve keski yardımıyla, kadın göğüslerine sahip olan başsız erkek vücutları, güzel erkeklerin ateşli gözlerine sahip yalın madonnalar gibi çeşitli çapraşık yaratıklar yarattılar. Vertugade ya da Fransız Farthingaleinin (bele takılan ve eteklerin kabarık durmasına yarayan tahta ve seriden yapılan iskeletler, yastıklı rulolar) icadıyla iç çamaşırı hızla ilerlemeye başladı. Bu giysinin ortaçağdaki feminen anlamda popüler özelligi olan karnı ortadan kaldırmak ve kadın vücuduna daha erkeksi bir görünüm sağlamak için giyiliyordu. Başka bir deyişle, bu iç çamaşırını homoseksüel estetikle aynı çizgiye getirmek için başlatılmış belirgin bir girişimdi. Seksüel eşitliğin hevesli bir savunucusu olan Maria de Medicinin pantalon adı verilen, kadınların bacaklarını erkekler gibi gösterme isteklerini ortaya koyan bir çeşit paçalı don veya kalça-sarmalayıcı modasının önderi olduğu söylenir. Ayrıca bu pantalonların ağ bölgeleri, kadınların kendilerini pratik bir şekilde, soyunmadan erkeklere verebilmeleri için açıktı. Pantalonlar kadınları toza soğuğa karşı koruyordu, ancak tek kötü yanları attan düşen ya da kayan kadınların bacaklarını ve bazı bölgelerini gözlerden saklıyor olmalarıydı. Homoseksüelliğin yaygın olduğu bir dönemde, pantalonlar sade olmanın tersine kadınların kalçalarını iç oğlanları gibi sergilemelerine olanak sağlıyordu.
1914-18 savaşındaki her top patlamasında etek boylari iki santimetre daha kısaldı ve önce alt baldırları, daha sonra da dizleri açık bıraktı. Korseler bir süre sonra yerini bele takılan ve direk tenle temas eden jartiyerlere bıraktı. 1800′lü yıllarda karısının çorap düşme sorununa karşı Eyfel Kulesinin mimarı Gustave Eiffelin icadı olan jartiyer, ciddi anlamda mutasyon geçirmişti. Kadınlar yeni keşfettikleri özgürlüklerinin tadını çıkararak rahatladı; ata binmeye başladılar, tenis oynadılar ve deniz kenarına tatile gittiler. Gereksiz ağırlıklarından kurtulan moda giderek daha hafif hale geldi. Kalın çorapların yerini ipeğe bıraktı. 1930′larda erotizm, kendini en çok çorapların bittiği yerle külot arasında kalan o büyülü yerde, bir kadının bacak bacak üstüne attığında ya da arabadan indiğinde gözüken o ince ten çizgisinde gösteriyordu.
Ne yazik ki dünya yeni bir savaşa girmek üzereydi bu yeni durumu keşfetmeleri için pek zamanları olmadı. Şehvet meraklıları için de bu yıllar karartma yıllarıydı. İç çamaşırı endüstrisi, ürünleri için yeni materyaller elde edemiyordu ve paraşütler çorap askılarından çok daha önemli hale gelmişti. Şehirlerde, kadınlar savaş öncesinde aldıkları iç çamaşırlarıyla idare etmeye çalışıyor ya da boyayla çoraplarının rengini değiştirmeye çalışıyordu; bacağın arkasına, boydan boya, kalemle çizilen yalancı bir dikiş bu değişimlerdeki son noktaydı. Askerler ise iç çamaşırı giymiş pek de sanatsal değeri olmayan iç çamaşırlı kadın resimlerini ranzlarına, uçaklarının levyelerinin kenarlarına, jiplerinin güneşliklerine iğnelediler. Böylece pin-up kızları da doğmuş oldu. Daha sonra pin-up bir tarz olarak illüstrasyon sanatında yerini alacaktı.
İkinci Dünya Savaşının bitişi, yeni bir refah dönemini ve Christian Diorun devrim yaratan Yeni Görünümünü beraberine getirdi. 1947′de uzun süren lüks eşyalardan zoraki olarak kaçınma dönemi yerini iç çamaşırı için büyüyen bir talebe bıraktı. Savaş zamanında olduğu gibi göğüsler artık gizlenmiyordu, tam tersine bir güvercin gibi, ipeğin içine yerleşiyordu. Howard Hughes yarım kaplı sutyeni icat etti ve bununla birlikte Jane Russelli Hollywood dünyasına kazandırdı. Artık, iç çamaşırı modası gümüş perdeden takip edilebiliyordu. Filmciler kısa zamanda ufak iç çamaşırlarının tamamen çıplak olmaktan çok daha müstehcen olduğunu fark ettiler. O zamandan sonra, her film yıldızı sansüre karşı süregelen bu gizli savaşta, külotları veya çorap askılarıyla göz kamaştırıcı ve sarsıcı gözükerek yerini aldı. Sahnede bir soyunma hali başlı başında bir film, ve soyunma hareketi de başlı başına bir son olabilirdi. Fellini'nin striptiz sahnesi (La Dolce Vitadaki Nadia Gray) Vittorio De Sicaninki (Dün, Bugün ve Yarındaki Sophia Lauren) kadar anılmaya değerdir.
Sansürün kısıtlamaları ve film yapımcısının becerikliliği arasındaki gerilimin somutlaşmış bir hali, Femme Fataledir. Örneğin Joseph von Sternbergin Mavi Melek filmindeki Lola-Lola Emil Jannings tarafından oynanan bağnaz Profesör Unrath, bir ölümlüdür ve Marlene Dietrichin baştan çıkarmalarına karşı koyamaz. Dietrich, seksi bir jartiyerin içinde, kendi zehiriyle kaplı bacaklarıyla Vamp kadının somut bir örneğidir. Bu uyanış esnasında Bob Fosseun Kabaresi, Fassbinderin Maria Braun Evliliği ve devam filmi Lola Marlene Dietrichten daha iyisini yapmaya çalışan Lisa Mineli, Barbara Sukowa, Hana Shygulla, May Britt ve Hildegard Kneff, Dietrichin paha biçilmez eşyaları olan jartiyerlerini ve siyah çoraplarını kullanmaya devam etmişlerdir.
Kınamalar ne kadar şiddetli olursa, yapılan iş o kadar iyidir. Kardinal Spellman, St. Patrik Katedralinin mezarlarını sarsan bir açıklamada bulundu; bu filmi seyretmeye cüret eden kimse, bu utanmaz kadına bakan kimse, ölümcül bir günah işler. Tanrıdan korkan bu ülkede bu kadar iğrenç, tiksindirici, ve kaba bir şey gözler önüne serilmemiştir. Bu büyük kınama, Mavi Meleke değil, başka bir kült filme, Elia Kazanin 1956′da yaptığı Baby Dollü'ne yapılmıştı. Kazanın işlediği ölümcül günah, Carroll Bakeri baby doll içinde başparmağını emerken göstermekti. Kardinalin bu öfkesi, filmin reklam şirketlerince yapılan bütün tanıtımlarının toplamından daha fazla ilgi görmesine neden oldu. Daha sonraları yayınlanan Kinsey Raporuna göre, bu parmak emme hareketini takdir edenlerin oranı %65'lere fırlamıştı. Ve son olarak da, kardinalin tepkisinin en hesaba katılmamış yanı gerçekleşti ve babydoll geceliklerinin satışı 25 milyona ulaştı. Kilisenin müdahalesi sayesinde film endüstrisi iç çamaşırının reklamını yapmış oldu.
Bu uygun iklimde iç çamaşırı kendine gelmeyi başardıysa da fırtına bulutları toplanmaya başlamıştı. 1960larda, fetişistler için kara bir günde, eski bir model olan Mary Quant mini eteği ortaya çıkardı. Açığa çıkan baldırlar, jartiyerler için felaket haline geldi. Mini eteğin önüne geçilemez sonucu olarak külotlu çoraplar icat edildi. Fransızcada Mitoufle olarak bilinen bu tek parça çoraplar, külotlarla çorapları birleştiriyordu. Fakat özgürlük gerçekten çok kısa sürdü. Mini etek deli gömleğine bir dönüş gibi olmuştu. Feminist hareket bayrağını açtı: seks nesnesi olarak kadına hayır veya cinsiyetsiz kadınlara çok yaşa. Reklamlar bu fikirlerle yankılandı.
Fakat iç çamaşırı eski suç ortağı olan erotizm olmadan yaşayamaz. Bu dönemde ise bir karşı saldırı gelişmekteydi. Bu yeni modanın estetik olarak bir hatası yoktu. Tam tersine, Atinalilar uzun zaman önce genç kadınlara phaenomerides yani baldırlarını gösterenler diye lakap takmışlardı. Sürgüne yollanan çoraplar, kendi kendilerine bacakta duracak sekilde yeniden tasarlanarak geri döndüler. Bu stay-up çoraplar mini etekle giymek için de uygun hale gelmişlerdi, çok yükseklere çıkabiliyorlardı. Bunun karşılığında reklamlar, külotlu çorapların alakalı alakasız pratik yanlarını övmeyi bıraktı ve çamaşırların bu en zevksizine birazcık da olsa fantezi öğeleri yüklemeye çalıştı.
Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans ve İnterseks bireyler de cinsiyet kimlikleri ve / ya cinsel yönelimleri doğrultusunda ihtiyaca veya isteğe göre erkek ya da kadın iç çamaşırı giymeyi tercih edebiliyor.
Eski yunanda kadınlar cüppelerinin altına Zona giyerlerdi. Bu, kumaş ya da deriden yapılmış ve tek amacı dişiliği vurgulamak olan korselerdi. Aynı şekilde, Romalı kadınlar da üstlerine oturan dar, taşlı jartiyer benzeri kemerler giyiyorlardı. Bu jartiyerler o dönemlerde henüz icat edilmemiş olan çorapları tutmak için orada değillerdi elbet; onların tek amacı erkeklerin (ya da karşılarında kim varsa onun ! ) arzularını uyandırmaktı. Aynı Greeklerde oldugu gibi Romalı erkekler için de jartiyerler, eşarplar ve vücudun en değerli kısımlarını örten işlemeli kumaşlar erotik bir özellik taşıyordu. Yüzyıllar boyu devam edecek olan bu yaklaşım bir anlamda fetişist kültürün doğuşu olarak da düşünülebilir. Cestus, kasıktan göğüslerin altına kadar olan bölgeyi kaplayan işlemeli korse, bir mite göre Venüs tarafından icat edilmiş ve kendisine şehvetli bir vücut bahşedilmiş olan tanrıça Junoya tavsiye edilmiş. Martial bu korseyi hiçbir erkeğin kaçamayacağı bir tuzak, aşkın alevlerini tekrar tutuşturacak bir araç olarak tanımlıyor ki, kendisi Venüsün ateşiyle hala sıcak olan bir cestusa dokunmanın düşüncesiyle tahrik olur.
Kadınların erkeklerde tutku uyandırmak için geçerli olan bir yolun da cinsiyetler arası doğal farklılıkları vurgulamak olduğunu fark etmeleri yeni bir şey değil. Kadınlar eskiden de kendi iç çamaşırlarını, gerçekten farklı bir cins olduklarını sevgililerine devamlı hatırlatmak için kendileri seçiyorlardı. Orta çağlarda iç çamaşırı şimdikinden daha az popüler değildi. Kadınlar külot giymezlerdi çünkü özel bölgelerini yeterince havalandırmalarını ve şöminede ısıtmalarını engellediğini düşünürlerdi. Yine de ortaçağ, iç çamasırı için altın yıllardı; bu dönemde iç çamaşırı fetişizm için bir araç haline gelmis ve jartiyer benzeri icatlar özel bir erotik aksesuar olarak kabul edilmişti.
Rönesansta İtalyan sanatı, Leonardo da Vinci, Boticelli, Michelangelo ve Raphael gibi tanınmış eşcinsel sanatçıların yapıtlarıyla şekilleniyordu. Bu sanatkarlar kimi zaman fırça ve keski yardımıyla, kadın göğüslerine sahip olan başsız erkek vücutları, güzel erkeklerin ateşli gözlerine sahip yalın madonnalar gibi çeşitli çapraşık yaratıklar yarattılar. Vertugade ya da Fransız Farthingaleinin (bele takılan ve eteklerin kabarık durmasına yarayan tahta ve seriden yapılan iskeletler, yastıklı rulolar) icadıyla iç çamaşırı hızla ilerlemeye başladı. Bu giysinin ortaçağdaki feminen anlamda popüler özelligi olan karnı ortadan kaldırmak ve kadın vücuduna daha erkeksi bir görünüm sağlamak için giyiliyordu. Başka bir deyişle, bu iç çamaşırını homoseksüel estetikle aynı çizgiye getirmek için başlatılmış belirgin bir girişimdi. Seksüel eşitliğin hevesli bir savunucusu olan Maria de Medicinin pantalon adı verilen, kadınların bacaklarını erkekler gibi gösterme isteklerini ortaya koyan bir çeşit paçalı don veya kalça-sarmalayıcı modasının önderi olduğu söylenir. Ayrıca bu pantalonların ağ bölgeleri, kadınların kendilerini pratik bir şekilde, soyunmadan erkeklere verebilmeleri için açıktı. Pantalonlar kadınları toza soğuğa karşı koruyordu, ancak tek kötü yanları attan düşen ya da kayan kadınların bacaklarını ve bazı bölgelerini gözlerden saklıyor olmalarıydı. Homoseksüelliğin yaygın olduğu bir dönemde, pantalonlar sade olmanın tersine kadınların kalçalarını iç oğlanları gibi sergilemelerine olanak sağlıyordu.
1914-18 savaşındaki her top patlamasında etek boylari iki santimetre daha kısaldı ve önce alt baldırları, daha sonra da dizleri açık bıraktı. Korseler bir süre sonra yerini bele takılan ve direk tenle temas eden jartiyerlere bıraktı. 1800′lü yıllarda karısının çorap düşme sorununa karşı Eyfel Kulesinin mimarı Gustave Eiffelin icadı olan jartiyer, ciddi anlamda mutasyon geçirmişti. Kadınlar yeni keşfettikleri özgürlüklerinin tadını çıkararak rahatladı; ata binmeye başladılar, tenis oynadılar ve deniz kenarına tatile gittiler. Gereksiz ağırlıklarından kurtulan moda giderek daha hafif hale geldi. Kalın çorapların yerini ipeğe bıraktı. 1930′larda erotizm, kendini en çok çorapların bittiği yerle külot arasında kalan o büyülü yerde, bir kadının bacak bacak üstüne attığında ya da arabadan indiğinde gözüken o ince ten çizgisinde gösteriyordu.
Ne yazik ki dünya yeni bir savaşa girmek üzereydi bu yeni durumu keşfetmeleri için pek zamanları olmadı. Şehvet meraklıları için de bu yıllar karartma yıllarıydı. İç çamaşırı endüstrisi, ürünleri için yeni materyaller elde edemiyordu ve paraşütler çorap askılarından çok daha önemli hale gelmişti. Şehirlerde, kadınlar savaş öncesinde aldıkları iç çamaşırlarıyla idare etmeye çalışıyor ya da boyayla çoraplarının rengini değiştirmeye çalışıyordu; bacağın arkasına, boydan boya, kalemle çizilen yalancı bir dikiş bu değişimlerdeki son noktaydı. Askerler ise iç çamaşırı giymiş pek de sanatsal değeri olmayan iç çamaşırlı kadın resimlerini ranzlarına, uçaklarının levyelerinin kenarlarına, jiplerinin güneşliklerine iğnelediler. Böylece pin-up kızları da doğmuş oldu. Daha sonra pin-up bir tarz olarak illüstrasyon sanatında yerini alacaktı.
İkinci Dünya Savaşının bitişi, yeni bir refah dönemini ve Christian Diorun devrim yaratan Yeni Görünümünü beraberine getirdi. 1947′de uzun süren lüks eşyalardan zoraki olarak kaçınma dönemi yerini iç çamaşırı için büyüyen bir talebe bıraktı. Savaş zamanında olduğu gibi göğüsler artık gizlenmiyordu, tam tersine bir güvercin gibi, ipeğin içine yerleşiyordu. Howard Hughes yarım kaplı sutyeni icat etti ve bununla birlikte Jane Russelli Hollywood dünyasına kazandırdı. Artık, iç çamaşırı modası gümüş perdeden takip edilebiliyordu. Filmciler kısa zamanda ufak iç çamaşırlarının tamamen çıplak olmaktan çok daha müstehcen olduğunu fark ettiler. O zamandan sonra, her film yıldızı sansüre karşı süregelen bu gizli savaşta, külotları veya çorap askılarıyla göz kamaştırıcı ve sarsıcı gözükerek yerini aldı. Sahnede bir soyunma hali başlı başında bir film, ve soyunma hareketi de başlı başına bir son olabilirdi. Fellini'nin striptiz sahnesi (La Dolce Vitadaki Nadia Gray) Vittorio De Sicaninki (Dün, Bugün ve Yarındaki Sophia Lauren) kadar anılmaya değerdir.
Sansürün kısıtlamaları ve film yapımcısının becerikliliği arasındaki gerilimin somutlaşmış bir hali, Femme Fataledir. Örneğin Joseph von Sternbergin Mavi Melek filmindeki Lola-Lola Emil Jannings tarafından oynanan bağnaz Profesör Unrath, bir ölümlüdür ve Marlene Dietrichin baştan çıkarmalarına karşı koyamaz. Dietrich, seksi bir jartiyerin içinde, kendi zehiriyle kaplı bacaklarıyla Vamp kadının somut bir örneğidir. Bu uyanış esnasında Bob Fosseun Kabaresi, Fassbinderin Maria Braun Evliliği ve devam filmi Lola Marlene Dietrichten daha iyisini yapmaya çalışan Lisa Mineli, Barbara Sukowa, Hana Shygulla, May Britt ve Hildegard Kneff, Dietrichin paha biçilmez eşyaları olan jartiyerlerini ve siyah çoraplarını kullanmaya devam etmişlerdir.
Kınamalar ne kadar şiddetli olursa, yapılan iş o kadar iyidir. Kardinal Spellman, St. Patrik Katedralinin mezarlarını sarsan bir açıklamada bulundu; bu filmi seyretmeye cüret eden kimse, bu utanmaz kadına bakan kimse, ölümcül bir günah işler. Tanrıdan korkan bu ülkede bu kadar iğrenç, tiksindirici, ve kaba bir şey gözler önüne serilmemiştir. Bu büyük kınama, Mavi Meleke değil, başka bir kült filme, Elia Kazanin 1956′da yaptığı Baby Dollü'ne yapılmıştı. Kazanın işlediği ölümcül günah, Carroll Bakeri baby doll içinde başparmağını emerken göstermekti. Kardinalin bu öfkesi, filmin reklam şirketlerince yapılan bütün tanıtımlarının toplamından daha fazla ilgi görmesine neden oldu. Daha sonraları yayınlanan Kinsey Raporuna göre, bu parmak emme hareketini takdir edenlerin oranı %65'lere fırlamıştı. Ve son olarak da, kardinalin tepkisinin en hesaba katılmamış yanı gerçekleşti ve babydoll geceliklerinin satışı 25 milyona ulaştı. Kilisenin müdahalesi sayesinde film endüstrisi iç çamaşırının reklamını yapmış oldu.
Bu uygun iklimde iç çamaşırı kendine gelmeyi başardıysa da fırtına bulutları toplanmaya başlamıştı. 1960larda, fetişistler için kara bir günde, eski bir model olan Mary Quant mini eteği ortaya çıkardı. Açığa çıkan baldırlar, jartiyerler için felaket haline geldi. Mini eteğin önüne geçilemez sonucu olarak külotlu çoraplar icat edildi. Fransızcada Mitoufle olarak bilinen bu tek parça çoraplar, külotlarla çorapları birleştiriyordu. Fakat özgürlük gerçekten çok kısa sürdü. Mini etek deli gömleğine bir dönüş gibi olmuştu. Feminist hareket bayrağını açtı: seks nesnesi olarak kadına hayır veya cinsiyetsiz kadınlara çok yaşa. Reklamlar bu fikirlerle yankılandı.
Fakat iç çamaşırı eski suç ortağı olan erotizm olmadan yaşayamaz. Bu dönemde ise bir karşı saldırı gelişmekteydi. Bu yeni modanın estetik olarak bir hatası yoktu. Tam tersine, Atinalilar uzun zaman önce genç kadınlara phaenomerides yani baldırlarını gösterenler diye lakap takmışlardı. Sürgüne yollanan çoraplar, kendi kendilerine bacakta duracak sekilde yeniden tasarlanarak geri döndüler. Bu stay-up çoraplar mini etekle giymek için de uygun hale gelmişlerdi, çok yükseklere çıkabiliyorlardı. Bunun karşılığında reklamlar, külotlu çorapların alakalı alakasız pratik yanlarını övmeyi bıraktı ve çamaşırların bu en zevksizine birazcık da olsa fantezi öğeleri yüklemeye çalıştı.
Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Trans ve İnterseks bireyler de cinsiyet kimlikleri ve / ya cinsel yönelimleri doğrultusunda ihtiyaca veya isteğe göre erkek ya da kadın iç çamaşırı giymeyi tercih edebiliyor.
Etiketler:
Erkek,
İç Çamaşırı,
İç Çamaşırları,
Kadın,
Yaşam
5 Temmuz 2011 Salı
Antik Yunanda Kadın Eşcinselliği
Kendi cinsine yönelme söz konusu olduğunda, tıpkı günümüzde de olduğu gibi, 2.500 yıl önce de akla hep erkeklerin birbirleriyle olan ilişkileri gelir. Günümüzde de kadın eşcinselliğinin görmezden gelindiğini ve yok sayıldığını düşünürsek, durumun o zamanlarda da çok farklı olmadığını görürüz. Çünkü, o dönemde de erkek egemen bir toplum söz konusuydu. Öyle ki, sadece yetişkin erkekler vatandaş statüsündeydi. Kadınların böyle bir hakkı yoktu. Bu da kadınları sosyal ve kamusal hayatın dışına itiyordu. Hal böyle olunca da kadınların cinselliği görülmüyordu. Zaten, Gezgin’in de belirttiği üzere, kadının kocasına kur yapması ya da onu baştan çıkarıp sevişmesi o kadının iffetsizliği anlamına geliyordu ve fahişe olarak kabul edilmesine neden oluyordu. Çünkü, sonuçta, kadın sadece çocuk vermesi için döllenen bir varlıktı ve haz alması iffetsizlikti.[i]
Bir diğer yandan, haz alma erkeklere özgü bir kavramdı. Erkekler arasındaki ilişki de hazzı aktif olan tarafın alması üzerinde kuruluydu. Zaten aşk da iki erkek arasında olabilirdi çünkü o kadar yüce bir kavram ancak ve ancak erkeklerin yaşabileceği bir şey olabilirdi. Kadınların, cinsellikten ve aşktan bu kadar uzak tutuldukları bir dönemde, onların birbirleriyle ilişkiye girmelerinden bahsedilmemesi de şaşılacak bir durum değildi aslında.
Lezbiyenlik, Yunan kültüründe sözü edilen bir durum olmamakla birlikte iki kadının sevişerek birbirini tatmin etmeleri iğrenç ve utanç verici bir durum olarak görülüyordu.[ii] Bununla birlikte, kadınlar arasındaki aşka değinen en eski yazılar Antik Döneme kadar uzanmaktadır. Hatta, Lezbiyenliğe ismini veren Lesbos adasıdır. Bu adanın lezbiyenlik ile anılmasının nedeni de MÖ. 7. yy’da doğmuş bir kadın şair olan Sappho’dur. Sappho, yazdığı şiirlerinde, kadın arkadaşlarına ve öğrencilerine tutkuyla ve aşk ile seslendiği için onun lezbiyen olduğu düşünülür. Aynı zamanda, erkek egemenliğine karşı kadın kimliği ile bir karşı duruş sergilediği de düşünülmektedir. Lesbos Tiranı tarafından, Sicilya’ya sürgüne gönderilmiştir bu öne çıkan kimliğinden ötürü.
Yazdığı şiirlerden birine bakalım:
“Dön yalvarıyorum sana
Süt beyazı tuniğini giyerek.
Ah güzel endamını nasıl bir ateş sarıyor,
Baştan çıkarıcılığın karşısında her kadın titrer”[iv]
Sappho’nun lezbiyen olup olmadığı her ne kadar tartışılıyor olsa da bu dizeleri bir kadına yazdığı çok aşikar. Bir çok kaynak ise Sappho’nun biseksüel olduğu konusunda hemfikir, çünkü, erkeklere yazdığı şiirler de bulunmakta. Bir diğer yandan, kadınların esamesinin bile olmadığı bir dönemde, kendi cinsine ya da karşı cinse duyduğu aşkı ve tutkuyu dile getirebilen bir kadının ne kadar güçlü ve cesur olduğunu söylemeden geçmemek gerekir.
Antik dönemde, lezbiyenlik konusunda yazılmış çok az eserden birisi de Lukianos* tarafından yazılmıştır. Klonarion ile Leaina adlı metinde, Klonarion, Leaina’nın bir kadınla birlikte yaşamasına duyduğu şaşkınlığı, aynı zamanda, da merakı ile sorular sormaktadır. Olay, Lesbos adasında geçmektedir. Klonarion’un asıl merak ettiği konu ise nasıl seks yaptıklarıdır. Çünkü lezbiyen ilişkilerle ilgili hikayeler ve dedikodular adada dolaşmaktaydı ancak çok detaylı bilgiye sahip değildi insanlar.[v]
Diğer yandan, kendi cinsleriyle birlikte olan erkeklere dair çeşitli homoerotik resimler vazoların üzerlerini süslese de kadınların bu şekilde resmedildiği eserlere rastlanmaz. Sadece kadınların tasvir edildiği eserlerde ise genellikle kadınlar erkeklere hizmet veren fahişelerdir.
Antik Yunan’da, “tribades” denilen bir terim vardır. Bu terim, kadınlarla cinsel ilişki kurmaya, erkeklerle olduğundan daha fazla düşkün olan kadınlar için kullanılır.[vi] Ancak, bu tanımdan da anlaşılabileceği gibi bu kadınlar, erkeklerle de cinsel ilişkiye girmektedirler ama kadınlarla cinsel ilişkiye diğerinden daha düşkündürler. Dolayısıyla, tribades teriminin bugünkü biseksüellik terimine karşılık geldiğini söyleyebiliriz.
[i] Gezgin, İ., ., Antik Yunan ve Roma Sanatında Cinsellik ve Erotizm, İstanbul:Alfa, 2010. s. 251
[ii] A.g.e., 251
[iii] A.g.e., s. 252.
[iv] Tannail, R., Tarihte Eşcinsellik, çev. Sinem Gül, Dost, 2003. Akt. Gezgin, İ., a.g.e., s. 253.
[v] Gezer, İ., a.g.e. s. 256.
[vi] Halperin, D., Cinsellikten önce Seks, , s. 46.
*(M.S. 125- 192) yılları arasında yaşamış Yunan filozofu ve hiciv yazarı.
5 Temuz 2011
Zihnimdeki Kadraj
Bir diğer yandan, haz alma erkeklere özgü bir kavramdı. Erkekler arasındaki ilişki de hazzı aktif olan tarafın alması üzerinde kuruluydu. Zaten aşk da iki erkek arasında olabilirdi çünkü o kadar yüce bir kavram ancak ve ancak erkeklerin yaşabileceği bir şey olabilirdi. Kadınların, cinsellikten ve aşktan bu kadar uzak tutuldukları bir dönemde, onların birbirleriyle ilişkiye girmelerinden bahsedilmemesi de şaşılacak bir durum değildi aslında.
Lezbiyenlik, Yunan kültüründe sözü edilen bir durum olmamakla birlikte iki kadının sevişerek birbirini tatmin etmeleri iğrenç ve utanç verici bir durum olarak görülüyordu.[ii] Bununla birlikte, kadınlar arasındaki aşka değinen en eski yazılar Antik Döneme kadar uzanmaktadır. Hatta, Lezbiyenliğe ismini veren Lesbos adasıdır. Bu adanın lezbiyenlik ile anılmasının nedeni de MÖ. 7. yy’da doğmuş bir kadın şair olan Sappho’dur. Sappho, yazdığı şiirlerinde, kadın arkadaşlarına ve öğrencilerine tutkuyla ve aşk ile seslendiği için onun lezbiyen olduğu düşünülür. Aynı zamanda, erkek egemenliğine karşı kadın kimliği ile bir karşı duruş sergilediği de düşünülmektedir. Lesbos Tiranı tarafından, Sicilya’ya sürgüne gönderilmiştir bu öne çıkan kimliğinden ötürü.
Yazdığı şiirlerden birine bakalım:
“Dön yalvarıyorum sana
Süt beyazı tuniğini giyerek.
Ah güzel endamını nasıl bir ateş sarıyor,
Baştan çıkarıcılığın karşısında her kadın titrer”[iv]
Sappho’nun lezbiyen olup olmadığı her ne kadar tartışılıyor olsa da bu dizeleri bir kadına yazdığı çok aşikar. Bir çok kaynak ise Sappho’nun biseksüel olduğu konusunda hemfikir, çünkü, erkeklere yazdığı şiirler de bulunmakta. Bir diğer yandan, kadınların esamesinin bile olmadığı bir dönemde, kendi cinsine ya da karşı cinse duyduğu aşkı ve tutkuyu dile getirebilen bir kadının ne kadar güçlü ve cesur olduğunu söylemeden geçmemek gerekir.
Antik dönemde, lezbiyenlik konusunda yazılmış çok az eserden birisi de Lukianos* tarafından yazılmıştır. Klonarion ile Leaina adlı metinde, Klonarion, Leaina’nın bir kadınla birlikte yaşamasına duyduğu şaşkınlığı, aynı zamanda, da merakı ile sorular sormaktadır. Olay, Lesbos adasında geçmektedir. Klonarion’un asıl merak ettiği konu ise nasıl seks yaptıklarıdır. Çünkü lezbiyen ilişkilerle ilgili hikayeler ve dedikodular adada dolaşmaktaydı ancak çok detaylı bilgiye sahip değildi insanlar.[v]
Diğer yandan, kendi cinsleriyle birlikte olan erkeklere dair çeşitli homoerotik resimler vazoların üzerlerini süslese de kadınların bu şekilde resmedildiği eserlere rastlanmaz. Sadece kadınların tasvir edildiği eserlerde ise genellikle kadınlar erkeklere hizmet veren fahişelerdir.
Antik Yunan’da, “tribades” denilen bir terim vardır. Bu terim, kadınlarla cinsel ilişki kurmaya, erkeklerle olduğundan daha fazla düşkün olan kadınlar için kullanılır.[vi] Ancak, bu tanımdan da anlaşılabileceği gibi bu kadınlar, erkeklerle de cinsel ilişkiye girmektedirler ama kadınlarla cinsel ilişkiye diğerinden daha düşkündürler. Dolayısıyla, tribades teriminin bugünkü biseksüellik terimine karşılık geldiğini söyleyebiliriz.
[i] Gezgin, İ., ., Antik Yunan ve Roma Sanatında Cinsellik ve Erotizm, İstanbul:Alfa, 2010. s. 251
[ii] A.g.e., 251
[iii] A.g.e., s. 252.
[iv] Tannail, R., Tarihte Eşcinsellik, çev. Sinem Gül, Dost, 2003. Akt. Gezgin, İ., a.g.e., s. 253.
[v] Gezer, İ., a.g.e. s. 256.
[vi] Halperin, D., Cinsellikten önce Seks, , s. 46.
*(M.S. 125- 192) yılları arasında yaşamış Yunan filozofu ve hiciv yazarı.
5 Temuz 2011
Zihnimdeki Kadraj
Etiketler:
Antik Yunan,
Arşiv,
Lezbiyen,
Lezbiyenler,
Lezbiyenlik,
Mitoloji,
Yunanistan
29 Mayıs 2011 Pazar
Kıvanç Tatlıtuğ'un Fotoğrafları Fransız Gay Dergisi'nde
Ünlü oyuncu Kıvanç Tatlıtuğ'un fotoğraflarının yıllar önce Fransız gay dergisinde yer aldığı ortaya çıktı! Gümüş ve Aşk-ı Memnu dizileriyle Ortadoğu'da hatrı sayılır bir hayran kitlesine sahip olan Kıvanç Tatlıtuğ'un yıllar önce Fransa'yı fethettiği ortaya çıktı! Best Model yarışmasıyla mankenlik dünyasına adım atan Tatlıtuğ, ünlü organizatör Erkan Özerman vasıtasıyla kariyerine yurtdışında devam etmişti. O yıllarda Fransa'da modellik yapan ve katalog çekimlerine katılan ünlü oyuncu, bu ülkede Kivan adıyla tanınıyordu.
Kıvanç'ın gay sohbet hatlarının tanıtımındada objektif karşısına geçtiği iddia edilmiş, daha sonra oyuncu Kıvanç Tatlıtuğ'un Fransız modellik ajansları için çektirdiği fotoğraflarının bir 'Gay' dergisi ve sohbet hattı tanıtımlarında gizlice kullanıldığı şeklinde haber sitelerinde iddialar yer almıştı.
Yerel Medya
Kıvanç'ın gay sohbet hatlarının tanıtımındada objektif karşısına geçtiği iddia edilmiş, daha sonra oyuncu Kıvanç Tatlıtuğ'un Fransız modellik ajansları için çektirdiği fotoğraflarının bir 'Gay' dergisi ve sohbet hattı tanıtımlarında gizlice kullanıldığı şeklinde haber sitelerinde iddialar yer almıştı.
Yerel Medya
Etiketler:
Arşiv,
Eşcinsel Dergisi,
Gay,
Gay Dergisi,
Kıvanç Tatlıtuğ
21 Mart 2011 Pazartesi
Eşcinsel evliliğe ceza
ANKARA- RTÜK, ‘’Eşcinsel evlilik töreni’’ yayınlayan Digitürk kanalına ceza için harekete geçti. Salon 2’de, 18 Şubat gecesi yayınlanan ‘’Sex And City 2” adlı filmde yer alan eşcinsel evlilik töreni nedeniyle savunma istendi. Savunma yeterli bulunmazsa para cezası verilecek.
Gazeteport’un edindiği bilgiye göre RTÜK’ün son toplantısında filmdeki eşcinsel evlilik töreni değerlendirildi. 17 dakikalık bölüm, ‘’Genç ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini zedeleyici’’ nitelikte bulundu. Karara üyeler Korkmaz Alemdar, Hülya Alp ve Esat Çıplak karşı çıktı.
‘’EŞCİNSELLER DE BİRLEŞMELİ’’
RTÜK Başkanı Davut Dursun ise, cezanın "Milli ve manevi değerler ile Türk aile yapısına aykırılıktan’’ verilmesini istedi ve şöyle dedi:
‘’Kuşkusuz kendisini homoseksüel olarak tanımlayan kimselerin de yasal ve kültürel imkanlar elverdiği ölçüde bir akit dahilinde birleşmeleri mümkündür. Böyle bir durumun, olağanlaştırılarak, sunulması ise, çocuklar ve gençler üzerinde olumsuz etki oluşturacak, toplumun temeli aile kurumunu zafiyete uğratacaktır. Bu tür ilişkilerin normal gösterilmeye çalışılması, Türk aile yapısına zarar verici niteliktedir. ’’
Esat Çıplak ise cezaya karşı çıkarak ‘’Toplumsal normların dışında kalan meşruiyet dışı ilişkinin olağanmış gibi sergilenmesi rahatsız edicidir. Ancak bu yayın şifreli bir kanaldadır. Yayın içeriğinden ötürü ilgili yayın kuruluşuna müeyyide uygulamak demek, Üst Kurul’un amacını aşarak topluma neyi tercih etmesi gerektiğini dikte etmek anlamına gelmektedir’’ dedi.
22.03.2011 - 05:13
gazeteport.com.tr
Gazeteport’un edindiği bilgiye göre RTÜK’ün son toplantısında filmdeki eşcinsel evlilik töreni değerlendirildi. 17 dakikalık bölüm, ‘’Genç ve çocukların fiziksel, zihinsel ve ahlaki gelişimini zedeleyici’’ nitelikte bulundu. Karara üyeler Korkmaz Alemdar, Hülya Alp ve Esat Çıplak karşı çıktı.
‘’EŞCİNSELLER DE BİRLEŞMELİ’’
RTÜK Başkanı Davut Dursun ise, cezanın "Milli ve manevi değerler ile Türk aile yapısına aykırılıktan’’ verilmesini istedi ve şöyle dedi:
‘’Kuşkusuz kendisini homoseksüel olarak tanımlayan kimselerin de yasal ve kültürel imkanlar elverdiği ölçüde bir akit dahilinde birleşmeleri mümkündür. Böyle bir durumun, olağanlaştırılarak, sunulması ise, çocuklar ve gençler üzerinde olumsuz etki oluşturacak, toplumun temeli aile kurumunu zafiyete uğratacaktır. Bu tür ilişkilerin normal gösterilmeye çalışılması, Türk aile yapısına zarar verici niteliktedir. ’’
Esat Çıplak ise cezaya karşı çıkarak ‘’Toplumsal normların dışında kalan meşruiyet dışı ilişkinin olağanmış gibi sergilenmesi rahatsız edicidir. Ancak bu yayın şifreli bir kanaldadır. Yayın içeriğinden ötürü ilgili yayın kuruluşuna müeyyide uygulamak demek, Üst Kurul’un amacını aşarak topluma neyi tercih etmesi gerektiğini dikte etmek anlamına gelmektedir’’ dedi.
22.03.2011 - 05:13
gazeteport.com.tr
21 Şubat 2011 Pazartesi
III. Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası
Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası, bu yıl 19-27 Şubat tarihleri arasında gerçekleşecek. Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği‘nin her yıl Şubat ayının son haftası gerçekleştirdiği ve bir nefret cinayeti sonucu yaşamını yitiren gazeteci Baki Koşar‘ın anısına ithaf ettiği hafta, yine bir dizi etkinlikle nefret suçlarını farklı yönlerden gündeme taşıyor.
Bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilecek olan Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası, tema olarak Özgürlük Korkusu ve İktidar‘ı ele alıyor. Bu yıl da, her yıl olduğu gibi artık gelenekselleşen Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Ödülleri, 26 Şubat Cumartesi günü gerçekleşecek ödül töreni ile medya ve hukuk alanında sahiplerini bulacak. Yine her yıl gerçekleştirilen Nefret Suçları ile Mücadele Yürüyüşü ise 26 Şubat Cumartesi Günü saat 12.00′da başlayacak. Hafta içerisinde çeşitli paneller, forumlar, atölye çalışmaları, film gösterimleri ve sanat aktiviteleri yer alacak. Bu etkinliklerden bazılarını sizin için derledik…
“Saç Boyama: 45 Dakika”
19 Şubat Cumartesi akşamı, “Saç Boyama: 45 Dakika” adlı filmin özel gösteriminin ardından Siyah Pembe Üçgen Derneği’nde yapılacak kokteyl ile Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası başlamış olacak.
“Ayrımcılık ve Nefret Suçları Karşıtı Sivil Ağlar”
20 Şubat Pazar Günü yapılacak olan panelde ayrımcılık ve nefret suçlarına karşı sivil ağ deneyimleri tartışmaya açılacak. Yasa tasarısı çalışmaları, haritalama çalışmaları ve sivil birlikteliklerin ele alınacağı panelde, bu alanlarda Türkiye’de çalışma yürüten örgütlerin deneyimleri, yaşanılan sorunlar ve kaydedilen ilerlemeler de irdelenecek.
“70-80-90, Masum, Küstah, Fettan”
Hafta kapsamında sanatsal aktiviteler de yer alıyor. Filmmor‘un Baki Koşar Nefret Suçları Haftası için yaptığı özel seçki ve Zeynep Uygan’ın Resim Atölyesi öne çıkan etkinliklerden… Namus nedir?, Klitoris Nedir? ve 70-80-90, Masum, Küstah, Fettan adlı kısa filmlerden oluşan Filmmor seçkisi 21 Şubat Pazartesi günü Siyah Pembe Üçgen’de izleyicileri ile buluşacak. Ressam Zeynep Uygan’ın nefret, şiddet, korku ve özgürlük temalarıyla gerçekleştireceği psikoterapik resim atölyesi ise 22 Şubat Salı günü gerçekleşecek.
“Kimyam Tenime Uymuyor”
23 Şubat Çarşamba Günü ise Voltrans Trans Erkek İnisiyatifi de hazırladıkları ‘Kimyam Tenime Uymuyor’ adlı okuma atölyesi ile yaşanılan hikayeler üzerinden giderek trans erkek politikası, trans erkek görünürlüğü ve transfobi gibi konularda deneyimlerini paylaşacaklar.
Nefret Suçları Savcısı Allison Jernow Türkiye’de...
Haftanın önemli etkinliklerinden biri olan Hukuki ve Politik Açıdan Nefret Suçları paneli ise 23 Şubat Çarşamba günü, saat 17:30′da Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi’nde gerçekleşecek. Daha önce ABD’de nefret suçları savcısı olarak çalışmış ve şu an çalışmalarına Uluslararası Hukukçular Komisyonu’nda(ICJ) devam eden Allison Jernow‘un da katılacağı panelde nefret suçları kavramsal ve politik açıdan tartışılacak. Aynı oturumda avukat Elif Ceylan Özsoy ise 2010 yılına ait LGBT Bireylere Yönelik Nefret Suçları Raporu’nu sunacak.
“Post Yapısalcı Bir Anarşizm Okuması Olarak Queer”
Son dönemde LGBT politikasının gündeminde olan “Queer” kavramı da 24 Şubat Perşembe günü, Ege Üniversitesi‘nde gerçekleşecek olan forumla ele alınacak. Hareket-Teori-Kimlik üçgeninden “Queer” kavramı tartışmaya açılacak.
“Trans Bireylere Yönelik Sistematik Şiddet ve Trans Aktivizmi”
Trans bireylere yönelik sistematik şiddetin izlerini 80 döneminden bu yana yaşanmış gerçek olayların aktarımı yoluyla ele alınacak olan 24 Şubat Perşembe günü Alman Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek bu panelde trans aktivizminin önemi ve trans örgütlenme deneyimleri gibi konulara da değinilecek.
“Eleştirel Pedagoji ve Kimlikler”
Baki Koşar Nefret Suçları Haftası’nın eğitim alanı ile ilgili etkinlikleri ise 25 Şubat Cuma İzmir Ekonomi Üniversitesi‘nde gerçekleşecek olan Eleştirel Pedagoji ve Kimlikler paneli; yine aynı gün yapılacak LGBT Öğrenci Toplulukları Deneyim Paylaşımı sohbeti ve 27 Şubat Pazar günü gerçekleşecek olan Homofobi ve Transfobi Karşıtı Öğrencilerin İzmir Buluşması şeklinde sıralanıyor.
“Özgürlük Korkusu ve İktidar”
Bu senenin teması olarak belirlenen “Özgürlük Korkusu ve İktidar” ise 26 Şubat Cumartesi Günü Saat 14:00′da Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi’nde gerçekleşecek olan panelde tartışılacak. Panel kapsamında sosyal bilimlerin nefret suçlarına bakışı, mağdur siyaseti, özgürlük paradigması gibi başlıklar irdelenecek.
“Nefret Suçlarına Seyirci Kalma!”
Medyada nefret söylemi ve ayrımcılığın konuşulacağı 26 Şubat Cumartesi tarihindeki bu panelde hak haberciliği, medya endüstrisi, sosyal medya ve medya izleme süreçleri gibi alanlardan medya eleştirisi yapılacak.
“Performans Sahnesi Olarak Beden”
Beden, toplumsal cinsiyet ve cinsel kimlikler gibi konuların yer alacağı “Performans Sahnesi Olarak Beden” adlı forum, haftanın son etkinliği olarak yerini alıyor. Forum, 27 Şubat Pazar günü saat 14:00′da Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi’nde gerçekleşecek.
HAFTANIN TAM PROGRAMI
19 Şubat Cumartesi
19:00 Film Gösterimi: “Saç Boyama: 45 Dakika”
Yer: Siyah Pembe Üçgen
20:00 Açılış Kokteyli
Yer: Siyah Pembe Üçgen
20 Şubat Pazar
14:00 Panel: Ayrımcılık ve Nefret Suçları Karşıtı Sivil Ağlar
Yer: Karakedi Kültür Merkezi
Konuşmacılar: Kerem Çiftçioğlu, Mehmet Nur Terzi, Zeynep Atamer
21 Şubat Pazartesi
16:00 Kısa Film Gösterimleri: Filmmor Özel Seçkisi
Yer: Siyah Pembe Üçgen
Filmler: “Klitoris Nedir?”, “Namus Nedir?”, “70-80-90, Masum, Küstah, Fettan”
22 Şubat Salı
16:00 Resim Atölyesi
Yer: Amargi İzmir
Kolaylaştırıcı: Zeynep Uygan
Atölyeye katılım için ön kayıt gerekmektedir. Kayıt için: bilgi@nefretsuclari.org ya da
23 Şubat Çarşamba
14:00 Okuma Atölyesi: “Kimyam Tenime Uymuyor”
Yer: Siyah Pembe Üçgen
Kolaylaştırıcılar: Berat, Berk İnan
Atölyeye katılım için ön kayıt gerekmektedir. Kayıt için: bilgi@nefretsuclari.org ya da
17:30 Panel: “Hukuki ve Politik Açıdan Nefret Suçları”
Yer: Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi
Konuşmacılar: Allison Jernow, Devrim Sezer, Elif Ceylan Özsoy
24 Şubat Perşembe
13:00 Forum: “Post-Yapısalcı Bir Anarşizm Okuması Olarak Queer”
Yer: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Derslik 10
Kolaylaştırıcılar: Damla Akdeniz, Gülkan
17:00 Panel: “Trans Aktivizmi ve Sistematik Şiddet”
Yer: Alman Kültür Merkezi
Konuşmacılar: Belgin Çelik, Deniz San, Şevval Kılıç
25 Şubat Cuma
13:00 Panel: “Eleştirel Pedagoji ve Kimlikler”
Yer: İzmir Ekonomi Üniversitesi A1 No’lu Derslik
Konuşmacılar: Adnan Gümüş, Dilek Çetinkaya, Zafer Kiraz
17:00 Sohbet: “LGBT Ögrenci Toplulukları Deneyim Paylaşımı”
Yer: Amargi İzmir
26 Şubat Cumartesi
12:00 Nefret Suçları ile Mücadele Yürüyüşü
Buluşma Yeri: Alsancak Sevinç Pastanesi Önü
14:00 Panel: “Özgürlük Korkusu ve İktidar”
Yer: Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi
Konuşmacılar: Dilek Hattatoğlu, Melek Göregenli, Nilgün Toker
17:00 Panel: “Nefret Suçlarına Seyirci Kalma!”
Yer: Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi
Konuşmacılar: Burak Doğu, Gülseren Adaklı, Nuran Agan, Sevda Alankuş
19:30 “Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Ödül Töreni
Yer: Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi
27 Şubat Pazar
11:00 Buluşma: Homofobi ve Transfobi Karşıtı Öğrenciler
Yer: Siyah Pembe Üçgen
14:00 Forum: “Performans Sahnesi Olarak Beden”
Yer: Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi
Konuşmacılar: Begüm Başdaş, Hatice Telci, İlay Eltetik
III. Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası için ayrıntılı bilgileri, Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği’nin websitesi olan www.siyahpembe.org adresi üzerinden takip edebilir veya bilgi@nefretsuclari.org adresine e-posta göndererek ya da direkt olarak medya-iletişim sorumlularına ulaşarak öğrenebilirsiniz.
Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası
Medya-İletişim Sorumluları
Erdem Gür:
Berkant Çağlar:
02.2011
durde.org
Bu yıl üçüncüsü gerçekleştirilecek olan Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası, tema olarak Özgürlük Korkusu ve İktidar‘ı ele alıyor. Bu yıl da, her yıl olduğu gibi artık gelenekselleşen Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Ödülleri, 26 Şubat Cumartesi günü gerçekleşecek ödül töreni ile medya ve hukuk alanında sahiplerini bulacak. Yine her yıl gerçekleştirilen Nefret Suçları ile Mücadele Yürüyüşü ise 26 Şubat Cumartesi Günü saat 12.00′da başlayacak. Hafta içerisinde çeşitli paneller, forumlar, atölye çalışmaları, film gösterimleri ve sanat aktiviteleri yer alacak. Bu etkinliklerden bazılarını sizin için derledik…
“Saç Boyama: 45 Dakika”
19 Şubat Cumartesi akşamı, “Saç Boyama: 45 Dakika” adlı filmin özel gösteriminin ardından Siyah Pembe Üçgen Derneği’nde yapılacak kokteyl ile Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası başlamış olacak.
“Ayrımcılık ve Nefret Suçları Karşıtı Sivil Ağlar”
20 Şubat Pazar Günü yapılacak olan panelde ayrımcılık ve nefret suçlarına karşı sivil ağ deneyimleri tartışmaya açılacak. Yasa tasarısı çalışmaları, haritalama çalışmaları ve sivil birlikteliklerin ele alınacağı panelde, bu alanlarda Türkiye’de çalışma yürüten örgütlerin deneyimleri, yaşanılan sorunlar ve kaydedilen ilerlemeler de irdelenecek.
“70-80-90, Masum, Küstah, Fettan”
Hafta kapsamında sanatsal aktiviteler de yer alıyor. Filmmor‘un Baki Koşar Nefret Suçları Haftası için yaptığı özel seçki ve Zeynep Uygan’ın Resim Atölyesi öne çıkan etkinliklerden… Namus nedir?, Klitoris Nedir? ve 70-80-90, Masum, Küstah, Fettan adlı kısa filmlerden oluşan Filmmor seçkisi 21 Şubat Pazartesi günü Siyah Pembe Üçgen’de izleyicileri ile buluşacak. Ressam Zeynep Uygan’ın nefret, şiddet, korku ve özgürlük temalarıyla gerçekleştireceği psikoterapik resim atölyesi ise 22 Şubat Salı günü gerçekleşecek.
“Kimyam Tenime Uymuyor”
23 Şubat Çarşamba Günü ise Voltrans Trans Erkek İnisiyatifi de hazırladıkları ‘Kimyam Tenime Uymuyor’ adlı okuma atölyesi ile yaşanılan hikayeler üzerinden giderek trans erkek politikası, trans erkek görünürlüğü ve transfobi gibi konularda deneyimlerini paylaşacaklar.
Nefret Suçları Savcısı Allison Jernow Türkiye’de...
Haftanın önemli etkinliklerinden biri olan Hukuki ve Politik Açıdan Nefret Suçları paneli ise 23 Şubat Çarşamba günü, saat 17:30′da Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi’nde gerçekleşecek. Daha önce ABD’de nefret suçları savcısı olarak çalışmış ve şu an çalışmalarına Uluslararası Hukukçular Komisyonu’nda(ICJ) devam eden Allison Jernow‘un da katılacağı panelde nefret suçları kavramsal ve politik açıdan tartışılacak. Aynı oturumda avukat Elif Ceylan Özsoy ise 2010 yılına ait LGBT Bireylere Yönelik Nefret Suçları Raporu’nu sunacak.
“Post Yapısalcı Bir Anarşizm Okuması Olarak Queer”
Son dönemde LGBT politikasının gündeminde olan “Queer” kavramı da 24 Şubat Perşembe günü, Ege Üniversitesi‘nde gerçekleşecek olan forumla ele alınacak. Hareket-Teori-Kimlik üçgeninden “Queer” kavramı tartışmaya açılacak.
“Trans Bireylere Yönelik Sistematik Şiddet ve Trans Aktivizmi”
Trans bireylere yönelik sistematik şiddetin izlerini 80 döneminden bu yana yaşanmış gerçek olayların aktarımı yoluyla ele alınacak olan 24 Şubat Perşembe günü Alman Kültür Merkezi’nde gerçekleşecek bu panelde trans aktivizminin önemi ve trans örgütlenme deneyimleri gibi konulara da değinilecek.
“Eleştirel Pedagoji ve Kimlikler”
Baki Koşar Nefret Suçları Haftası’nın eğitim alanı ile ilgili etkinlikleri ise 25 Şubat Cuma İzmir Ekonomi Üniversitesi‘nde gerçekleşecek olan Eleştirel Pedagoji ve Kimlikler paneli; yine aynı gün yapılacak LGBT Öğrenci Toplulukları Deneyim Paylaşımı sohbeti ve 27 Şubat Pazar günü gerçekleşecek olan Homofobi ve Transfobi Karşıtı Öğrencilerin İzmir Buluşması şeklinde sıralanıyor.
“Özgürlük Korkusu ve İktidar”
Bu senenin teması olarak belirlenen “Özgürlük Korkusu ve İktidar” ise 26 Şubat Cumartesi Günü Saat 14:00′da Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi’nde gerçekleşecek olan panelde tartışılacak. Panel kapsamında sosyal bilimlerin nefret suçlarına bakışı, mağdur siyaseti, özgürlük paradigması gibi başlıklar irdelenecek.
“Nefret Suçlarına Seyirci Kalma!”
Medyada nefret söylemi ve ayrımcılığın konuşulacağı 26 Şubat Cumartesi tarihindeki bu panelde hak haberciliği, medya endüstrisi, sosyal medya ve medya izleme süreçleri gibi alanlardan medya eleştirisi yapılacak.
“Performans Sahnesi Olarak Beden”
Beden, toplumsal cinsiyet ve cinsel kimlikler gibi konuların yer alacağı “Performans Sahnesi Olarak Beden” adlı forum, haftanın son etkinliği olarak yerini alıyor. Forum, 27 Şubat Pazar günü saat 14:00′da Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi’nde gerçekleşecek.
HAFTANIN TAM PROGRAMI
19 Şubat Cumartesi
19:00 Film Gösterimi: “Saç Boyama: 45 Dakika”
Yer: Siyah Pembe Üçgen
20:00 Açılış Kokteyli
Yer: Siyah Pembe Üçgen
20 Şubat Pazar
14:00 Panel: Ayrımcılık ve Nefret Suçları Karşıtı Sivil Ağlar
Yer: Karakedi Kültür Merkezi
Konuşmacılar: Kerem Çiftçioğlu, Mehmet Nur Terzi, Zeynep Atamer
21 Şubat Pazartesi
16:00 Kısa Film Gösterimleri: Filmmor Özel Seçkisi
Yer: Siyah Pembe Üçgen
Filmler: “Klitoris Nedir?”, “Namus Nedir?”, “70-80-90, Masum, Küstah, Fettan”
22 Şubat Salı
16:00 Resim Atölyesi
Yer: Amargi İzmir
Kolaylaştırıcı: Zeynep Uygan
Atölyeye katılım için ön kayıt gerekmektedir. Kayıt için: bilgi@nefretsuclari.org ya da
23 Şubat Çarşamba
14:00 Okuma Atölyesi: “Kimyam Tenime Uymuyor”
Yer: Siyah Pembe Üçgen
Kolaylaştırıcılar: Berat, Berk İnan
Atölyeye katılım için ön kayıt gerekmektedir. Kayıt için: bilgi@nefretsuclari.org ya da
17:30 Panel: “Hukuki ve Politik Açıdan Nefret Suçları”
Yer: Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi
Konuşmacılar: Allison Jernow, Devrim Sezer, Elif Ceylan Özsoy
24 Şubat Perşembe
13:00 Forum: “Post-Yapısalcı Bir Anarşizm Okuması Olarak Queer”
Yer: Ege Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Derslik 10
Kolaylaştırıcılar: Damla Akdeniz, Gülkan
17:00 Panel: “Trans Aktivizmi ve Sistematik Şiddet”
Yer: Alman Kültür Merkezi
Konuşmacılar: Belgin Çelik, Deniz San, Şevval Kılıç
25 Şubat Cuma
13:00 Panel: “Eleştirel Pedagoji ve Kimlikler”
Yer: İzmir Ekonomi Üniversitesi A1 No’lu Derslik
Konuşmacılar: Adnan Gümüş, Dilek Çetinkaya, Zafer Kiraz
17:00 Sohbet: “LGBT Ögrenci Toplulukları Deneyim Paylaşımı”
Yer: Amargi İzmir
26 Şubat Cumartesi
12:00 Nefret Suçları ile Mücadele Yürüyüşü
Buluşma Yeri: Alsancak Sevinç Pastanesi Önü
14:00 Panel: “Özgürlük Korkusu ve İktidar”
Yer: Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi
Konuşmacılar: Dilek Hattatoğlu, Melek Göregenli, Nilgün Toker
17:00 Panel: “Nefret Suçlarına Seyirci Kalma!”
Yer: Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi
Konuşmacılar: Burak Doğu, Gülseren Adaklı, Nuran Agan, Sevda Alankuş
19:30 “Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Ödül Töreni
Yer: Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi
27 Şubat Pazar
11:00 Buluşma: Homofobi ve Transfobi Karşıtı Öğrenciler
Yer: Siyah Pembe Üçgen
14:00 Forum: “Performans Sahnesi Olarak Beden”
Yer: Tepekule Kongre ve Sergi Merkezi
Konuşmacılar: Begüm Başdaş, Hatice Telci, İlay Eltetik
III. Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası için ayrıntılı bilgileri, Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği’nin websitesi olan www.siyahpembe.org adresi üzerinden takip edebilir veya bilgi@nefretsuclari.org adresine e-posta göndererek ya da direkt olarak medya-iletişim sorumlularına ulaşarak öğrenebilirsiniz.
Baki Koşar Nefret Suçları ile Mücadele Haftası
Medya-İletişim Sorumluları
Erdem Gür:
Berkant Çağlar:
02.2011
durde.org
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)