28 Eylül 2007 Cuma

Küçük İskender İle Röportaj

Turk Gay Club'ten bir arkadaşımızın, eşcinsel yazar Küçük İskender'le  2007'de gerçekleştirdiği amatör bir röportaj.

İşte o röportaj...

Asıl adı Derman İskender Över olan Küçük İskender 1964 İstanbul doğumlu Türk şair, eleştirmen, oyuncu, yazar...

Küçük İskender kimdir ?

Özgeçmişimi zaten yayınlamışsınız. Onun üzerine ekleyecek çok fazla bir şey yok; insani değerlerin tahliliyle ilgilenen ve elde ettiği verileri edebiyatın çeşitli dallarında ürüne ve emeğe dönüştüren sıradan bir insanım aslında. Belki sıradanlığın görkemi beni böylesi dirençli kılıyor. Kalabalık içinde kaybolma şansını değerlendirmek de değil, olağan davranmanın cesareti desek daha doğru olur.

Türkiye'nin ahlaki yapısına göre eşcinsellik ve biseksuelliği nasıl tanımlarsınız ?

Cinselliğin herhangi bir ülkenin ya da coğrafyanın ahlaki yapısıyla ilgisi yoktur; o yüzden Türkiye yahut bir başka ülke kriterleri insan bedeni ve ruhu üzerinde, hele konu cinsellikse etkisiz elemandır. Sonuçta insan, arzuladığı, hissettiği ve bulunmak istediği noktada bedensel özgürlüğünü yaşar. Dayatılan heteroseksüelliğin, heteroseksist düşüncenin karşısında biseksüel, eşcinsel, travesti, transseksüel veya lezbiyen olarak durmak, seksin ötesinde, bugün politik bir anlam da taşımakta; alternatif yaşayanların hepsi bu politik duruşu dile getirmek zorunda değil; ancak, bu bilinci taşıyanların savaşçı ve aktivist olmasında büyük yarar vardır.

Eşcinsellere vermek istediğiniz fikir ve önerileriniz nelerdir ?


Kocaman bir yalnızlığın içine gömülü olduklarını unutmamaları gerekiyor; ama, bu yalnızlıktan efkar ve hüzün çıkartıp bunalımlarla cebelleşeceklerine, yalnızlığın ve imrenilen görkemlerinin tadına varmalılar. Eşcinsellerin dünya standartlarında başarılı olmalarının en önemli nedenlerinden biri de yaşam biçimlerini yukarda tutarak kaliteyi yükseltmeleri, adeta potansiyel bir güç haline gelmeleridir. Bugün moda, sinema, parfümeri, iç çamaşırı gibi önemli sektörlerin çoğu sırf gaylere yönelik çalışmalar yapıyorlarsa, bunun nedenini entelektüelliğe bağlamak doğrudur. Eşcinseller, kültürlü olmak zorundadır. Donanımlı olmaları, en büyük direnç kaynağıdır.

Genelde neden eşcinseller sanat camiasından çıkar ?

Bu, yanlış bir inanış. Her meslekte eşcinsel vardır; ancak sanatçılar daha fazla göz önünde bulundukları için o taraftaki eşcinseller dikkat çekiyorlar. Üstelik, eşcinsellerin duyarlıkları sanatla örtüştüğünden, meslek ya da ilgi alanı olarak sanata yöneliyorlar diyebiliriz.

Eşcinsellik tedavi edilebilecek bir hastalık mıdır tedavisi var mıdır ?

Bir süre tıp eğitimi almış biri olarak şunu diyebilirim ki, eşcinsellik patolojik bir durum değildir. Yıllar önce psikiyatri, eşcinselliğin bir hastalık olmadığını ilan etti. Şimdi, kalkıp başvuracağınız ya da ailenizce zorla götürüleceğiniz kliniklerde asla hasta muamelesi görmüyorsunuz. Bunun tersini iddia eden doktoru insan hakları mahkemesine verirseniz davayı kazanırsınız. Bu tür bir yaptırımla karşılaşacak arkadaşlarımız olursa direnmelerini öneririm.

Eşcinsel kimliğini açıklayan bir siyasi sizce nasıl bir tepki alır ?

Düşünmek bile istemiyorum; işte Türkiye'de ya da daha doğuda bunun bedeli gerçekten ağır olur. Şimdilik hayal olduğunu düşünüyorum. Yıllar önce mecliste bir gay olduğu iddiaları, dedikoduları dolaşmıştı ortalıkta; ne kadar doğruydu bilemem, ama, adamın bütün davranışları kontrol altındaydı gibi gelmişti bana.

Siyasi yönden Türkiye'de ileri bir zamanda eşcinsellere bazı haklar verilir mi ?


Hayır. Bu konuda hiç umut yok. Boşuna hayal kurulmasın.

Türkiyede Ne kadar eşcinsel vardır ?


Cinsel kimlik oturması heteroseksüellikle başlıyorsa eğer, tezleri buysa, bu topraklarda çoğu heteroseksüelin eşcinsel ilişkiye de girdiğini biliyor, duyuyoruz. Sayıyı artık tahmin etmek zor değil.

Eşcinseller neden kimliklerini açıklamama gereksinimi duyarlar ve çekinirler ?

Batıda Coming out denen bu durum, bir tür toplumsal kimlik ifadesidir; kişiyi bağımsızlaştırır. Bizim gibi muhafazakar toplumlarda bunu göze almanın bir anlamı yok; sonuç ya skandaldır ya da aforoz. Ancak eğlence malzemesi olmayı seçerseniz, sizi kabullenebilecek bir halk var. En son Bülent Ersoy krizini anımsayın; diva diye el üstünde tutulmasına rağmen evlenmeye kalktığında yer yerinden oynadı. Bülent'in eskiden eşcinsel olduğu hafızalarda canlandı. Herkes Bülent olamaz. O da artık eşcinsel olmadığının iddiasında zaten. Oysa tam bir queen noktasında. Haplanmışız gibi yaşıyoruz aslında; bir şeyler olup bitiyor, bizim gördüklerimiz hayal mi, gerçek mi, ayırt edemiyoruz.

Bir kişi eşcinsel olduğunu ne zaman ve nasıl anlayabilir ?

Eşcinsellik, bir cinsel tercih değil, bir cinsel yönelimdir. Yani eşcinsel olunmaz, eşcinsellik secilmez; eşcinsel doğulur. Ergenliğe giren her insan, yoğun değilse de bu hissi yakalar, kendi ruhunda şekillendirir.

Din olgusunu ortadan kaldırırsak Türk toplumunun eşcinselliğe karşı bakış açısı ne olur ?


Değişmez. Eşcinsellik, beraberinde bir kültür hareketini getirir. Bizim öyle level atlama merakımız yok. İş, aş yetiyor. Cinsel özgürlük, bu topraklar için bir lüks görünümünde hala.

Türkiyede eşcinselliği sınırlandıran din midir ?


Hayır. Bağnazlık ve cehalettir.

Eşcinsel toplumların sonu hüsran olarak görünüyor tarih boyunca buna çeşitli örnekler veriliyor. bu konudaki düşünceleriniz nelerdir ?


Tarih ya da mitoloji, insan elinden çıkmadır. Heteroseksistlerin tekelindeki bir geçmiş, eşcinsellere sempati ile yaklaşacak değil. O yüzden, korku ile eğitilmeyi, yönlendirilmeyi bırakıp biraz fütirist bir bakış açısıyla yaklaşalım hayatlara; canınızın istediğini yapın, kimseyi üzmeden.

Gelecek'te Türkiye'de eşcinsellik ne durumda olur ?


Şu andaki durumdan farklı bir noktaya gitmez. Bir iki gay club daha açılır, o kadar. Varoştan gelen maço jigololar biraz daha fazla hırsızlık yaparlar, gay cinayetleri de artar.

Uluslararası İstanbul eşcinsel haftasında bulundunuz mu ?


Hayır. Hiçbir bilgim olmadı. Bu tür etkinliklerde dünyada ünlü gayler davet edilir; onların toplumun gözü önünde kimliklerini savunmaları heyecanla izlenir, alkışlanır. Biz de tam tersi; popülerlikle suçlanıp bu tür organizasyonlara davet edilmiyoruz. Tuhaf. Artık, çağrılsam da büyük olasılık gitmem. Çoğuna inancım kalmadı.

Ailesi eşcinsel olduğunu öğrendiği bir bireye nasıl bir tepki vermelidir ?


Çağdaş düşünce, destek diyor. Türkiye için soruyorsan, eşcinsel arkadaş kaçıp canını kurtarsın.

Türkiyedeki eşcinsellerin karşılaştıkları sıkıntılar ve bunların çözümleri hakkındaki fikirleriniz nelerdir ?


Her ne kadar gettolaşmak, arkadaş grupları kurmak çözüm gibi görünse de, heteroseksüel arkadaşlardan kopmamak lazım. En önemlisi, hiç kimse adult sitelerden, gay club'lardan arkadaş edinmesin bu dönemlerde. Çoğu rentboy, eşcinselleri zayıf, korunmasız ve zengin sanıyor. Hayatlarını tehlikeye atmasınlar. En önemli dert, sevgilin tarafından anlaşılmamak ya da platonik aşklar; ee, bu da işin cilvesi.

Hz Hava'nın Hz Adem'in sol kaburga kemiğinden yaratılmasını göz önünde bulundurursak erkeklerin eşcinsel olmaları normal midir ?


Din tarihi, eşcinselliği şekillendirmez. Onun hedefi ve gayesi bellidir. Üstelik ben evrime inanan biriyim.

Her erkekte eşcinsellik var mıdır ?


Genetik bir gerçek var elbette; kromozom durumu; kadın xx, erkek xy. Erkeğin kadın hormonu da salgıladığı biliniyor; ancak bunu eşcinselliğe oturtmak, henüz bilimsel olarak saptanmadı.

Çocuğunuzun eşcinsel olduğunu öğrenseniz nasıl bir tepki ortaya koyarsınız ?


Dikkatli olmasını söyler ve istediğinde bana danışabileceğini belirtirdim. Eğer, kendine yetecek kadar büyüdüyse, hayat onun hayatıdır. Ben onu yaratmadım; dünyaya gelmesine ve büyümesine yardım ettim. Beni ayrıca arkadaş kabul ederse, her şeyini paylaşabilir.

Cinsel tercihiniz nedir ?


Bu kadar sözden sonra bu soruya nasıl bir yanıt vermemi beklerdiniz?! Üstelik tercih ettiğim, tercih edilebilme olasılığı olan bir şey de değil; kestirme yanıt istiyorsanız, evet, gayim.

[spacer style="1"]

Saygı ve özlemle..

26 Mayıs 2007 Cumartesi

Kutluğ Ataman'la Bir Röportaj

"...Yani ben bir eşcinsel olmasaydım, bir travesti yahut da transseksüel olmasaydım, heteroseksüel de olsaydım böyle yapacaktım... bir işçi olsaydım işçi hakları için mücadele etmek zorunda kalacaktım, bir kadın olarak gelseydim kocamla uğraşmak zorunda kalacaktım..."

Demet Demir, Peruk Takan Kadınlar

Amaryllis Hippeastrum, fallikvari sürgün verişi ile göz alıcı, kösnül kırmızı/pembe/beyazlı çiçeklerine tomurcuklanmadan evvel yerin altında sessiz sedasız yatar. Uzun, pollen yüklü, kalkık stamenleri ile ya böcekleri baştan çıkarır ya da giysilerde parıldayan bir tortu bırakır. Yerel koşullarda, (Ataman'ın bir çalışmasında da takdim edilen) bu egzotik çiçekler 'değişik' ve yaşamdan büyük gibi görünür. Bu çiçekler bir çok bakımdan Ataman'ın ele aldığı öznelere -karakterlere- benzetilebilir.

Bu özneler, öyküleri, takıntıları,duyarlılıkları ve ben duyumları ile 'normal' toplumdan ayrı bir yerde gibidirler. Ataman, buna karşın, toplumun ucu ve merkezi arasındaki her tür karşıtlığı reddeder. Ona göre, ne kadar birey varsa o kadar da merkez vardır. Bunlar oldukça naziktirler, ancak eşit şefkatle iyi sonuç alabilirsiniz... Ataman, bu öznelerinin tamanında kendinden birşeyler bulur ( sadece tanıdığı ve özdeşleşebildiği özneleri seçer.) ve onlar üzerinden bizimle konuşmaya çalışır, fakat o, ne özneleri kendiliklerinden taviz verme durumunda bırakır ne de onları bu uğurda sömürür. Onlara kendi yarattıkları dünyanın merkezinde, hikayelerinin baş kahramanları gibi davranır.
Ataman'ın özneleri konuşur, hareket eder ve böylece kendi hayat hikayelerini yakın plan bir aktüel kamera karşısında bina ederler. Çoğunlukla yerel şartlarda kaydedilirler - tahminen bu mekanlar evleridir.- ve böylece biz izleyenler sanatçı ve oyuncu arasındaki neredeyse 'suç ortaklığı' düzeyinde bir samimiyet hissederiz. Bu oyuncular adeta kendi portrelerinin, belgesellerinin hem yazarları hem yönetmenleridirler.

Çalışmaları, tek-kanallı ve uzun süreli yahut öykülemin akışında rastlaşıp ayrıldığımız -günlük hayatımızda insanlarla nasıl karşılaşıyorsak- karakterlerin çokkanallı, her bir kanalda aynı anda öykülemin bir başka ses ya da görüntüsü sunulan projeksiyonlarından oluşur. İlk bakışta, tekniği belgeselcilerin 'fly-on-the-wall' (olayların bariz bir kamera müdahalesi olmadan kaydedilmesi) tarzını çağrıştırsa da, bir belgesel filmciye hiç de benzemeyen bir şekilde, kendi rolünü bu öykülemin mekaniğinin nasıl işlediğini ve kendi gerçekliğimizi nasıl yarattığımızı göstermek olarak algılar.

Sanat ve Belgesel

"Ben belgesel yapmıyorum." der, Kutluğ Ataman. "Ben oldukça öznel insanları oldukça nesnel bir şekilde aktarıyorum. Belgesel, doğası gereği, gerçeği vaadeder. Öznesiyle birinci dereceden bir ilişki geliştirir ve buna dayanarak izleyicisi de kendisini böylesi bir ilişki içinde konumlanmalıdır. Bense gerçeği vaadetmiyorum. Aksi bir iddiaya da hep şüpheyle yaklaşmışımdır."

"Bugünlerde, belgesel dediğimiz şey televizyona indirgenmiş durumda. Her hangi bir kanala belgesel yapmak istiyorum diye gidince size sinopsisinizi sorarlar. Bu, daha filminizi henüz çekmeye başlamadan evvel sunmayı vaadettiğiniz gerçekliğin bir betimlemesiyle gelmelisiniz demektir. Başka bir deyişle, gerçekliği, yaşadığımız dünyayı henüz kamerayla dışarı çıkıp etüt etmeden, bu gerçekliği nasıl kurmacasal-laştıracağınızın betimini sunmalısınızdır. TV deki savaş haberlerine bakın. Haber sunucuları ( haber 'yaratırcasına') daha çok tiyatro yönetmeni gibi davranıyorlar."

"Tvde diğer medyalarda ve aslında her yerde, gerçeklik diye benimsediğimiz şey esasen bir kurmaca gibi işliyor. Gerçek insanlar bir karaktermişçesine sunuluyor( örneğin, tüm müslaman ve Arap dünyasının Saddam Hüseyin ve Usame bin Ladin'in mini klonlarıymış gibi resmedilişi)."

'Bir sanatçı olarak, oyucularla kopuk bir ilişkinin tekrar kurulması ve onların kendi öykülerini bu ekran üzerinde sadece konuşarak nasıl kurduklarına ilgi duyarım.İşte bu yaratım mekanizması -kendimizi nasıl bir kurmaca karaktere dönüştürdüğümüz- böylece izleyiciye gösterilmiş olur. Ben, izlemenin yol açtığı gerçeklik yanılsamasındansa, izlemenin mekaniklerine ve gerçekliğin nasıl kurulduğuyla ilgilenirim.'

"Her sanatsal yaratım entellüktüel okumalara açık olmalıdır. Sanat, bence, güzel bir obje değildir örneğin. Bu zanaattır. Bir çalışma güzellik hakkında olduğu zaman sanat halini alır. İşte bu yüzden çalışmalarımı, yaşamımız ve -haksız bir iddia olmayacaksa- medeniyet için yeni anlamlar yaratmak yerine her şeyin bir BigMacmişçesine tüketim için sunulduğu sinema salonları ve televizyondansa, müze ve galerilerde sunma taraftarıyım."

Sanatçının Uzanımları

Ataman'ın özneleri normal toplumun sınırlarındaki eksantrik bireylermiş gibi bir izlenim bırakabilir. Fakat sanatçı böylesi betimlemelerin karşısındadır. "Ben bu "toplumun sınırı" denen şeyi anlayabilmiş değilim.", der. "Kim kimin topluma göre nerde konumlanacağını nasıl belirleyebilir? Toplumdaki koltuklar numaralıydı da niye benim bundan haberim yok? Bana göre, her birey toplumun merkezidir, çünkü toplum biz bireyler üzerinden kurulan birşeydir. Biz onunla çepeçevre sarılmışızdır, ne kadar birey varsa o kadar merkez vardır. Bu yüzden, birini sırf transvestit ya da hırsız olduğu için kendi yaşamının kıyısında gibi tanımlama fikri kanımca oldukça absürt."

"Bu bir sınıf meselesi midir? Yoksa tamamen ekonomik mi? Ya da ahlaki? Bizim kimin nerede oturcağına dair vereceğimiz hükmün kıstaslarını kim belirliyor? O zaman Prenses de toplumun sınırındadır. Ne de olsa, sadece bir prenses var, ve çağımız koşullarında bu oldukça tuhaf bir meşguliyet. Ben böyle düşünmüyorum. O da hepimiz gibi toplumun merkezinde olma hakkına sahip. Bu merkez-sınır kutuplaşmasının günümüz toplumu açısından oldukça arkaik ve işlevsiz olduğunu farketmeliyiz. Hepimiz eğitimli insanlarız, yanlış ve problemli olduğunu bile bile bir takım kalıplar kullanmamız oldukça utanç verici."

"Ben oyuncularımı kendimin bir uzanımı gibi algılarım. Bir çok yönden, benim takıntılarımı, mütalaalarımı ve problemlerimi yansitırlar. Mesela, Veronica Read. Onunla kendi çoban çiçeği soğanı koleksiyonum sayesinde tanıştım ve esas niyetim onunla bir iş çıkarmak değildi. Başka insanların belgeselini yapmaya yetkili görmüyorum kendimi. Dahası bu yetkiyi kendinde bulanlara da oldukça şüpheyle yaklaşırım.Sadece kendim hakkında konuşabilirmişim gibi geliyor bana. O yüzden dışarı çıkıp bana benzeyenleri arıyorum, onlardaki kendi yansımamı ortaya çıkarıyorum ki bu yansımam benim onlarda göstermeyi kendime müsaade edebileceğim nadide taraftır; kendimi onların pek de bilmediğim diğer taraflarını anlatırken bulmak beni kaygılandırır.Ve zaten bence o taraflarda benden birşeyler olmadıkça o tarafları pek iyi bilemem. Kaldı ki birinin kendisini bilmesi bile yaşamboyu uğraş gerektirecek birşeydir."

Otoportre

"Ressam bir şeyi resmettiği zaman, esasında o şeyi resmediyor değildir, o şeye dair algısını resmediyordur. Ki bu algı, nesnel bir gerçeklikle o şeyin kimliği oluverir, aslında bu oldukça özneldir. Bütün portreler, sanatsal yahut belgesel, bundan kaçamaz. Bu yüzden ressamların dünyayı resmettikleri iddiası yanlıştır. Onlar aslında kendilerini resmetmektedirler, çünkü dünyaya dair kendi algılarını resmetmektedirler."

"Ben ele aldığım şeylerle bu denli bir birinci dereceden ilişki içerisinde olmakla ilgilenmem. Ben ne bir resam ne de belgeselciyim. Bu "resmetme" mekanizmasının işleyişini açığa çıkarmak için öncelikle öznemle aramda olan ilişki kopmalıdır.Mesela, Peruk takan kadınlarda,esasında hepsi de benim uzanımım olan dört özne ile çalıştım ki, onlar aracılığıyla kendimi resmediyor olduğumu gösterebileyim. Bu çalışma dört-kanallıydı, her birinde bir kadının öyküsü ve peruğuyla olan ilişkisi anlatılır. Fakat bütün bu dört ekran birleşip tek bir ekran oluşturulursa( dörde bölünmüş de olabilir), bu beşinci kanalda aslında benim hikayem akmaktadır, bu benim otoportremdir."

"İlk kadın, Türkiye'deki askeri darbe sonrasında terörist olmakla itham edilmiş,ki bu deneyim esasında benim bu yaklaşık 300,000 kişinin hapsedilip işkence gördüğü, ve bu işkenceler esnasında toplanan delillere binaen idam edildiği darbeye ilişkin deneyimime oldukça benzemektedir. Dönemin generallari hala yargılanmadı ve Türkiye'deki bu temel adalet noksanlığı toplumun ve benim vicdamızı rahatsız eden kanserli bir problem halini aldı. Bu kadın kimliğini bir peruk yardımıyla değiştirerek, benim kurtulamadığım bu işkence ve kanunsuz hapisten kurtulabilmiş."

"İkinci kadın kanser, gögüs kanseri. Tedavi maksadıyla gördüğü kemoterapi saçlarını etkilemiş. O kimliğini muhafaza etmek için takmış peruğu.Onun bu deneyimine kendimi çok yakın hissettim,çünkü benim de böyle sıkıntılarda çabuk toparlanabilen bir yapım vardır. Onun bu kavgasıyla özdeşleştim, onun cesur ve mücadeleci ruhuyla, çünkü benim de böyle bir ruhum vardır. Fiziksel olarak hücuma uğramış olmak da bana tanıdık bir şey, çünkü politik muhalif tavrımdan dolayı Türkiye'de yaşamım tehlike altındaydı. Nihayetinde, bize dört bir yandan hücum etmiş bir hastalıkla bizi yok etmek isteyen bir devlet arasında ne fark vardır ki. Her ikisinde de kontrol edemeyeceğin güçlerle karşı karşıyasındır ve ikisi de korku doludur. Her ikisinde de size yardım edebilecek tek kişi kendinizdir."

"Üçüncü kadın ise Fransa'da olduğu gibi Türkiye'de de yasak olan dini örtüsünden dolayı üniversiteye gitmekten alıkonmuştu. Yine, nasıl davranmanız, kim olmanız gerektiğini ki belirleyen bir iktidar. O da bu yüzden doğal saçını kaplayan bu perukla, öğretmendense bir polismiş gibi davranan profesörlerini de şaşırtıp, onlara sıkıntı vererek okuluna devam etmiş."

"Dördüncü kadın da transeksüel bir fahişeydi. Polisler kadına benzeyemeyip sokaklara çıkamasın diye durmadan saçlarını kazımışlar. O da peruk takmış. Ben de bir gay olarak Türkiyedeki böylesi muamelelere aşinayim, nasıl onda kendimi görmeyim."

"İşte böylece bu dört kadını biraraya getirip onların sadece basit bir peruk kullanarak nasıl da kendi kimliklerini kurmak ve ifade etmek için mücedele ettiklerini gösterdim. Bu iş yansıtıldığı zaman , ben seyirciler gibi dört ayrı parça görmüyorum. Dörde bölünmüş bir ekran görüyorum ve bu ekranda benim resmim var.Bu bağlamda, evet, işlerimle otoportre resmetme geleneği arasında yakın bir ilişki görüyorum."

Biçim,Yanılsama ve Gerçeklik

Atamanın video çalışmalarının çoğu çok kanallı projeksiyonlardır. Bunun arkasındaki fikir nedir?

"Çoklu ekran, benim bir çalışmadan diğer çalışmaya geçerken gerçekliği kurma şeklimizin nasıl değiştiğine ilişkin kafa yormalarımdan açığa çıkan bir fikirdir. Peruk takan kadınlar'da, dört ekran izleyiciye bu görüntüler arasında gidip gelme şansı sunuyor, böylece her izleyici sadece kendilerne ait bir öykü seçip kurma özgürlüğüne vakıf oluyor. Başka bir deyişle, kurgu işini onların yapmasına müsaade ediyor, böylece, gerçeklik yanılsamasının kuruluş mekanizmasının farkında olmalarını sağlıyor.

Örneğin,'Veronica Read'in Dört Mevsimi'nde,kadının kendini teslim ettiği o çiçek soğanlarının yıllık döngüsüne takıldığı anda, öykü başını ve sonunu yitirip bir halka oluşturur. Bu yüzden, ekranlar bir kare oluşturacak şekilde yerleştirilmiştir, böylece izleyici öyküye arkadan dolanıp bu küpün içine girerek erişir.Bu Peruk Takan Kadınlar'daki aynı şey, ama onun üç boyutlu hali, ve mesele takıntı olunca bana daha bir uygun gibi geldi. Çünkü ordaki oyuncu da tıpkı hepimizin yaşamlarında olduğu gibi kendi öyküsünde takılıp kalmıştı. Bunlar galeri alanında sahip olduğum ve tek kanallı gösterimlerde sahip olamayacağım özgürlükler."

Ataman'ın bazı çalışmalarının süresi oldukça uzundur- mesela, tek kanallı, 465 dakika süren Semiha b unplugged. Herhalde izleyicinin bu çalışmayı baştan sona izlemesi beklenmiyor olsa gerek! "Bu benim ilk çalışmamdı.", diye belirtir Ataman, "ve hemen ondan sonraki çalışmam Peruk Takan Kadınlar'da kullandığım çokkanal kullanımını mütalaa etmemden önceydi. Niyetim, Peruk Takan Kadınlar da ki niyetimle aynıydı, fakat onu başka bir şekilde gerçekleştirmeye çalışıyordum."

"semiha b, bütün bir hayatın yeni baştan yaşanmasıydı. Çok özneldi. Dikkatli biriyseniz, gördüklerinizin gerçek mi kurmaca mı olduğu konusunda şüphelenmeye başlayabilirsiniz. Bu çalışmayı gören bir çok küratör onu itibari değeri ölçüsünde değerlendirdiler, çünkü onlar Türkiye'ye gelen batılılardı ve Müslüman bir toplumda Semiha gibi bir kadınla karşılacabileceklerini pek ummuyorlardı. Bu büyülenmişlik sebebiyle, başlangıçta çalışmayla entelektüel bir ilişki kuramadılar, pek entelektüel-vari olmayan bir şekilde onu idolleştirip hayran olma yoluna gittiler. Bence bu çalışmanın ana noktası uzunluğu. Bu uzunluk, bütün hikayeye ulaşmanızı engelliyor. Bu fiziksel bir olanaksızlık. Böylece dalıp-çıkmalarla bir yaşantıya ait kendi izlenimlerinizi oluşturabilirsiniz fakat bütün hikayeyi asla... Peruk Takan Kadınlar'da olduğu gibi, herkes kendi kurgusunu kendisine has bir şekilde yapmak ve gerçekliğin kendine özgü versiyonunda gezinmek durumundadır."

Channel 4 röportajı
tesmeral sekdiz çevirisidir.

Kutluğ Ataman kimdir?

Kutluğ Ataman (d. 1961, İstanbul), Türk film yönetmeni ve çağdaş sanatçı. Filmleri ve sanat eserleri dünya çapında gösterilen sanatçı İstanbul, Londra ve Erzincan'da yaşamını sürdürmekte, Resim sanatı dışında filmleri de, belgesel stiliyle ev videosu türünün içtenliğini birleştirmekle tarif edilmektedir. Kutluğ Ataman, 1988’de Amerika'da Los Angeles, Kaliforniya Üniversitesi (UCLA)'de sinema yüksek lisansını tamamlamıştır.

 

1 Mayıs 2007 Salı

Toplumsal Cinsiyet "Gender" Kavramı

İnsanların genetik özelliklerinden kaynaklanan ve biyolojik işlevleri - anatomik yapılarınca belirlenen cinsiyetlerine karşın gender, kişinin cinsiyeti ile ilgili kendi öznel algısı ve deneyimi olarak tanımlanmaktadır. Gender'ın biyolojik cinsiyetin toplumun yapı ve işleyişindeki sosyal roller için yeniden biçimlendirilmesi olduğu söylenebilir.

Her kültür kadın ve erkeğe üretildiği toplumsal pratiğin temel yapılarınca belirlenen roller vermektedir. Kültür içine doğan insan yavrusu da bu rolleri alarak /eğitilerek/ içselleştirerek büyümekte ve biyolojiden bağımsız olarak kadın ya da erkek olmaktadır. Bu bağlamda gender'ın, biyolojik cinsiyetle belirlenen dişilik ya da erkeklik yapılarının, toplum içinde hem bireyin kendi öznel algısı hem de toplumun ortak duyusu olarak yeniden anlamlandırılması ile ortaya çıktığı söylenebilir.

Gender hem bireyin kendisini kadın ya da erkek olarak nasıl hissettiği ile hem de toplumun kadın ya da erkeğe nasıl baktığı ile ilgilidir. Gender kültürler arasında farklılıklar gösterir. Genel olarak "kadınlık" (femininity) ve "erkeklik" (masculinity) olarak tanımlanan bu özellikler her kültürde aynı özellikleri taşımazlar. Örneğin bir kültürde sevecenlik kadınlıkla ilgili bulunurken başka bir kültürde erkeklikle ilgili bir özellik olarak kabul edilebilir. Gender'la ilgili en önemli yanılsama gender'ı belirleyenin biyolojik yapı olduğu düşüncesidir. Gender kadın ya da erkeğin kültür içinde bulundukları konum ve oynadıkları rol ile ilgilidir. Gender kadın ya da erkeğin kültür içinde üretim ilişkilerine katılma biçimleri ve rolleriyle belirlenir. Başka bir deyişle kadın ya da erkeğin toplumsal pratiğe katılma biçimlerini biyolojik yapılarının değil gender'ın belirlediğini söylemek gerekir.

Bu durumda gender'ı belirleyen etmenlerin değişimine bağlı olarak gender'ın da değişeceğini söylemek mümkündür. Gerçekten de gender'la ilgili düşünceler ve tek tek bireylerin kadınlık ya da erkeklikle ilgili algılarının değişik kültürlerde ve aynı kültür içinde, değişik zamanlarda değişim gösterdiği bilinmektedir.

Gender ve İdeoloji

İdeolojiyi bir insanın ya da toplumsal bir grubun zihninde egemen olan fikirler ve tasarımlar sistemi olarak tanımladığımızda ve ideolojiyi bireylerin gerçek varoluş koşullarıyla aralarındaki ilişki olarak gördüğümüzde, gender'ın ideoloji ile belirlenen ve bireyin toplumsal pratik içinde üstleneceği kadın / erkek rolünün ne olduğunu ve nasıl olması gerektiğini tanımlayan bir kavram olduğunu kabul etmek gerekmektedir. Kadın ya da erkeğin farklı üretim ilişkileri ve farklı kültürlerde edindikleri gender kimliğinin farklı olduğu ve üretim ilişkileri değiştikçe kadın ve erkek rollerinin de değiştiği / değiştirildiği bilinen bir gerçektir.

Bu anlamda kadın ve erkek rolleri de varolan üretim ilişkilerince belirlenmekte ve kabul ettirilmektedir. Örneğin 2. Dünya Savaşı sonrasında ABD'li askerler evlerine döndüklerinde savaş sırasında onlardan oluşan boşluğu doldurmak üzere çalışma yaşamına sokulan kadınları yeniden eve döndürebilmek için bilinçli bir Amerikan aile tipi dayatması yapılmış ve kadın gender'ının ev kadını, çocuklarının koruyucusu ve bakıcısı ve evin hakimi gibi özellikleri olduğu, tersine erkeklerin ev işi ve çocuk bakımında yeteneksiz olduğu propagandası yapılmıştır. O dönem ABD'sinde orta sınıf kadınının yaşamı;romantik sevgi, kucakla çocuk bezi, okul aile birliği toplantıları, aile kavgaları, sonu gelmez zayıflama rejimleri, kadınların sıkıntılarını gidermek için yapılmış TV eğlenceleri, reklamlar ve ruhsal tedavilerden ibarettir. Tıpkı şimdi bizdeki gibi. Bununla birlikte ideolojinin üretim ilişkilerindeki değişime paralel olarak hemen değiştiği ya da ideolojinin üretim ilişkilei üzerine hiç etkisinin bulunmadığını söylemek olası değildir.

Aynı örnekten yola çıkarsak ABD'de kadınları yeniden eve gönderme çabasının çok da başarı kazanmadığı ortadadır. Bir kere çalışma yaşamına katılan kadınlar bir daha eve geri dönmemişlerdir. Bu durum süreçte 70'li yılların kadın özgürlüğü hareketini hazırlayan etmenler içinde yer almıştır. Burada dikkat edilmesi gereken ikinci nokta; bir üst yapı kavramı olan gender'ın, üretim ilişkilerinin dayatmasına hemen ve tepkisizce yanıt verdiği düşüncesinin de yanlış olduğudur. Çoğu zaman üretim ilişkilerindeki değişim gender'a dolaysızca yansımaz. Hatta bir direncin ortaya çıkacağını söylemek bile mümkündür. Çünkü gender doğumla başlayan öğretilme sürecinde öylesine içselleştirilir ki, çoğu zaman bireyler gender'la ilgili bir değişimi kadınlıklarının ya da erkekliklerinin kaybolması ya da zarar görmesi tehdidi olarak algılarlar. Bu durum karşılıklı ilişkide de geçerlidir. Gender'la belirlenen normlara uygun davranmayan bir kadın hem erkeklerin gözünde hem de diğer kadınların gözünde "kadınlık" yönünden eksik, hatalı hatta bozuk gibi görülebilir. Topluluk içinde rahatça gülen bir erkeğe "karı gibi gülme!" denir ya da girişken, dışa dönük, kavgacı bir kadına "erkek fatma" olarak yaklaşılır. Eşcinselliğe yönelik yoğun dışlayıcı, damgalayıcı tutumlar da onun gender'a yönelik bir tehdit olarak algılanmasından kaynaklanır.

Selçuk Candansayar
Birgün Gazetesi / Bilim sayfası / 11 Ekim 2004

gacistanbul.org - 02 Mayıs 2007

Trans Kadın Olmak

düşlerim gerçek; gerçeğim yalan!..”
kadın şarkıları’ndan...

I.

zordur... sürekli didişir durursunuz bedeninizle. doğanın rastlantısallığının sonuçlarını düzeltmek size düşmüştür. bedeninizi yeniden "tasarlamak"; yepyeni bir beden yaratmak zorundasınızdır. bir anlamda tanrıyla yarışmak yani...

sesiniz, tüyleriniz, elleriniz, ayaklarınız, cildiniz, göğüsleriniz, kalçalarınız, cinsel organınız; hepsi beyninizde "arıza" olarak kodlanmıştır. onarılmalıdır. bunun için içinizde "tasarladığınız" kadına giysiler giydirmek, makyaj yapmak hiç bir zaman yeterli gelmeyecektir size; çok daha derinlere inip, kimyasını değiştirmeniz gerekir bedeninizin. bu, yaşamınızın bundan sonraki bölümünü psikiyatristlerle, endokrinologlarla, bir sürü tahlillerle ve bir takım ilaçlarla geçireceksiniz demektir. gün gün bedeninizdeki değişimi izlersiniz artık. yeni bağımlılığınıza da merhaba dersiniz; aynalar...

ölmek isteyeceğiniz zamanlar çoktur. ne yapsanız, ne etseniz hiçbir zaman tam da içinizdeki kadın olamayacağınızı düşündüğünüz zamanlar ölmek istersiniz. gerçekleşmesi için çalıştığınız düş yaşamla tek bağınızdır. uyandığınız anlarda ölmek isteyeceğiniz bir düş... bu düşün gerçek, gerçeğinse aslında bir düş olduğunu kimselere anlatamazsınız.

ailenizden, dostlarınızdan ister istemez uzaklaşırsınız.

oluşmakta olan "yeni" bedeninizi bir yandan gizlemeye çalışırken, bir yandan da görmesini istersiniz herkesin. ikili bir yaşam sürdürmeye başlarsınız artık; meşru olan ve olmayan... dişiliğinizi dışa vurmamaya ne kadar çalışsanız da bunun elinizde olmadığını, yani bir "tercih" değil, bir "zorunluluk" olduğunu anladığınızda en sancılı süreç başlar; açılma... açıldıkça daha da yalnızlaşırsınız...

bu "yalnızlaşma"nın bir diğer boyutuyla da, tanrıyla yarışıyor olmanızın diğer insanlarda uyandırdığı rahatsızlık, öfke, öteleme, yok sayma, yok etme duygularıyla karşılaştığınızda tanışırsınız. sokakta meraklı, alaycı, aç, öfkeli gözlerden kaçırmaya çalışmak boşunadır gözlerinizi. annesine "anne bu kadın mı, erkek mi?" diye soran çocuğun sesi ister istemez uğuldar beyninizde. çarşıda, pazarda satıcının "buyur abla!" derken gözlerindeki alaycı ifadeyi nereye koyacağınızı bilemezsiniz. sürekli tetikte olmanız gerekir kalabalıkların içinde. kişilerin bir başınayken kuzu, grup halindeyken kurt olduklarını öğrenmişsinizdir artık; sık sık yolunuzu değiştirirsiniz.

gittikçe daha alıngan, kırılgan olmaya başlarsınız. sevgilinizle yollarda hiçbir zaman el ele, sarmaş dolaş yürüyemeyeceğinizi bilmek, dostlarınızın artık sizinle birlikte görünmekten kaçındığını görmek acıdır. kocaman mutsuzluklar ve küçücük mutluluklarınızla yaşamın kıyısında yürürken, sizi kıyıdan daha içerilere çekecek dost eller ararsınız sürekli. sizi "böyle" sevecek dostlar...

zira onların gözlerinde, doğduğunuzda size biçilen cinsiyet rolünü reddederek yaptığınız bu mikro "devrim"e duydukları saygıyı görmek sizi ayakta tutacaktır.

II.

peki neden bu “acı - mutlu” hayat? (bitter - sweet manasında!). mutluyum evet; bunca acı ve zorluğa karşın. “egemenin” bedenim üzerindeki egemenliğine “görece” son verdim. bedenim ilaçlarla, ameliyatlarla her ne bokla da olsa, giderek benim istediğim beden oluyor. artık kendimi seviyorum. bedeli ne olursa olsun...

“cinsel yönelimim”mi cinsiyet rolümü reddetmeme yol açtı? (eşcinsel dostlarım duruma biraz böyle yaklaşıyor; erkeklere ilgi duyuyorum, eh! eşcinsellik de hoş bi şey değil, o halde kadın olmalıyım...) hayır! beynimin derinliklerinde yaşadığım bu değildi. hatta cinsel yönelimim üzerinde çok da fazla kafa yorduğumu söyleyemem. kafamı yoran bedenimdi. bu beden benim değildi. bedenim bir erkek bedeni ama “cinsiyet kimliğim” kadındı. dikkat: “biyolojik cinsiyetim” demiyorum, cinsiyet kimliğim söz konusu olan... beden - beyin diyalektiği... 0-3, 0-5, 0-8 herneyse, o yaşlarda, çok “çeşitli” nedenlerle oluşan... (bu “çeşitlerin” içinden modern tıp da çıkabilmiş değil henüz. eh! tıpta her bilinmeyenin de cevabı deliliktir; o halde bana da bir çeşit deli gözüyle bakılabilir; bu nedenle olsa gerek bedenimin “istediğim beden” olması kararını psikiyatristlerin vermesi...)

III.

peki ben “rol” mü yapıyorum? hani cinsiyet rolü filan diyoruz ya... yani “erkek” olmama rağmen “kadın rolü” mü oynuyorum? yakın bir erkek arkadaşım “erkeklik zor bir kimliktir; sen herhalde bunu kaldıramadın” demişti. bu nedenle mi “rol” değiştirip, bin kat daha zor bir yaşama giriştim? yeni tanıştığım bir kadın arkadaşım da “transeksüel olduğun hiç belli olmuyor, söylemeseler inanmazdım” dedi geçenlerde. beni bir kadın olarak kabul etmiyor ama ‘rolünü iyi oynuyorsun’ demeye getiriyordu.

kadınlık ve erkekliğin “öğrenilen”, dahası: “öğretilen”! roller olduğunu cinsiyetimi, bedenimi “yeniden inşa” ederken öğrendim. “yeniden inşa” gereksinimi duymayan insanlara bunu anlatmanın zorluğunu da çok yaşadım. cinsiyet kimliği kavramını bilmeyen, cinsiyeti yalnızca biyolojik cinsiyete indirgeyen insanlar toplumsal cinsiyet kavramını ne kadar doğru algılayabilirler?

bir örnek: üç hostes kızımız gökten düşmüş ve bir kitap yazmışlar. köpeği için servis isteyen gazeteciler, hosteslere kur yapan sanayiciler filan. ama doğal olarak benim en ilgimi çeken bölüm, kur yaptığı kişinin “erkek” çıkması sonucu “rezil” olan playboy oldu. yazarlarımız, playboy’umuzun yanında oturan hatunu “mini etekli nefis bir hatun” olarak betimlemişler önce. eh playboy bu, durur mu; kur yapmış garibim. ama her nasılsa hatunun transeksüel olduğu öğrenilince, playboy ve yazarlarımız anında, hatunun “aslında erkek” olduğuna kanaat getirmişler. ah cehalet, vah cehalet...

peki benim “devrimime” saygı duyan heteroseksüel ya da kimi eşcinsel kadın arkadaşlarım çok mu farklı bakıyorlar bana? her ne kadar hissettirmemeye çalışsalar da yazık ki bakışları üç aşağı, beş yukarı aynı... yani “biyolojik cinsiyet” belirleyici oluyor çoğu zaman.

IV.

eh! dönmeyim! sonuçta... dönme: yaygın kullanımı açısından bu kadar yanlış kullanılan ama olguyu bu kadar doğru betimleyen bir sözcük daha var mı acaba?

evet döndüm... gerçeğime!.. bana öğretilene değil; duyumsadığıma, içimde yaşadığıma...

gözlerinizden öpüyorum.

serap

gacistanbul.org - 02 Mayıs 2007 

3 Nisan 2007 Salı

Hormon Tedavisi

Hormon tedavisi transeksüellerin tedavisinin önemli bir kısmıdır. Ameliyattan önce hormon verilerek hem psikolojik uyum hem de fiziksel görünüm geliştirilir. Ameliyat sonrası elde edilen vücut değişikliklerini sürdürebilmek, ateş basmalarını, deri incelmesini ve osteoporozu önlemek için hormon tedavisinin sürdürülmesi gerekmektedir.

Hormon tedavisi için önerilen şemalar farklı kriterlere dayanmaktadır. Bazı araştırmacılar, iç cinsel organları yani rahmi veya testisleri olmayan erişkinlerdeki hormon yerine koyma tedavilerine eş dozda verilmesini önermektedir (1, 2). Diğerleri ise erkekten kadına transeksüellerde kastrasyon (erkekliğini giderme) düzeyine kadar testosteron serum düzeylerini baskılayacak östrojen veya kadından erkeğe kişilerde ise menstruel (aybaşı kanaması) aktiviteyi baskılayacak kadar testosteron vermektedir veya serum LH seviyelerini aşağı düzeylere çekecek dozlar önermektedir (3). Meyer et al. (4) değişik tedavi şemalarının yarattığı fiziksel değişiklikleri karşılaştırmıştır.

Hormon tedavisinin amacı, feminizasyonu (kadınlaşmayı) veya maskülinizasyonu (erkekleşmeyi) başlatmak ve orijinal cinsiyetin istenmeyen özelliklerini baskılamaktır. Erkekten kadına transeksüellere östrojen ve kadından erkeğe transeksüellere androjen verilmesi ile istenilen değişiklikler başlatılmış olur. Bu amaç için etkin olan östrojen dozları 0,1-1mg etinilestradiol, 2,5-10mg konjuge estrojen veya 20-40mg depo estrojenin her iki veya dört haftada bir intramüsküler (kas içine) enjeksiyonu olabilir. Genellikle meme gelişimi için günlük 0,1mg etinilestradiol verilmesi yeterli olmaktadır. Meyer ve ark. (5), bu dozun daha yüksek dozlar kadar etkin olduğunu bildirmektedir.

Kadından erkeğe transeksüellerde en uygun testosteron dozunun her iki haftada bir kas içine verilen 200-250mg uzun etkili testosteron olduğu saptanmıştır. Uzun etkili testosteron esterlerinin maskülinizasyon etkiyi başlatması daha hızlı olmaktadır.

İkincil cinsiyet karakterlerinin baskılanmasını başarabilmek daha zor olmaktadır. Penis uzunluğu veya meme büyüklüğü gibi bazı özellikler hormonlarla değiştirilemez (4). Erkekten kadına transeksüellerde androjene bağlı kıllanmanın baskılanması arzulanır. Bu kısmen östrojenlerle elde edilebilir. Androjen reseptörünü bloke edici etkisi ve antigonadotropik özelliklerinden dolayı günlük 100mg cyproterone acetate bu şemaya eklenebilir. Etinilestradiol ve cyproterone acetate kombinasyonu, serum testosteron seviyelerinin maksimum baskılanmasına (<1nmol/l) ve kıl folikül hücresindeki androjen reseptörünün bloklanması ile kıl büyümesinin azalmasını sağlar. Bu kombine tedavinin üstünlüğü, bu ilaçları kullanan transeksüeller tarafından da bildirilmektedir. Kadından erkeğe transeksüellerde hastalar tarafından en çok arzu edilen etki menstrüel aktivitenin sona ermesidir. Uzun etkili testosteron esterleri ile başlangıçta bireylerin %50sinde bu durum sağlanabilmektedir ve 3 ay içinde %90 kişide bu durum gözlenebilmektedir. Eğer menstrüasyonlar devam ederse o zaman şemaya progestatif bir ajan olan günlük 5mg dozunda lynestrenol eklenebilir.

Hormon tedavisinin etkileri

Transeksüeller genellikle hormon tedavisine başladıktan sonra hızlı ve tümüyle değişimler beklemektedirler. Ancak karşı cins hormonlarının etkileri sınırlı kalmakta ve zamanla oluşmaktadır. Hormon tedavisine başlamadan önce olası değişikliklerle ilgili açıklamalarda bulunmak gerçekçi olmayan beklentileri önlemek için kaçınılmazdır. Ne erkekten kadına olanlarda penis büyüklüğü ne de kadından erkeğe olanlarda meme küçülmesi hormon tedavisi ile sağlanabilir. Östrojen tedavisinin başında ağrılı olabilen subareolar yani memebaşı altındaki şişliklere sık rastlanır. Meme büyüklüğü, meme başı hizasında göğüs çevresinin mezuro ile ölçülmesi ile belirlenebilir. Meme boyutundaki artma yılda yaklaşık 10cm'dir. Bir yıl sonra büyüme yavaşlar ve 18-24 ay sonra maksimum büyüme olan 10-24cm'e ulaşılır (4). Ayrıca erkekte göğüs duvarı kadından daha geniştir. Çoğu erkekten kadına kişi meme implantlarına yani meme protezlerine gereksinim duyar. Bazı erkekten kadına transeksüellerde ergenlik döneminde jinekomasti (erkeklerde genellikle ergenlik döneminde görülen memelerin bi miktar büyümesi) nedeni ile bir taraf veya her iki taraf memeye ameliyat uygulanmış olabilir. Bu durumda östrojen ile meme büyümesi sağlanamaz ve meme implantları gerekir.

Androjene bağlı kıllanmanın etinilestradiol ve cyproterone acetate ile azaltılması en çok göğüs ve bacaklarda etkili olmakta, ancak yüzdeki etkisi az olmaktadır. Bu ilaçların kullanılmasıyla kıllar tümüyle yok olmamakta ancak daha ince ve daha az fark edilir hale gelmektedir. Eğer amaçlanan vücudun kılsız olması ile tek çare epilasyondur. Yıllarca hormon kullandıktan sonra sakal da daha az ve daha seyrek çıkmaya başlar. Ancak kesin çözüm yine epilasyondur.

Hormon tedavisine başladıktan sonra erkek tipi saç dökülmesi durur. Ancak kel bölgelerdeki saçlar aynı sıklık ve gürlükte çıkmaz. Saç ekilmesi veya suni saçlarla (peruk gibi) takviye edilmesi soruna çözüm olabilir.

Östrojen kullanımından bir yıl sonra testis hacmi %25 azalır (4). Bu azalma hem ilerlemenin bir belirtisi olarak alınır hem de erkek cinsel organlarının gizlenmesi daha kolay olur.

3 ay içinde spontan (kendiliğinden oluşan) ereksiyonlar kaybolur, ancak cinsel uyarılma sırasında çoğu kişilerde kısmen androjene (erkeklik hormonlarına) bağlı olmayan ereksiyonlar görülür.

Derialtı yağ dokusunun dağılımı cinsiyet hormonları ile ilişkilidir. Erkeklerde yağlanma üst karın bölgesinde görülürken kadınlarda kalçalar etrafında olur. Östrojen tedavisi erkekten kadına transeksüellerde daha kadınımsı bir yağ dağılımına neden olabilir, ancak bu herkeste görülecek demek değildir. Kadından erkeğe transeksüellerde testosteron kullanımı kadın tipi yağ dağılımını azaltmaz. Erkek ve kadın arasındaki iskelet değişiklikleri örneğin kadınlardaki daha geniş leğen kemikleri hormonlar ile elde edilemez.

Kadınlarda androjen kullanımı ile ses kalınlaşır. Bu etki genellikle tedaviye başladıktan 3 ay sonra ortaya çıkmaya başlar. Çoğu kadından erkeğe transeksüelde daha kalın bir ses toplumda erkek olarak görünebilmelerine yardımcı olur. Erkekten kadına transeksüellerde östrojen sesi inceltmez ve bu nedenle kalın bir ses büyük bir engel teşkil edebilir. Daha kadınsı bir ses elde edebilmek için ses terapisi gereklidir. Ses tellerine yapılan ameliyat ses terapisini yerinin almaz, ancak daha ince bir ses ile kadın olarak toplum içine çıkılabilmesine yardımcı olur. Unutmamak gerekir ki kadınla erkek arasında ses ve konuşma açısından sadece sesin inceliği açısından değil aynı zamanda kelimelerin vurgulanması ve konuşma şekli açısından da farklılıklar vardır. Bunlar ancak ses ve konuşma tedavisi ile elde edilebilir.

Testosteron tedavisine başladıktan bir yıl sonra genellikle vücut kıllanmasında bir artış gözlenir. Bu kıllanmanın artışı kullanılan dozdan çok kişinin genetik duyarlılığına bağlıdır. Yaklaşık olarak bir yıl sonra klitoris maksimum büyüklüğüne ulaşır. Bu etki de kişiden kişiye farklılıklar gösterir. Meyer ve ark. (4) klitoris uzunluğunun 3,5 ile 6cm arasında olabildiğini bildirmiştir.

Karşı cins hormonlarıyla tedaviye bağlı yan etkilere ilişkin 10 vaka bildirilmiştir. Meyer ve ark. (4) yaptığı çalışmanın dışında büyük bir gruptaki yan etkilere ilişkin herhangi bir şey yayınlanmamıştır. Yapılan tüm çalışmalar geriye yöneliktir. Bu nedenle de karşı cins hormon tedavisinin etkileri ve yan etkilerine ilişkin bilgide büyük bir açık bulunmaktadır.

Son söz olarak söylenebilecek olan hormon tedavisinin doktor kontrolünde yapılmasının gerektiğidir. Bu durumda hem bu tedavinin neden olabileceği istenmeyen yan etkilerden en iyi şekilde korunmuş olunur hem de kişinin parası, vücudu ve hayalleri riske atılmamış olur.

Ülkemizde de artık pskiyatrik izleme altında olmak hukuki açıdan da gerekli olduğundan işin en başında böyle bir hizmet almak ve bu süre içinde de hormon tedavisine başlamak zaman kaybına da engel olacaktır.

Referanslar
1. Benjamin H. The transsexual phenomenon. New York, The Julian Press (1966).
2. Hamburger C. Endocrine Treatment of male and female transsexualism. In: Transsexualism and sex reassignment. Green R and Money J (eds). Baltimore, Johns Hopkins University Press (1969) pp 291-307.
3. Futterweit W. Endocrine management of transsexuals. Hormonal profiles of serum prolactin, testosterone and estradiol. NY State J Med (1980) 80:1260-1264.
4. Meyer WJ, Webb A, Stuart CA, Finkelstein JW, Lawrence B, Walker PA. Physical and hormonal evaluation of transsexual patients during hormonal therapy. Arch of Sex Behav (1986) 15:121-138.
5. Fahrner E, Kockott G, Duran G. Die Psychosoziale Integration operierter Transsexueller. Nervenartzt (1987) 58:340-348.

Op. Dr. Cem Arı
Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı

gacistanbul.org - 04 Nisan 2007

30 Mart 2007 Cuma

Transseksüellik ve Tıp

Transseksüelliğin tıbbi yanıyla ilgili herhangi bir yazıya başlamadan önce tanımların doğru yerine oturtulması uygun olacaktır inancındayım. Her ne kadar burada belirteceğim tanımlamalar genel olarak kabul görmüş olsa bile bunlara her geçen gün yenileri eklenmektedir. İnsan cinselliği kadar tarihte ancak son dönemlerde ön yargılardan uzak olarak değerlendirilebilen ve çeşitlilik açısından çok zengin olan bir konuda her geçen gün yeni tanımlamaların ortaya çıkması da çok doğal karşılanmalıdır. Örneğin bundan birkaç yıl öncesine kadar androgynephilia (androjenifili) diye bir kavram bilinmezken bugün artık sıkça söz edilir olmuştur. Her şeyin başında cinsellikle ilgili en doğru yaklaşım bir başkasına zarar vermediği, bir başkasını kendi arzu ve rızası dışında cinsel obje olarak kullanmadığı ve kendi türünün erişkinliğe ulaşmamış bireylerini ve diğer türleri ilgilendirmediği sürece sapkınlık olarak nitelenmemesi ve kesinlikle değiştirilmesi gerekmediği görüşüdür.

Hepimizin bir kimliği olduğu gibi bir de cinsel kimliği ve cinsel rolü vardır. Dünya zaten bir sahne olduğuna göre herkesin bir cinsel rol üstlenmiş olması da çok şaşılacak bir durum değildir. Money ve ark.larına göre (1955) cinsel kimlik, özellikle kendinin farkında olma ve davranışlarda betimlenecek şekilde az veya çok kişiliğin erkek, kadın veya ambivalent olarak algılanması, özdeşleşmesi ve süreklilik göstermesidir. Cinsel rol ise kişinin kendine veya diğer kişilere erkek, dişi veya ambivalent olduğunu belirtmek için söylediği veya yaptığı her şeydir. Bu "her şey" kavramı cinsel uyarılma ve yanıtı da içerir, ancak sadece bununla sınırlı değildir. (2) Cinsel kimlik, cinsel rolün kişinin özünde vurgulanması ve cinsel rol de cinsel kimliğin toplumsal vurgulanmasıdır. Dikkat edecek olursak sınıflamalar yapılırken erkek, dişi ve ambivalent olarak söz edilmektedir. Aslında %100 erkek veya %100 kadın bulunmamaktadır. Ancak bir kadındaki erkekliğin veya bir erkekteki kadınlığın yüzdesi çok düşük olduğunda o kişi erkek veya kadın olarak kabul edilmektedir. Buna karşın yüzdeler biraz büyüdüğünde ambivalentlik söz konusu olabilmektedir. Cinsel kimlik ve toplum tarafından biçilmiş olan cinsel rol arasında bir uyuşumsuzluk olduğunda, aktör veya aktris bu rolü benimseyemediğinde ortaya farklılıklar ve problemler çıkmaya başlamaktadır. İtiraf etmek gerekir ki bu farklılıklar toplum tarafından ne kadar çok dışlanır ve anlaşılmaya çalışılmazsa o kadar da çok kişinin kendi içinde ve toplumda çatışmalar yaşanmaktadır.

Her ne kadar dilimize travesti kelimesi çok yanlış olarak yerleşmiş ve kullanılıyor olsa bile tümüyle açıklamaya yetmemekte ve ancak toplumun belli bir kesimini çok kabaca betimliyor olabilmektedir. Aynen kadınlar, erkekler, çocuklar veya doktorlar demek gibi çok genel bir tanımlama yapabilmektedir. Örneğin doktorun ne doktoru olduğunu (çocuk doktoru mu, dahiliyeci mi, cerrah mı yoksa aile hekimi mi) tanımlamamaktadır.

Transseksüel, görünüşte normal vücutsal cinsel gelişimini tamamlamış kişinin aslında karşı cinsin bir üyesi olduğuna inanmasıdır. Bu inanca kişinin birincil ve ikincil cinsel karakterlerini karşı cinse benzemek amacıyla değiştirmek arzusu eşlik eder ve bu duygu kesin, aşırı dozda ve değiştirilemezdir. Birincil cinsel karakterler kişinin cinsel organları yani rahminin veya testislerinin olmasıdır. Penis veya vajina birincil cinsel karakterler değildir. İkincil cinsel karakter ise penis, vajina, cinsiyete göre vücut kıllanması, erkek veya kadın tipi memeler vs.dir. Transseksüel kişi, kendini ruhsal olarak tamamen bir kadın gibi hissederken büyük bir şanssızlık eseri doğa bir hata yapmış ve bu ruhu bir erkek bedeninin içine yerleştirmiştir. Bu kadın ruhu bir erkek bedeninde hapsolmuştur. Transseksüel ancak bir kadın gibi giyindiğinde kendini birazcık olsun rahat hissetmektedir. Kadın gibi giyinmek onda herhangi bir cinsel arzu veya uyarılma yaratmaz, çünkü aslında olması gereken durum budur zaten. Bazen bunun tam tersi de olabilir. Ruh erkek fakat vücut kadın olabilir. Bu tersi durum toplumumuzun genel değer yargıları nedeniyle toplum içinde daha rahat kabul görebilir ve daha rahat kendine bir yaşam alanı sağlayabilir. Transseksüellerde kendi içlerinde ikiye ayrılabilirler. Ameliyatla arzuladıkları cinsiyete kavuşmuş olanlar postop. Yani ameliyatlı transseksüel ve cinsiyetini en azından henüz değiştirmemiş olanlar da preop. Yani ameliyatsız transseksüel olarak adlandırılmaktadır. Gerçek transseksüel var olan cinsel organını reddetmekte ve hatta nefret etmektedir. Ancak bu organdan kurtulup gerçek ruhsal cinsiyetine uygun bir organa kavuştuğunda huzur bulabilecektir.

Traansvestit, karşı cins gibi giyinmekten çoğunlukla da bir kadın gibi giyinmekten ve davranmaktan haz alır. Bu tür davranış o kişide cinsel zevk uyandırır. Bu kişi aslında cinsiyetinden memnundur ve cinsiyetini değiştirmeyi pek düşünmez. Genellikle toplumsal, ekonomik baskılar nedeniyle kimi zaman cinsiyetini değiştirmek zorunda kalabilir. İngilizce'de bu kişilere genellikle crossdresser yani karşıt giyinen de denmektedir.

Son yıllarda tanımlanmış olan androjinefili, dış görünüm olarak tümüyle bir kadın vücuduna sahip olmak isteyen ancak yine de penisinin kalmasını isteyen ve bu son adımı atmak istemeyen kişileri tanımlamaktadır. Homoseksüel ise genel olarak kendi cinsine karşı cinsel istek duyan kişileri tanımlamaktadır.

Cinsel uyumsuzluğun nedenleri halen bilinmemektedir. Cinsel uyumsuzluğu bilimsel terimlerin ışığı altında bir yere oturmak çok zordur. Cinsel kimlik hem transseksüellerde hem de transeksüel olmayanlarda kişinin kendisi ile çok girift olduğundan hem entelektüel açıdan hem de emosyonel açıdan cinsel uyumsuzluğun ne demek olduğunu belirtmek hemen hemen mümkün değildir.

Tıpta olağan olduğu gibi iki karşıt teori ortaya çıkmıştır: biri somatik (bedensel) ve diğeri de psikopatolojik. Cinsiyet hormonlarının vücut gelişimindeki belirgin etkileri ve olasılıkla cinsel kimliğin belirlenmesinde beyindeki etkilerinden dolayı transseksüellerde cinsiyet hormonlarının düzeyinin transseksüel olmayanlara kıyasla farklı olduğu düşünülmüştür. Transseksüalizmi tedavi etmek için büyük bir şanssızlık eseri olarak özellikle erkekten kadına transseksüellerde testosteron verilmiştir. Açıkca bu tedavi cinsel uyumsuzluğun biyolojisinin ve hormonların erkeklik ve kadınlık üzerine olan etkilerinin yanlış bir mantığa dayandırılması nedeni iledir.

Deney hayvanlarına rahimiçi dönemde verilen seks hormonlarının erişkin cinsel davranış üzerindeki etkilerine dayanılarak beynin bazı bölümlerinin cinsel bir düzen gösterdiği hipotezi ortaya atılmıştır. Beynin defeminizasyonu (dişiliğinin giderilmesi) ve androjenizasyonu (erkekleştirilmesi) gibi teoriler ortaya atılmıştır(1).

Bu durumla ilgili olarak insanlarda çok az şey bilinmektedir. İnsanlarda bilimsel çalışma ancak doğanın deneylerin oluşmasına yani anormal, rahimiçi endokrin hikayesi olan insanların ortaya çıkmasına bağlıdır. Örneğin konjenital adrenal hiperplazili kızlar ana karnında normalden daha yüksek androjen miktarına maruz kalırlar. Eğer bu kişiler doğumda belirli ölçüde erkeksiliği olan kızlar olarak tanınıp yeteri kadar kortikosteroid tedavisi alırlarsa her ne kadar arasıra davranışları daha erkeksi olarak algılansa bile herhangi bir cinsel uyumsuzluk geliştirmez. Daha aşağı sınıftan memeli hayvanlarda beynin cinsel farklılaşması östrojen uyarısına luteinizan hormonun (LH) pozitif feedback yoluyla yanıt verme kapasitesine bağlıdır. Dörner (4) bu östrojen feedback etkisinin insanlarda erkek veya dişi olarak farklılaşma derecesini belirlediğini öne sürmüş ve teorisini insan homoseksüel ve transseksüellerinde ispatladığını iddia etmiştir. Gooren (5) ve diğerleri metodik açıdan daha iyi dizayn edilmiş deneylerde insanlarda östrojen feedbackinin etkin olmadığını ve dolaşımdaki testiküler hormonlara bağlı olduğunu vurgulamışlardır. Endokrin seviyesine bağlı olarak aynı kişide hem erkek hem de dişi yanıt uyandırılabilir (6).

Özet olarak bugüne dek düşük memelilerin cinsel davranışlarında önemli bir rol oynayan nöroendokrin farklılıkların insan cinsel davranışına da adapte edilebileceğine ilişkin herhangi bir bilimsel kanıt bulunmamaktadır. Buna karşın başkaları tarafından transseksüalizmin tamamen psikopatolojik nedenlerini savunan teoriler geliştirilmiştir. Bazı psikiyatristler transseksüalizmi bir psikoz olarak görmüşlerdir. Bunun sonucunda transseksüeller elektroşok ve antipsikotik ilaçlarla tedavi edilmeye çalışılmıştır. Çok şükür bu yaklaşım enderdir, ancak hala karşılaşılabilmektedir.

Cinsel uyumsuzluğun kaynağı göz önüne alındığında 3 farklı sav belirlenebilir. Birincisi, insanlardaki doğuştan gelen biseksüaliteye dayanan psikoanalitik yaklaşımdır. Green'e (7) göre kadından erkeğe transseksüalizm erken çocukluk döneminde kişinin kendisini anneden ayıramamasına bağlı olabilir. Çocuk babasıyla özdeşleşeceğine annesi ile özdeşleşir. Case Western University (Cleveland, ABD)'de birçok erkekten kadına transseksüelleri gören ve tedavilerini denetleyen Lothstein (8), kadından erkeğe transseksüellerinin annelerinin olumlu benlikten yoksun, karşı cinse kıskançlığı olduğunu ve bütün bunların çocuğu tarafından da algılanabildiğini ileri sürmektedir. Son belirleyici etken ise babanın kızının kendini erkekleştirmesine destekleyici rolü olmaktadır. Birçok varyasyonları ile birlikte bu iki psikoanalitik teori transseksüalizm fenomeni için bir hipotez oluşturmaktadır. Aile içi ilişkilerin, boşanma oranlarının, ebeveynden birinin baskın olmasının, evlilik ilişkilerinin ve diğer bir dizi faktörün hiçbiri transseksüalizm için belli bir pattern ortaya koyamamıştır. Dahası stabil ve dengeli aile içi ilişkiler çocuklardan birinin veya birkaçının transseksüel olmayacağı veya olmadığı anlamına gelmemektedir (9).

Diğer teori ise davranış teorisidir. Cinsel kimlik bir kopyalama ve düzenleme eyleminin sonucu olarak gelişmektedir. Cinsel uyumsuz sendromlarda bu eylemler yanlış olarak algılanmaktadır. Money (3), biyolojik faktörleri (hormonlar ve beyin) ve kritik dönem kavramını ortaya atarak bu teoriyi üretmiştir. Kendilerine özgün kritik dönemlerde biyolojik, psikodinamik ve çevresel faktörler (özellikle ebeveynin beklentileri ve çocuğu nasıl yetiştirdikleri) cinsel kimliğin gelişimine etki etmektedir. Bu kritik dönemin öncesinde ve sonrasında böyle bir etki oluşmamaktadır. Çok yoğun araştırmalarına dayanarak cinsel kimlik oluşum sürecinin bir dili öğrenme süreci ile kıyaslanabileceğini ileri sürmüştür (3).

Üçüncü teori, cinsel kimliğin gelişimin olgunlaşmasıyla ilişkili olduğunu kabul etmektedir. Cinsel kimlik gelişimi ile ilgili tüm otoriteler her çocukta 3 yaşından önce çekirdek cinsel kimlik olarak adlandırılabilecek bir cinsel kimlik duygusu bulunduğunu kabul etmektedirler. Çekirdek cinsel kimlik, çocuğun kendisini oğlan veya kız olarak algılaması olarak açıklanabilir ve değişime direnç gösterir (10). Klinik verilere dayanarak transseksüalizmin temellerinin 3 yaşından önce (3-10) atıldığı söylenebilir. Eğer transseksüalizmin kaynağı ile ilgili daha fazla bilgi edinmek istiyorsak bu dönemin daha çok araştırılması gerekmektedir.

Tipik bir insani durum olan cinsel kimlik, sadece hormonlarla veya yetiştirme ile açıklanamaz, ancak bilim rastlanılan cinsel uyumsuzlukların birçok çeşidini açıklayabilecek ve bir temele oturtabilecek teorik bir modellemeden henüz çok uzaktadır. Ancak tıbbın diğer alanlarında olduğu gibi sunulan tedaviler nedenlerin tam anlaşılmasının aksine ampirik temellere oturmaktadır.

Tıbbi olarak transseksüel tanımını koyabilmek için DSM-IV kullanılmaktadır. Buna göre bir kimseye gerçekten transseksüel diyebilmek için
- Kişinin anatomik cinsiyeti ile ilgili rahatsızlık duyması ve uyumsuzluk hissetmesi
- Kişinin cinsel organlarından kurtulup karşı cins gibi yaşama isteği
- Bu bozukluk sadece stressli dönemlerle kısıtlı kalmayıp en azından son 2 yıldır devam ediyor olması
- Fiziksel bir ara cins veya genetik anomalinin olmaması
- Şizofreni gibi herhangi bir ruhsal hastalıkla ilişkisi bulunmaması gerekir.

Transseksüalizme eşlik eden ruhsal bozuklukların bulunması durumunda uygun psikiyatrik tedavi şarttır, ancak yeteri kadar tedavi edilmiş psikiyatrik bozukluklar gelecekte cinsiyetin yeniden belirlenmesi için bir engel olmayacaktır. Eğer cinsel kimlik problemi, herhangi bir ruhsal bozukluğa bağlı değilse cinsel kimliğin yeniden belirlenmesi diğer psikiyatrik belirtileri bile ortadan kaldırabilir.

Tıbbi veya psikolojik meslek grupları tarafından transseksüalizm için herhangi uygun bir bakım şeması belirlenmemiştir. The Harry Benjamin International Gender Dysphoria Association, hormonal ve cerrahi açıdan cinsiyetin yeniden belirlenmesi için başvuran adaylara sunulabilecek uygun bakımla ilgili en az gereksinimleri içeren kesin bir rapor bildirmiştir (Bakım Standartları, (27)). Bu şema üç aşamalı olarak ele alınabilir.
- Cinsiyetin yeniden belirlenmesi için başvuran aday, cinsiyet problemlerinde deneyimi olan bir psikolog veya psikiyatriste yönlendirilir. Olasılıklar, girişim, olması mümkün olmayanlar ve cinsiyet değişiminin sonuçlarını içeren çok geniş bir bilgi yazılı olarak hastaya verilir. Yapılan görüşmeler sırasında adayın motivasyonu, arzuları, ailevi geçmişi, cinsel tutumu ve özgeçmişi ile ilgili bilgiler toplanır. Bu aşamada detaylı bir tıbbı geçmiş, fizik muayene ve laboratuvar testleri (cinsiyet hormonları, karaciğer enzimleri ve gerekli görüldüğünde diğer testler) gerçekleştirilir. Psikolog aday ile olası tüm sonuçları konuşur ve beraberce ikinci aşamaya geçilip geçilmeyeceğine karar verilir. Başvuranların yaklaşık olarak %40 kadarı bu aşamada cinsiyetin yeniden belirlenmesi işleminden vazgeçmektedir. Bu vazgeçenlerin çok az bir kısmı başka merkezlere başvurmakta ancak çoğu bazen 8-10 yıl sonra yeniden başvurmaktadır
- İkinci aşamayı gerçek yaşam teşhis testi oluşturmaktadır. Bu test ilk kez Money ve Ambinder (1978, (33)) tarafından önerilmiştir. Kendi kendine teşhis prensibine dayanarak bu test adayın arzuladığı cinsel rolde en azından iki yıl süre ile yaşamasını gerektirmektedir. Bu aşamanın başında karşı cins hormonları verilir ve erkekten kadına transseksüeller için epilasyon ve ses tedavisi başlatılır. Bu süre içinde her 6 hafta veya 2 ayda bir aday psikolog tarafından konsülte edilerek izlenir. Her 3 ayda bir aday fizik muayeneden geçirilerek şikayetler ve fiziksel değişiklikler kaydedilir. En azından yılda bir kez karaciğer enzimleri ve prolaktin düzeyinin belirlenmesi için kan testleri uygulanır. Şikayetlere ve yeterli olmayan sonuçlara göre hormon tedavisi değiştirilebilir. Hormon tedavisini ve yeni cinsel kimlikte yaşamaya başlamayı izleyen 18 ay sonra cerrahi önerilmeden her aday ekip tarafından değerlendirilir. Sadece yeni cinsel kimliklerinde cinsel problemlerinde bir azalma algılayan adaylara cerrahi önerilir. Eğer çekirdek problemin başarılı bir şekilde azaldığına ilişkin şüpheler saptanırsa cerrahi bu durum giderilene dek ertelenir.
- Yukarda belirtilen tüm kriterler yerine getirildiğinde aday bir plastik cerraha yönlendirilir. Mümkün olduğunda ameliyatın adayın sosyal çevresine en yakın bir hastanede gerçekleştirilmesi arzulanır. Böylece adaya mümkün olan en fazla sosyal desteğin verilebilmesi sağlanmaya çalışılır. Ameliyat sırasında psikolojik yardım psikolog ile koordineli olarak hemşire ekibi tarafından verilir.

Ameliyat sonrasında transseksüellerin çoğunluğu profesyonel psikolojik destekten kaçınmaktadırlar. Bunun nedenleri olarak bir çok etken gösterilmiştir. İlkin çoğu transseksüel ameliyattan sonra cinsiyet değişimi sürecinin sona erdiğine inanmaktadır. Ancak daha sonra sosyal ve psikolojik değişimlerin yaşamlarına entegre edilmesinin 2-5 yıl daha aldığını kabullenirler.

Referanslar
1. Gooren L. An appraisal of endocrine theories of homosexuality and gender dysphoria. In: Handbook of Sexology vol 6, Sitsen JMA (ed) Amsterdam, Elsevier Science Publishers (1988) pp 410-424.
2. Money J, Ehrhardt AA. Man and woman, boy and girl. Baltimore, Johns Hopkins University Press (1972) p 4.
3. Standards of Care: The hormonal and surgical reassignment of gender. dysphoric persons. Arch of Sex Behav (1985) 14:79-90.
4. D"rner G. Hormones and brain differentiation. Amsterdam, Elsevier(1976).
5. Gooren L. The neuroendocrine response of luteinizing hormone to estrogen administration in heterosexual, homosexual and transsexual subjects. J Clin Endocr Metab (1986) 63:583-588.
6. Gooren L. The neuroendocrine response of luteinizing hormone to estrogen administration in the human is not sex specific but dependent on the hormonal environment. J Clin Endocr Metab (1986) 63:589-593.
7. Green R. Sexual identity conflict in children and adults. New York, Basic Books (1974).
8. Lothstein LM. Psychodynamics and sociodynamics of genderdysphoric states. Am J of Psychotherapy (1979) 33:214-218.
9. Cohen-Kettenis PT. Het verschijnsel transseksualiteit. In: Transseksualiteit,' Gooren LJG (ed) Alphen a/d Rijn, Samsom Stafleu (1986).
10. Stoller RJ. A further contribution to the study of gender identity. Int J Psychoanalysis (1968) 49:364-367.

Tarihi notlar

Aşağıda çeşitli nedenlerle karşı cins gibi giyinen kimi tarihi kişilikler anlatılmaktadır. Burada amaçlanan cinsel dysphorianın sadece son yılların bir fenomeni değil tüm insanlık tarihinin bir parçası olduğunu vurgulamaktır.

Geriye yönelik olarak bakıldığında bu kişilerin cinsel aykırılıklarının doğası ancak hayal edilebilir. Ayrıca geçen süre içinde hem sosyal standartlar hem de yaşam biçimleri belirgin biçimde değişmiştir. Bu nedenle bugünün kriterleri ile değerlendirmek hatalı olacaktır. Karşı cins gibi giyinme ve karşı cinsel kimlik rolünde yaşama yüzyıllardır gözlenmektedir. Jeanne d'Arc gibi kadınlığını gizlemeyen tarihsel kişilikler yanında orduya katılan, denizci olarak çalışan, erkek gibi davranan bir sürü kadın tarihçiler tarafından yazılmıştır. 17. ve 18. yüzyılda Batı Avrupa'da bu fenomen pek de ender değildi ve sadece Hollanda'da neredeyse 100 vakadan bahsedilmiştir (4). Cinsel rol değiştirmenin nedenlerini geriye yönelik olarak belirlemek oldukça zordur. Ancak bazı kadınlar mahkemede veya otobiyografilerinde duygularını dile getirmişlerdir ve bu duygular günümüzün kadından erkeğe transseksüellerinin açığa vurdukları duyguları ile benzerlikler göstermektedir. Bu nedenle bu tarihi kimliklerin bugün yaşayıp teşhis edilmeleri gerekseydi büyük bir olasılıkla transeksüel olarak tanımlanacakları kesin gibidir. Tarihte kadın gibi giyinen ve kadın gibi davranan erkekler de bulunmaktadır. en meşhurları arasında Roma imparatoru Calligula, İngiltere kralı I. James, Edward Hyde, Lord Cornbury, New York ve New Jersey valisi bulunmaktadır. ancak bu kişilerin bu davranışları dönemseldir. Bugün büyük bir olasılıkla bu kişiler transvestit olarak tanımlanacaktır.

Çok belirgin bir hikaye Fransa Kralı XV. Louis'nin Rusya'daki diplomatı olan Chevalier D'Eon'nun hayatıdır. Atanmasından bir yıl önce kılık değiştirerek yaşamış ve Rus mahkemesinde aslında var olmayan kız kardeşi Lea imiş gibi kendini tanıtmıştır. Oldukça popüler olmuş ve kimse gerçek kimliğinden şüphe etmemiştir. Daha sonra İngiltere'de görev almış ve burada aslında kadın olduğu söylentisi yayılmıştır. Bu söylentiyi yalanlamamak için tıbbı muayeneyi reddetmiştir. XVI. Louis'nin emriyle kadın gibi giyinmesi ve 1810 yılında ölünceye kadar kadın rolünde yaşaması zorunlu kılınmıştır. Yapılan otopside toplumun ve yakın arkadaşlarının tahminlerinin aksine normal erkek vücudu olduğu ortaya çıkmıştır. Money (5), tamamen erkek kimliğini bırakmadan gitgide artarak kadın kimliğine yol veren bir transvestit olarak tanımlamıştır. 1930lara kadar hormonal ve cerrahi olarak cinsel kimliğin yeniden belirlenmesi imkansız olduğundan kişinin cinsiyet karakterlerini değiştirmesi her ne kadar arzulanıyor olsa bile düşünülmesi imkansızdı.

Transseksüalizmin ve tıbbı cinsiyet belirlemenin (ruha uyacak şekilde vücudun değiştirilmesi) modern yazılı tarihinde ilk olarak Almanya'da 1930 yılında Danimarkalı bir artist olan Einar Wegener'e uygulanmış ve daha sonra Lily Elbe adını almıştır (6). 1953'de Amerikalı eski GI George Jorgensen'in ameliyatla cinsiyetini değiştirip Christine Jorgensen adını alması ile transseksüalizm tüm dünyada meşhur olmuştur. Aslında Jorgensen'e kadar tüm dünyada binlerce kişi cinsiyet değiştirme ameliyatından geçmiştir. Transseksüalizme tıbbın ilgisi ise çok yavaş olarak giderek artmıştır.

Yıllarca sadece bireysel düzeyde bazı doktorlar transseksüallerle ilgilenirken tıbbi camianın büyük bir bölümü transseksüalizmi bir ruhsal hastalık olarak değerlendirmiştir. ABD'de Dr. Harry Benjamin, yıllarca transseksüalleri izlemiş, muayene etmiş ve tedavi etmiştir. Uzun süreli, net deneyimlerinin sonucunda 1966'da The Transsexual Phenomenon yayınlanmıştır. Bu çalışma sayesinde transseksüalizmle ilgili daha anlamaya yönelik bir görüş yerleşmeye başlamıştır. Kendisini onurlandırmak için transseksüellerle ilgilenen tüm dünyadaki uzmanların bulunduğu organizasyon The Harry Benjamin International Gender Dysphoria Association olarak adlandırılmıştır.

1959'da Hollanda'da kayıtlara geçmiş olan ilk cinsiyet değiştirme vakası bu işi kabul etmeme fırtınası estirmiştir. Bu vakayı takiben 1965'de Hollanda Sağlık Konseyi (Gezondheidsraad) bir rapor yayınlamıştır. Bu raporda: "Transseksüalizmin teşhisi ve prognozu göz önünde bulundurulduğunda ve cinsiyet değiştirme ameliyatının etkilerinin arzulanan etkilere kıyasla büyük riskler taşıyacağı düşünüldüğünde bu girişim onaylanmamaktadır. Hasta ve doktoru psikoterapinin ve sosyal bakımın sonuçları tatmin olmak zorundadır" denmektedir (7).

Buna rağmen bazı doktorlar transseksüel kişileri hormonlarla ve cerrahi cinsiyet belirleme ameliyatları ile tedavi etmeye devam etmişlerdir. Bu doktorlardan biri olan Dr. O. M. De Vaal, "Man of vrouw, dilemma van de transseksuele mens" (kadın mı erkek mi, transseksüel kişinin dilemması) adlı kitabında 20 vakasından bahsetmiştir (8). Modern tıbbın ve sosyal bakımın (o yıllarda buna cerrahi de dahil idi) mümkün olan en iyi sonucu elde edebilmek için daha fazla araştırma yapması gerektiğini betimlemiştir.

1972'den beri Hollanda Cinsiyet Merkezi Vakfı (Stichting Nederlands Gender Centrum) (kurucuları arasında Dr. de Vaal de bulunmaktadır) Hollandalı transseksüellere psikolojik bakım ve yardım vermektedir. Hormon tedavisi ve cerrahi olarak yeniden cinsiyet belirlemesi için transseksüeller tıp merkezlerine yönlendirilmektedir. Transseksüellerin büyük bir çoğunluğu Amsterdam Serbest Üniversite Hastanesi'nin Cinsiyet Ekibi (Genderwerkgroep) tarafından değerlendirilmekte ve tedavi edilmektedir. Ancak Groningen, Amsterdam, Rotterdam, Arnhem, Enschede ve den Haag'daki diğer hastaneler kısmen cerrahi bakım sağlamakta ve kendi cinsiyet ekipleri bulunmaktadır. çoğu transseksüellerdeki cinsiyet belirlemenin sonuçlarının başarılı olması ve toplum standartlarının değişmesi sağlık otoritelerinin daha liberal bir tutum takınmalarına neden olmuştur. 1977'de Hollanda Sağlık Konseyi (Gezondheidsraad) yeni bir rapor yayınlamıştır: cinsiyet problemleri olan uygun kişilerin fiziksel adaptasyonu (cinsiyetin yeniden belirlenmesi) kabul edilebilir başarı şansı olan bir tedaviye yönelik girişimdir ve bu kişilerin varoluşumsal sıkıntılarını kaldırma şansı yüksek olan tedavinin esansiyel bir parçasıdır (7).

Sonunda 1985 yılında tüm hukuki kağıtlarda cinsiyeti değiştirmek mümkün oldu. Ancak doğum kağıdında saptanan orijinal cinsiyetin kalması zorunlu idi. Sonuçta tüm kağıtlarda cinsiyet değişimi gerçekleştirilmekte ve değişimden önceki ebeveynlik gibi haklar saklı kalmaktadır (9). Böylece teoride transseksüel kişinin kadınlaşmasını kısıtlayan tüm engeller ortadan kalkmış oldu.

Referanslar
4. Dekker R, van de Pol L. Daar was laatst een meisje loos. Baarn, Uitgeverij Ambo (1981).
5. Money J and Tucker P. Sexual signatures. Boston, Little, Brown and Company (1975).
6. Abraham F. Genitalumwandlung und zwei minnlichen Transvestiten. Zeitschr fr Sexualwissenschaft urid Sexualpolitik (1931) 282:223-226.
7. Kuiper AJ. Transseksualiteit en hulpverlening. Een ex post facto onderzoek naar het effect van geslachtsaanpassende behandeling bij 143 transseksuelen. Instituut voor Klinische Psychologie en Persoonlijkheidsleer, Rijksuniversiteit Utrecht (1985).
8. de Vaal OM. Man of vrouw ? Dilemma van de transseksuele mens. Amsterdam, Wetenschappelijke Uitgeverij (1971).
9. van der Reijt FA. Juridische aspecten van transseksualiteit. In: Transseksualiteit, Gooren LJG (ed) Alphen a/d Rijn, Samsom Stafleu (1986) pp 133-147.

Op. Dr. Cem Arı
Estetik Plastik ve Rekonstrüktif Cerrahi Uzmanı

gacistanbul.org - 31 Mart 2007